ekümenizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ekümenizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2020 Perşembe

ŞİDDETİ KUTSAYAN YUNAN DİN ADAMLARI


 Yunanistan’ın Türkiye’ye yakın bölgelerinden dört Metropolit  (Papazlıkta üst bir rütbe) 2 Mart’ta Yunan asker ve polisine destek için Türk-Yunan sınırı olan “Kastanies Sınır Kapısı”na giderek provokasyon yaptılar.
Bunlar Dimetoka, Orestias ve Soufli Metropoliti Damaskinos, İskeçe ve Peritheorion Metropoliti Metropoliti Panteleimon, Alexandroupolis (Dedeağaç) Metropoliti Anthimos ve Maroneia ve Komotini (Gümülcine) Metropoliti Panteleimon’dur.
Kaynaklarda bu dört metropolitin “Türklerin yarattığı kaos ile mücadele eden Yunan polis ve askerlerine moral ve dua desteği vermek için” gittikleri yorumlanıyor.
Yunan basınında, dört Metropolitin ağzında ortak söylem olarak aşağıdaki paragraf verilmiştir.
“Bugün buraya son birkaç gün içinde asker, polis, itfaiye, Belediye çalışanları ve başkanları ile ülkemizin sınırlarını Türklerin yarattığı kaostan korumak için mücadele eden tüm insanlara moral dileklerimizi ve desteğimizi ifade etmek için geldik. İnsanlarımız kararlı ve iyi ruh halindedirler.” Metropolitler (Sınır geçişlerinin önlendiğini ifade ederek) Barışın yeniden sağlandığını görmek güzel.”  dediler.
Bu organizasyonu yapan Dimetoka, Orestias ve Soufli Metropoliti Damaskinos’tur. Bu konudaki sosyal medya paylaşımlarında da Metropolit Damaskinos'un diğer üç metropoliti de organize ederek 2 Mart’ta Kastanies Sınır Kapısı’na giderek gövde gösterisi yaptıkları dile getirilmektedir.
Damaskinos 2 Mart’tan önce, 28 Şubat’ta Türkiye’nin sınır kapılarını açmakla ilgili kararından bir gün sonra Yunanlı gazeteci Maria Manaka’ya aşağıda özeti bulunan tepkisel bir röportaj vermişti.
Maria Manaka Metropolit Damaskinos’dan bahsederken şöyle diyor: “Türkiye’nin yarattığı ‘yasadışı göçmen silahlarıyla’ tanınmayan bir savaştan söz ediyoruz. Yunan silahlı kuvvetlerinin Yunanistan ve Yunan halkının hakları için verdiği çılgınca çabayı desteklerken, asker ve polislerimiz çok zor şartlarda ve güvende olmadan görev yapmaktadır
Metropolit Damaskinos'un basın açıklaması ise şu şekildedir: “Sınırlarımızda meydana gelen olaylara sessiz ve kayıtsız kalabilir miyiz? Silahlı kuvvetlerimiz ve Yunan sınır muhafızlarımız son zamanlarda savaşıyor. Yasadışı göçmenlerden oluşan bir silahla acımasız bir savaştır bu!
Anavatanımızın savunması ve halkımızın onuru için mücadelede eden herkes için dua ediyoruz. Yerel topluluklar ve cemaatlerimiz sınırlarımızı savunanlara sempati duyuyor"
Damaskinos ve diğer metropolitler belirli zamanlarda ayin ya da başka bahanelerle Türkiye’ye giriş yapmakta!
Fener Rum Patrikhanesi ile birlikte (Zaten hiyerarşi olarak Bartholomeos’a bağlıdırlar) Marmara Bölgesi ve Anadolu’daki çeşitli bölgelerdeki metruk Rum kiliseleri üzerinden faaliyette bulunmaktalar…
Bir örnek;
Nisan 2013’te Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde restore edilen Aziz Ioannis Kilisesi için (O zamanki) Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen yanına Dimetoka Metropoliti Damaskinos’u da alarak Rum Partrikhanesi'nde Patrik Bartholomeos'u ziyaret etmişti. Yapılan ziyarette Rum Patriği Bartholomeos ve Dimetoka Metropoliti Damaskinos açılması düşünülen Eskiköy Sınır Kapısı için Uzunköprü Belediye Başkanı Enis İşbilen'e destek sözü vermişlerdi.
Yukarıda önemli gördüğümüz için örnek verdiğimiz bu ziyaret Damaskinos ve diğer üç metropolitin Türkiye’ye yaptığı onlarca ziyaretten sadece biri!
Türkiye’de cirit atan, başta Damaskinos olmak üzere bu Yunan metropolitler aynı zamanda Batı Trakya’daki Türklerle ilgili de her fırsatta olumsuz yorumlarda bulunan ve hatta zaman zaman halkı Türkler aleyhine kışkırtanların da arasında bulunuyorlar…
Alexandroupolis (Dedeağaç) Metropoliti Anthimos ise sınırda yaptıkları şovun bir gün sonrasında SKAI TV’ye (ΣΚΑΙ) şöyle bir beyanatta bulundu: “Çok sabır gösterdik. Hayırseverliğimizi de gösterdik ve tüm dünyaya misafirperverliği gösterdik ve de öğrettik. İnsanlara Ortodoks maneviyatımızı gösterdik ve onlara yardım ettik.
Komşu ülke (Türkiye) insan haklarına ve insan onuruna karşı suç işlemektedir. Maskeleri düştü, tüm bu yıllar boyunca bizimle dalga geçtiler.
Bu tuhaf bir savaş. Askerlerimizin ne fırlattıklarını gördük. Sadece göz yaşartıcı gaz… Türk askeri ve polisi ise yazıyor. Aralarında kadın ve çocukları olan bu sefil insanları nereden buldular?”
Bu beyanat çok ilginç; bir din adamı mülteciler hakkında “bu sefil insanları nereden buldular?”  diyebiliyor. Bahse konu olan insan ve bu sözde din adamı, görevi iyiliği ve merhameti öğretmek olan bu sözde din adamı mazlum mülteciler için “bu sefil insanları nereden buldular?” demekte…
Anthimos da Damaskinos ve diğer metropolitler gibi belirli zamanlarda ayin ya da başka bahanelerle Türkiye’ye giriş yapmakta!
Batı Trakya’da Türkiye Aleyhine Davranışta Bulunan Sadece Yunan/Rum Papazlar mı?
Yunanistan tarafından atanmış Müftü Halil Cihad’ın Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecilerle ilgili beyanatına bakalım!
Gümülcine’de Yunanistan tarafından atanmış olan Müftü Halil Cihad; Kastanies Sınır Kapısı’ndaki gelişmelerle ilgili bir açıklama yaptı. 2 Mart’ta “Xanti Press Ajansı”nda çıkan haberin özeti aşağıdadır:
Komşu ülkede (Türkiye’de) yıllarca yaşayan insanların Yunan topraklarına zorla girmeye çalıştıklarını görmek hoş değil. Hiç kimse vatanımız Yunanistan'ın doğru olanı yaptığını inkâr edemez. Bir AB üyesi olarak Yunanistan'ın, topraklarını korumak ile ilgili hakları savunmak için antlaşmaların hükümlerine ve Avrupa operasyonları çerçevesinde hareket etme hakkı vardır"  (Yorumsuz!)
Atanmış Müftü Halil Cihad ile ilgili internette yapılacak bir aramada; Batı Trakya Türklerinin kendisine gösterdikleri tepkileri ve hakkındaki söylemleri bulabilirsiniz…
Uluslararası hukukta mütekabiliyet diye bir kavram var. Bir yanda Türkiye’deki Rum Patrikhanesi’nin din adamlarına her türlü tolerans gösterildiği, öte yandan Batı Trakya’da seçilmiş müftülere sürekli davalar açarak yıldırmaya çalışan ve kendi atadığı kukla müftüleri öne süren Yunanistan!
Seneler önce merhum İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ile sohbetlerim ve birlikte çıktığım televizyon programları olmuştu. Çektiği zulmü ilk ağızdan dinlemek inanın tüylerimi diken diken etmişti.
Günümüzde değişen bir şey yok Batı Trakya Türklerinin seçtikleri Müftüler mahkeme kapılarında süründürülerek yıldırma politikası sürdürülüyor.
Atanmış müftüler ise ya Türk değil ya da atanmış Müftü Halil Cihad örneğinde olduğu gibi Türkiye için “Komşu ülke” diyecek kadar kimliğine yabancılaşmış!

19 Haziran 2019 Çarşamba

TSİPRAS’DAN PONTUS HAMLESİ

Yunanistan Resmi Gazetesinde, "Pontuslu Rumların Tarihsel Arşivi Hazırlama Komitesi" adlı ortak bir komitenin kurulmasıyla ilgili olarak 31 Mayıs 1919 tarihinde B/2009 sayı numaralı, Başbakan Alexis Tsipras tarafından imzalanmış bir kararname yayınlandı. (ΦΕΚ, Τεύχος B’ 2009/31.05.2019)
Bu kararnameyi Alexis Tsipras’ın istifasının öncesinde Türkiye aleyhine attığı bir adım olarak da yorumlayabiliriz ya da istifanın ardından yapılacak seçimlerde Türkiye aleyhtarlığının prim sağlaması için atılmış bir adım.


Fotoğraf: Alexis Tsipras’a Pontus dernekleri ile görüşmesinde kendisine kemence hediye edilirken. Yakasında “G” soykırım anlamında “Genocide rozeti bulunuyor.
 Yunanistan’da Pontus dernek ve kulüplerinin parçalanmış bir yapısı vardır ve aralarında yapılan törenler ve tarihleri üzerinde bile fikir ayrılıkları bulunuyor. Türkiye aleyhine yapılan etkinlikleri kendi doğrultularında yapmaktalar. Oysaki bu işin arkasındaki finansörler ve üst akıl, sayıları azımsanmayacak kadar çok olan Pontus dernek ve kulüplerinin bir arada, tek ses olarak hareket etmelerini arzulamaktalar. Alexis Tsipras da bu adımı atarak bir anlamda bütün Pontus dernek ve kulüplerini bir çatı altında toplamayı amaçlamaktadır.
1994 yılında, Yunanistan Parlamentosu’nda 19 Mayıs 1919 tarihini “Pontus Soykırımının Anma Günü” olarak kabul eden bir yasa onaylanmış ve 8 Mart 1994 tarihli Yunanistan Resmi Gazetesi’nde yayınlanmıştı. 
Bazı medya unsurlarında şu paragraf yer aldı: “Bu, Başbakan Alexis Tsipras'ın, Pontus Helenizm’inin soykırımının hatırasını korumak için, Pontus toplumlarının temsilcilerine ortak bir komite kurulmasına yönelik taahhüdünün gerçekleştirilmesidir.
Alexis Tsipras ile Pontus dernek ve kulüplerinin temsilcileri, 18 Mayıs 2019'da Selanik'teki Başbakanlık binasında toplandılar. Sözde Pontus soykırımı iddiasının 100. yıldönümünden bir gün önce böyle bir toplantı yapılması dikkat çekti! Komisyonun çalışmaları, Yunanistan Resmi Gazete’sinde detaylı olarak açıklandı. Açıklama, Pontus kültürünün ve Pontus tarihinin ortaya çıkmasına ilişkin tekliflerin detaylandırılması ve değerlendirilmesi süreci hakkındaydı. Ayrıca Selanik ve Atina’da tematik parkların oluşturulmasına yönelik tekliflerin hazırlanması ve sunulması istendi. Bu parklarda yapılacak tematik peyzaj ile gezenlerde Pontus kültür ve tarihinin vurgulanarak algı yaratılması hedeflenmektedir.
Yunanistan’da ve Dünya’da “Megali İdea”, “Patrikhane”, “Ruhban Okulu” hususları ile ilgilenen çok sayıda oluşum/destekçi bulunuyor. Bunların Pontusçuluktan ayrıldığı bir nokta var!
Megali İdea, Patrikhane, Ruhban Okulu konularında Türkiye’ye baskı yapanlar; başta ABD olmak üzere AB ülkeleridir. Özellikle ABD “Archon” topluluğu, ABD’de çok zengin ve etkin kişilerden oluşur ve kendilerini canlarını ve mallarını Helenizm ve Patrikhane uğruna harcamaktan sakınmayacak kişiler olarak tanımlarlar!
Pontus dernek ve kulüplerinin faaliyetlerini Megali İdea, Patrikhane, Ruhban Okulu konuları ile iç içe olsalar da ayrı değerlendirmek gerekiyor! Çoğunluğu Yunanistan’da bulunan, Avrupa ve ABD ile Kanada ve Rusya’da sayıları yüzlerle ifade edilebilecek, linkte bir kısmının listesi bulunan dernek ve benzeri Pontusçu oluşum var. 

Megali İdea’nın Türkiye aleyhine çalışan bir başka kolu olan Pontusçuluk on yıllardır çok aktif durumda!

Üzücü olan Karadeniz insanı arasında bir kısım insanları sözde Pontus soykırımı masalına inandırmış olmaları.

Bunun yansıması olarak yazılmış/yazdırılmış Pontusçu kitapların, makalelerin sayıda azımsanamaz.

Aşağıda hakkında bilgi bulunan Yunanlı İvan Savidis’in sahibi olduğu “Pontos News” adlı bir site bu konuda başı çeken medya unsurları arasında. Örneğin bu sitede çıkan bir haberde şu iddia yer aldı; “1919'da Kemal Paşa'nın Samsun'a geçişini takiben Pontus'ta yüz binlerce Yunanlıyı katlettiler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar dâhil olmak üzere 350.000'i aşan soykırım kurbanı vardır. Tecavüzler, işkenceler ve taburlarda zorunlu ağır çalışmalar Pontuslu kardeşlerimizin ölümüne yol açtı. Ve bu bir soykırımdır. Pontuslular Rum, Yunanlı ve Hıristiyan oldukları için öldürülmüşlerdir.” denilmektedir.
Sözde Pontus soykırımının 100. yılı için Yunanistan’da sayısız etkinlik düzenlendi. Bir bakıma 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsuna ayak basmasının 100. yılının Türkiye’deki kutlamalarını gölgelemeye çalıştılar. Bu seneki sözde Pontus soykırımının 100. yılı için oluşturulan logo; “PGNTGS” şeklindeydi. Pontos kelimesinin içindeki  “O” harfleri yerine “Genocide” (soykırım anlamında) “G” harfi kullandılar.
Gelelim yazımızın konusu olan "Pontuslu Rumların Tarihsel Arşivi Hazırlama Komitesi"ne!
Komisyon; Makedonya-Trakya Sektörü’nden sorumlu İçişleri Bakan Yardımcısı ve Başbakanlık Genel Sekreterliği Selanik Ofisi’nin danışmanları tarafından yönetilecek ve aşağıda belirtilen 11 kurumdan görevlendirilen üyelerden oluşacaktır.
1-Başkan: Makedonya-Trakya Sektörü’nden sorumlu İçişleri Bakan Yardımcısı
2-Pan-Hellenic Pontus Toplumları Federasyonu (ΠΟΠΣ) http://pops.gr
3-Yunanistan POE Federasyonu (ΠOE) http://www.poe.org.gr
4-Eski SSCB Pan-Hellenic Toplulukları Federasyonu (ΕΣΣΔ/ΠΟΣΕΠ)
5-Eğitim, Araştırma ve Din İşleri Bakanlığı temsilcisi
6-Kültür ve Spor Bakanlığı temsilcisi
7-Çevre ve Enerji Bakanlığı temsilcisi
8-Maliye Bakanlığı temsilcisi
9-Başbakanlık Genel Sekreterliği Selanik bürosundan bir danışman,
10-Selanik Aristotle Üniversitesi'nden Pontus Çalışmaları Bölümü ve Arkeoloji Bölümü Başkanlığı temsilcisi
11-Pontus Çalışmaları Komitesi’nin temsilcisi
Ayrıca Yunanistan Başpiskoposluk Federasyonu da bu projeye destek verecektir. 10 ve 11 sıradaki kurumlar Yunanlı milyarder İvan Savidis tarafından finanse ediliyor.
(İvan Savidis, Forbes’e göre yaklaşık 2 Milyar Dolar serveti olan Yunan/Rus işadamıdır. 2003'te, Putin taraftarı bir parti olan “Birleşik Rusya Partisi”nden Devlet Duma milletvekili seçildi. Yunan PAOK Kulübü’nün sahibi olan İvan Savidis Mart 2018’de hakeme kızarak belinde silah ile sahaya inerek Yunanistan Futbol Ligi’nin 3 hafta tatil edilmesine neden olmuştu. 2009’da Sümela’da yaşanan korsan ayinin tertipleyicisi ve 2010’da başlayan ve birkaç yıl devam eden 15 Ağustos Sümela ayinlerinin de finansörü ve organizatörüdür. Bu konuda bkz. Bojidar Cipof, Sümela Mudanya Arasında Megali İdea Hareketliliği)
Yukarıda zikredilen Yunan kurumlarını alt alta yazdığımızda anlaşılan şudur ki; Yunanistan’ın neredeyse tüm resmi kurumları Türkiye aleyhine çalışmak üzere sözde Pontus soykırımı söyleminde bir çatı altında toplanarak Türkiye aleyhine örgütlenecekler.

İstifa etmiş ve erken seçim sürecinde olan Tsipras yapılacak seçimlerde seçilsin ya da seçilmesin Yunanistan Hükümeti’nin başına kim geçerse geçsin Yunan “Megali idea”sı için çok cazip olan Türkiye aleyhtarı “Pontus Projesi”ni sürdürecektir.

YUNAN MEGALİ İDEA’SINA GÖRE BİR GÜN GERÇEKLEŞMESİNİ DÜŞÜNDÜKLERİ “SÖZDE PONTUS” HARİTALARI


MEGALİ İDEA’YA GÖRE BİR GÜN “İSTANBUL” DA “KOSTANTİNOPOLİS” ADIYLA YUNANİSTAN’IN BAŞKENTİ OLACAKTIR




25 Şubat 2019 Pazartesi

YUNANİSTAN BAŞBAKANI ALEKSİS ÇİPRAS RUM PATRİĞİ BARTHOLOMEOS’UN ELİNİ ÖPMEDİ!



Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras. Heybeliada Ruhban Okulu ziyaretinde Rum Patriği Bartholomeos’un beklentisi Çipras’ın elini öpmesiydi. Ancak Çipras Bartholomeos ile sadece el sıkıştı.
7 Şubat 2019 Milliyet’te Gazeteci Mert İnan’ın Bojidar Çipof ile röportajı

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın, Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaretin ardından en çok merak edilen konuların başında Heybeliada Ruhban Okulu’na yaptığı ziyaret ve Fener Rum Patrikhanesi dini lideri Patrik Bartholomeos ile görüşmesi geliyor. Ateist olduğu bilinen Çipras’ın, Ruhban Okulu’na yaptığı ziyaret tartışma konusu olurken 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Bilimsel Danışmanı Teostratejist Bojidar Çipof, şu saptamalarda bulundu:
Çipras, İncil’e el basıp yemin etmeden göreve başlayan ilk Yunanistan Başbakanı. Çipras’a kadar, Yunanistan’da seçilen veya göreve gelen her devlet başkanı, İncil’e el basıp yemin ettikten sonra göreve başladı. Bu yönüyle Çipras tabuları yıkan biri oldu. Yunanistan aslında seküler olmayan, fundamentalist bir ülke. Çipras Patrik Bartholomeos’un elini saygıdan ötürü öpseydi Patrikhane ve Yunanistan’daki kiliseler bu fotoğrafı propaganda amacıyla kullanırdı. Birkaç gündür Yunan din adamları ve Yunan halkının sosyal medya paylaşımlarına bakınca, ‘Çipras el öpecek mi?’ diye esprili mesajlar yayınlanıyor. Çipras’ın İstanbul’daki Ortodoks din merkezlerini ziyaret etmesi inançlı biri olduğunu göstermez. Böylesi bir davranış sadece sembolik bir hareketten öteye gitmez.
ZİYARET YORTUYA DENK GELDİ
Kamuoyunun atladığı bir nokta olduğuna da değinen Çipof “6 Şubat tarihi, Heybeliada Ruhban Okulu kurucusu Patrik Photios’un yortu günüdür. Yani, Çipras Türkiye’ye gelmeseydi, Patrik Bartholomeos yine Ruhban Okulu’na gidecek ve ayin yönetecekti. Çipras’ın ziyareti ile Photios Yortusu çakışmış oldu” dedi.
Ruhban Okulu’nun açılıp açılmamasının Çipras’ın umurunda bile olmayacağını ileri süren Çipof, “Çipras’ın sosyalist ve ateist dünya görüşüne sahip bir lider olarak, dini kurum ve kişilere mesafeli yaklaştığı biliniyor. Çipras’ın Ruhban Okulu’nda mum yakması, bir gelenek veya saygıdan. Böylesi bir hareket inanmayan bir insanın, yıllardır süre gelen ritüelleri yerine getirmesinden ibaret denebilir. Çipras, dini otoriteye bağlı siyasete bulaşmak istemiyor. Patrikhane ve kilise çevrelerini kendisinden uzak tutuyor. İşin özeti seküler bir devlet başkanı olarak sadece saygıdan ötürü birtakım ziyaretlerde bulunmuş oldu” diye konuştu.


13 Şubat 2019 Çarşamba

RUHBAN OKULUNU AÇMAYAN KİM?

Okulun açılması tüm vatandaşlar için bağlayıcı olan kurallar çerçevesinde mümkündür. Aksi eşitlik ilkesine aykırıdır. Lozan, azınlıkların diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olmasını tesis eder, bir üstünlük ya da ayrıcalık oluşturulması amaçlanmaz.



Geçtiğimiz 5/6 Şubat tarihlerinde Yunanistan Başbakanı “Alexis Cipras” Türkiye ziyareti yaptı. Bu ziyaret ile birlikte 1971’den itibaren kapalı olan “Heybeliada Ruhban Okulu” hakkında tüm medya kanallarında haberler yapıldı.

Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili yazılmış birçok makale internet ortamında bulunmakta… Bu yazımızda okulun tarihi ile ilgili uzun bilgilere yer vermeyeceğiz,  bir paragraflık bir açıklamanın ardından yazacağımız yazıya hem bir hazırlık olması hem de okul hakkındaki eksik bilinen hususların ortaya konması açısından dikkat çekmek gereken noktalar var. En önemlisi ise okulun hukuki durumu nedir? Siyasi bir adım ile açılabilir mi?

Alexis Cipras; 5 Şubat’ta Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan basın toplantısında Yunanistan’a sığınmış olan FETÖ bölücü örgütü mensuplarının iadesi için “Bu durum Yunanistan Yargısı’nın vereceği bir karardır. Müdahale etme imkânımız yoktur” şeklinde bir yorumda bulundu!

Bu yazımızın maksadı tam da budur!


HEYBELİADA RUHBAN OKULU’NUN HUKUKSAL STATÜSÜ NEDİR?

Ruhban Okulu 1844 yılında din adamı yetiştirmek için kurulmuş. Rum Patriği 4. Germanos tarafından 1 Ekim 1844'te açılmış. 1951′de devrin mevzuatına uygun görülerek özel yüksekokula dönüştürülmüş.

1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na istinaden apartmanlarda dahi kurulmuş, mantar gibi çoğalan üniversiteler vardı. Maksat bu birçoğu için merdiven altı da denebilecek sözde yüksekokulları kapatarak, ülkemizdeki gerçek kurumsal kimlikleri, tarihleri ve saygınlıkları olan üniversitelerin saygınlığını zedelememekti. Bu nedenle; 12 Ocak 1971 tarihli 1971-3 sayılı karar ile Özel Yüksek Okulları devletleştirildi. Bu suretle Devlet ya da vakıf üniversiteleri haricinde özel yüksekokul kalmadı.

Bu yasa elbette ki Heybeliada Ruhban Okulu için çıkarılmadı. İşte bu nokta 1971’den itibaren önümüze “Okulumuzu Türkiye kapattı” şeklinde sunuldu. Bir geçiş döneminden sonra Anayasa’da belirlenen hükümler çerçevesinde “YÖK” kuruldu. YÖK’ün kurulmasının ardında mevzuatta belirlenen şartlara uymak koşulu ile Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için hiçbir engel yoktu.


ŞU ANDA DA HEYBELİADA RUHBAN OKULU’NUN MEVZUATLARA UYMASI KOŞULU İLE AÇILMASINDA BİR ENGEL YOKTUR!

Peki, neden Heybeliada Ruhban Okulu’nu kendileri (Rumlar) açmıyor?

Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili tüm kampanya ve diğer aktivitelerde tek bir ortak nokta yer alır! “1971’de okulu Türkiye kapattı!” bu elbette ki külliyen yalandır!

Patrikhane Heybeliada Ruhban Okulu’nun YÖK’e bağlanmasını hiçbir zaman kabul etmedi ve o esnada açık olan okulda eğitimi kendi tasarrufları ile durdurdular. Yukarıda belirtildiği gibi; Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için halen bir mani yoktur.


YÖK’E BAĞLANMAYI İSTEMEDİLER.

Müfredat üzerinde sadece kendileri söz sahibi olmak istediler ve öğrenci ile öğretmenlere Türkiye tarafından karışılmamasını istediler.

Türkiye’de çok sayıda yabancı okul bulunmaktadır. Bunlarda eğitim verecek öğretmenlerin ikamet ve çalışma müsaadeleri bakanlıkça verilir ve öğrenci kayıtları da belli bir disiplin altındadır.

Bu durum Patrikhane tarafından içişlerine müdahale olarak telakki edilerek hiçbir şekilde kabul edilmedi. Yıllarca Heybeliada Ruhban Okulu’nun Devletin karışmayacağı/ karışamayacağı bir şekilde yeniden eğitime açılması için çalıştılar. Bu süre içinde defalarca Türkiye okulun açılabilmesi için yol gösterdi ve hiçbir surette Patrikhane tarafından kabul edilmedi.

Patrikhane’nin ortaya attığı tez de hep “Okulumuzu Türkiye kapattı” ve “Papaz yetiştiremiyoruz” şeklinde oldu. Oysaki bugün Rum Cemaati’nde papaz olmaya hevesli genç yoktur!

Öğrenci yoktur… “Getirtiriz” denmektedir!

Öğretmenler için de “Getirtiriz” denmektedir!

2016’da T.B.M.M.’ne gönderilen bir tasarıda “Yüksek Öğretim Kurumları ve Teşkilat Kanunu”nda değişiklik öngören bir tasarı ile Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi kurulması ve üniversitede İslam Araştırmaları Enstitüsü’nün yanı sıra bir de “Dini İlimler Fakültesi” açılması öngörüldü. Bu fakültede farklı dinlerle ilgili kürsüler kurulması ve Türk vatandaşı Hıristiyanların bu okuldan faydalanması da düşünüldü. Bu üniversiteye 60 profesör, 75 doçent, 100 de yardımcı doçent olmak üzere 520 kişilik kadro ihdas edilmesi de planlandı. Rum Patrikhanesi buna hararetle karşı çıktı. Bu durum; ilk başta konuya sıcak yaklaşan Ermeni Patrikhanesi’ni de çelişkiye soktu.

Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis o dönemde Agos Gazetesi’ne şöyle bir değerlendirme yaptı:

“…Ancak, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis, bu durumun kendileri açısından çok önem taşımadığını belirterek, Ruhban Okulu’nun açılması talebinde geri adım atmayacaklarını söyledi. Lambriniadis, Agos’a yaptığı açıklamada, “Üniversitede İslamiyet dışındaki dinlerin de okutulması elbette önemli. Fakat bizim mevcut durumda kapalı olan bir okulumuz var. Biz de, bu mevcut okulumuzun aynı şekilde açılmasını istiyoruz. Hiçbir okulun açılması, kimseyi kötü etkilemez. Yeni bir okul açılması kötü bir şey olmasa bile, bu durum, Ruhban Okulu’nun neden hâlâ kapalı olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Başka okullar da açılsın, ancak biz Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden eğitime açılması konusundaki mücadelemizde geri adım atmayacağız.


HEYBELİADA RUHBAN OKULU İSTEDİKLERİ ŞEKLİYLE AÇILSA NE OLUR?

Bunun tersi olarak okul “Açılmasa ne olur?” sorusunun cevabı; “Okulu Türkiye kapattı” söylemine ve Türkiye’yi uluslararası platformlarda kötülemeye devam edeceklerdir şeklindedir.

Ancak okul “Açılsa ne olur?” Bunun cevabı başta Anayasa olmak üzere çok sayıda yasanın ihlali ve vatandaşların “Eşitlik” ilkesini ihlal etmek demektir.
Ruhban Okulu’nun açılması talebini “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile değil Anayasal durumla irdelemek gereklidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu açısından da Ruhban Okulu’nun açılması yasal açıdan mümkün değildir ancak Anayasa hükümlerinin öncelikli olduğu göz önüne alırsak üç maddenin ihlalinin söz konusu olacağını belirtmek gerekir. Bu üç madde ile hakları belirlenen yüz binlerce Türk öğrenciye karşı bir “Eşitsizlik” durumu ortaya çıkar.

Anayasa’nın 130 ve 131 maddeleri YÖK Yasası’nı tanımlamaktadır. Ruhban Okulu’nun Patrikhane’nin istediği şekliyle açılması; bu iki maddenin tamamen ihlal edilmesi demektir.

Madde 130’daki “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları üniversiteler üzerinde Devletin gözetim ve denetim hakkı” Rum Patrikhanesi’nin yıllardır kabul etmediği hususlardan biridir.

Madde 131’deki “Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek.” vurgusu da Patrikhane’nin asla kabul etmediği bir başka husustur.

Türk öğrenciler bir üniversiteye girmek için aylarca hatta yıllarca süren çalışmalar yaparlar. Peki, Ruhban Okulu’nda okuyacak Rum/Yunan öğrenciler hangi süreçlerden geçecekler ve hangi şartlarda gözetim ve denetimleri yapılacaktır? Yukarıdaki iki maddeye Patrikhane tarafından nasıl uyulacaktır?

Ruhban Okulu’nun (istedikleri haliyle) açılması durumunda Madde 132’deki hükümden ötürü de ülkemizdeki  “Eşitlik” ilkesi tamamen ortadan kalkar!

132. Madde ise kısa bir maddedir ve askeri yüksekokullar ile polis meslek yüksekokullarının statüsünü belirlemektedir. Bu maddenin tanımında; “Yükseköğretim kurumlarından özel hükümlere tâbi olanlar” ibaresi bulunur

Madde 132 şöyledir: “Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumları özel kanunlarının hükümlerine tâbidir.”

Bu madde çok açık bir şekilde; Askeri ve Polis okullarının YÖK’ten bağımsız olduklarını belirleyen Anayasa hükmüdür. Ruhban Okulu’nun istedikleri haliyle açılması durumunda, ülkemizde YÖK’e bağlı olmayan bir üçüncü okul faaliyeti olacaktır.

Bu durumda seksen milyonluk Türkiye’de Asker ve Polis olma eğitimi için verilen özel statü bir de birkaç bin kişilik Rum Cemaati’ne de verilmiş olacaktır.

Bu durumun gerçekleştiğini varsaysak!

İleride başka bir dini topluluğun (Örneğin bir tarikatın) aynı şartlarda YÖK’e bağlanmamış bir ilahiyat yüksekokulu açma talebine nasıl olumsuz yanıt verilebilir.

Ülkemizin içinden geçtiği zor günlerde FETÖ Terör Örgütü gibi bir yapılanma bu durumda özerk bir okul açmak için harekete geçmez mi? “Birkaç bin Rum’a verilen bir hak bize neden verilmiyor?” diyen çıkmaz mı?

Bu bir olasılıktır…

Heybeliada Ruhban Okulu’nun Patrikhane’nin ve Yunanistan’ın talep ettiği şekliyle açılması Anayasa ve ilgili mevzuatlar açısından mümkün değildir!

Öte yandan Heybeliada Ruhban Okulu meselesinin arkasındaki en büyük destek, bu yemeği ısıtıp ısıtıp önümüze koyan; ABD’dir!


PROTESTAN YOĞUN ABD TÜRKİYE’DE BİRKAÇ BİR KİŞİ CEMAATİ KALMIŞ PATRİKHANE’Yİ NEDEN KORUR?

-----------------





19 Eylül 2013 Perşembe

KIBRIS RUM ORTODOKS KİLİSESİ ve BAŞPİSKOPOS II. HRİSOSTOMOS



Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin başında bulunan, Başpiskopos II. Hrisostomos’un (Chrysostomos of Kition) Eylül ayı başında verdiği ve çok tartışılan bir beyanatı vesilesiyle Hrisostomos’un son yıllardaki çıkışlarını ve kısaca Kıbrıs’ın Hıristiyanlık Tarihi’ndeki önemini bu yazımızda ele almak istedik.  

10 Nisan 1941’de Baf’ta doğmuş fanatik bir Türk düşmanı olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başpiskoposu II. Hrisostomos, yakın tarihte “Kanlı Papaz” olarak bilinen Makarios’tan devraldığı olumsuz din adamı geleneğini başarılı bir şekilde sürdürüyor. Eylül başında ajanslara düşen haberlere göre; Hrisostomos, Güney Kıbrıs’ın ekonomisinin “boğulduğunu” ve açlıkla karşı karşıya kalındığını görmesi halinde, halkı ayaklanmaya teşvik edeceğini söyledi. 

Bir gazeteye "Beni Susturacak Kişi Daha Doğmadı" şeklinde beyanat veren Hrisostomos, “Ağzımı kapatmak istediler ama bunu başaracak kişi daha doğmadı” dedi. Hrisostomos, ülkesindeki AKEL Partisi ve Rum Merkez Bankası Başkanı Panikos Dimitriadis ile de sorunlar yaşıyor ve her fırsatta bu kişiler aleyhine beyanatlarda bulunuyor.

Hrisostomos, Türkiye ile bilinen “Doğal Gaz Krizi” nedeniyle, Kıbrıs’a Türkiye tarafından olası bir askeri müdahale ihtimali için ise şöyle konuşuyor: “ABD yanımızda olduktan sonra hiçbir şeyden korkmayız. Yine İsrail’le işbirliği yaparsak, iyi edeceğiz. Zira İsrail düşmanlarla çevrilidir ve tek çıkış yolu Kıbrıs’tır.

Simerini Gazetesi Hrisostomos’un “Sigma Live” isimli bir internet haber portalına verdiği mülakatı 7 Eylül’de şöyle duyurdu:  “Başpiskopos, AKEL ve Merkez Bankası Başkanı’na bayrak açtı... Hedef “Hellenic”i Kapatmaktı... Dimitriadis ve AKEL ağzımı kapatmak istedi ama bunu başaracak kişi daha doğmadı... ABD ve İsrail Kıbrıs için dayanaktır... ABD yanımızdayken kimseden korkmayız.” 
      
Kıbrıs Kilisesi için ise; “Kilise yıkılmaz çünkü insan yapısı değildir. Kiliseyi Tanrı kurdu ve halen de yaşatıyor. Bizans İmparatorluğu yok oldu ancak onun kurduğu kilise burada yaşamakta ve durmaktadır.” dedi.

Kıbrıs Adası Hıristiyanlık Tarihi açısından çok önemlidir. Hıristiyanlık için, “Hıristiyanlık aslında Aziz Pavlus’un dinidir” şeklinde yaklaşan çokça teolojist bulunuyor… Bu gözlemdeki en büyük faktör; Hıristiyanlığın yayılmasının, Aziz Pavlus’un misyon yolculuklarından sonra ivme kazandığı ve özellikle Roma’nın Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etkenin Aziz Pavlus olduğudur. Bu misyon güzergâhlarında ise Kıbrıs  ve Anadolu çok önemlidir. Bir Kıbrıslı olan Aziz Barnabas’ın ilk yolculuklarda Aziz Pavlus’un yanında olması ve Pavlus’a verdiği deste de Hıristiyanlık Tarihi’ndeki bir başka önemli noktadır.

Aziz Pavlus; Hıristiyanlık uğruna iman etmeden evvel vergi toplayıcısı bir Yahudi olarak Hıristiyanlara eziyet etmekteydi.

(İncil’den bu konudaki iki alıntı şöyledir: “Elçiler 8: 3- Saul ise müminleri kırıp geçiriyordu. Ev ev dolaşarak, kadın erkek demeden müminleri dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu.” ve “Elçiler 9: 1-2- Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim'e getirmek niyetindeydi.”)

Salamis'te doğmuş ve Aziz Pavlus gibi aslen Yahudi bir ailenin oğlu olan, Aziz Barnabas’ın da durumu Aziz Pavlus’a benzer… Barnabas, Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a dönmüş ve MS. 45 yılında o da Hıristiyanlığı yaymak için Aziz Pavlus ile birlikte çalışmaya başlamıştır.

Bu faaliyetlerden ötürü Aziz Barnabas, vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi bir bataklığa saklanmıştır. Barnabas'ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi bataklıktan alarak Salamis'in batısında bir yeraltı mağarasına gömdüler.

432 yıl sonra Piskopos Anthemios, Barnabas'ın mezarını rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını sağladı. Bu keşif sonrasında Piskopos Anthemios, İstanbul'a giderek İmparator Zeno'yu bilgilendirdi ve bu suretle Kıbrıs Kilisesi’nin özerk olmasını sağladı. İmparator, mezarın bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesi için bağışta bulundu. MS. 477'de inşa edilen bu manastır halen Magosa’ya giderken yol üzerinde bulunur ve Dünya’daki mevcut ikona envanterinin en önemli parçaları bu manastırda muhafaza edilmekte ve sergilenmektedir.

1922’de Aziz Barnabas Manastırı’nda görevli Stefano, Haritanos ve Barnaba adındaki üç kardeş papaz kilisenin kapısının sağ kısmında yer alan, Aziz Barnabas’ın ölümünün 432 yıl sonrasını konu alan bir fresk yaptılar. 1976 yılında kadar Aziz Barnabas Kilisesi’nde görevlerini sürdüren bu üç kardeş papaz; süreçte yaşlılık ve hastalık nedenleriyle Güney Kıbrıs’a göç ettiler. Bu kardeş papazların manastırı terk etmesinin ardından Aziz Barnabas Manastırı orijinal hali korunarak ziyarete açıldı.

1991 yılında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından restore edilmeye başlandı. Manastırın çok değerli ikonaların sergilendiği kilise kısmı da restore edildi ve kapsamlı bir ikona müzesine dönüştürüldü. Manastırın avlusunda ayrıca Arkeoloji Müzesi inşa edilmiştir ve bu müzede de çok değerli arkeolojik parçalar sergilenmektedir.

Kıbrıs ile ilgili olarak bir başka husus da Hıristiyanlık Tarihi adına önem arz eden başka dini eserlerin de KKTC topraklarında bulunmasıdır. Aynı şekilde dini arşivin önemli kısmı da KKTC Cumhurbaşkanlığı envanterindedir. (YN: Filiki Eterya ile ilgili araştırmamızda KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden çok önemli kaynaklar temin etmiştik.)

Kıbrıs Türkleşme tehlikesinde... Türkleşirse herkes gidecek ama biz kilise olarak gitmeyecek,  burada kalacağız.” Bu sözlerin sahibi Başpiskopos Hrisostomos’un Türk düşmanlığı o kadar had safhada ki; Kıbrıs’ın ilk cumhurbaşkanlığını da yapmış olan ve yüzlerce genç, yaşlı, masum Türkün katline neden olan selefi Başpiskopos Makarios’u aratmamakta…

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Aralık 1963 sonunda ise Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik olaylar gerçekleşti. 20 Aralık’ta Türk köylerinde başlayan kıyım “24 Aralık Noel Gecesi ellerindeki silahları Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesine çeviren Başpiskopos ve Cumhurbaşkanı Makarios’un kışkırttığı “dini bütün Hıristiyanlar” silahlarını binbaşının eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat’a doğrultular. Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de büyük bir infial yarattı. 103 köy boşaltıldı toplamda 25 Bin kişi sürgün oldu.

Tarihsel süreçte Kıbrıs’ın üzerinde yaşananlar, aslında paylaşılamayan topraklarının Hristiyanlık Tarihi açısından fevkalade önemli olmasındandır. Çeşitli kaynaklarda, Makarios’un iktidarı süresinde, Kıbrıs’taki mevcut otellerin birçoğunun gizli ya da açık sahibi olduğu bilgisi bulunmaktadır. Makarios’un, dini lider sıfatını kullanarak Türklere karşı şiddeti nasıl körüklediğini de yukarıdaki acı örnekte olduğu gibi hâlâ hafızalardadır. Devrin Rum Patriği Athenagoras tarafından Kıbrıs’a başpiskopos olarak atanmış olan Makarios, servetini korumak için Türklerin tamamını yok etmeyi dahi göze almıştı.

Bir KKTC gazetesinde “Yani bugün Hrisostomos’un “düğün değil bayram değil, bu neyin kafası” diye düşündüren çıkışlarına kızmayalım, zira bu genetik bir özellik… Din adamlarının sevgi dolu olması, hedef kitlesine sabrı, bireylere tahammülü tavsiye ederek hayatın güçlüklerine karşı destek olması gerekirken bırakın bu özellikleri, kışkırtıcı yönleriyle öne çıkmaktalar. Özellikle kutsal kabul edilen dinlerin muhatabı; bir ırk, kavim, coğrafya değil, bütün insanlık olduğuna göre, bir din adamı yaşadığı toplumda huzursuzluğu, hayatını sürdürdüğü bölgede kaosu planlıyorsa orada ciddi sorunlar var demektir.” değerlendirmesi yapılmıştır.

Kıbrıs Rum yönetimi önceki lideri Dimitris Hristofyas’ın Ocak 2011’de yapılan Rum Ulusal Konsey toplantısında; bir süre önce yapılan Apoel-Pınar Karşıyaka basketbol maçında, fanatik Rumlarca yapılan saldırıyı da Türkiye’nin tepkisi üzerine görüştüğü biliniyor. Pınar Karşıyaka takımının oyuncularına ve yöneticilerine karşılaşma esnasında taşlı sopalı saldırı yapılmış ve bu saldırının ardında aşırı ırkçı örgüt; “Ulusal Halk Cephesi” (ELAM) olduğu ortaya çıkmıştı. Teşvik edenin ise Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un olduğu, bizzat Rum lider Hristofyas tarafından ifade edilmişti.

O tarihte Rum gazetelerinde yer alan haberlere göre Hristofyas; Rum Ulusal Konsey toplantısında, Kıbrıs Rum kesiminde aşırı milliyetçi çizgisiyle tanınan ELAM örgütünün, Başpiskopos Hrisostomos'un tarafından finanse edildiğini de açıkladı. Bu örgüt, aynı zamanda, Kıbrıslı Türklere yapılan saldırıları da organize etmektedir.

Ocak 2011’de çıkan gazetelerin haberlerine göre; Apoel-Pınar basketbol maçında ortaya çıkan olayların gündeme gelmesiyle başlayan tartışmada Demokratik Parti (DİKO) ve Rum Meclisi Başkanı Marios Karoyan da Başpiskopos Hrisostomos'u savunmuşlardır.

Anadolu Ajansı’nın o tarihte çıkmış bu konudaki haberine göre ise; ELAM üyeleri boya tabancalarıyla askeri talimler yaparak bu saldırıya hazırlanmışlar, karşılaşma için gelen Kıbrıslı Türklerin araçlarının tahrip etmişler ve Güney Kıbrıs'ta ikamet eden bir Kıbrıslı Türkü de bıçaklamışlardır.

Böyle bir organize saldırıyı ve hazırlıkları Rum polis ya da istihbarat elemanları tarafından fark edilmemiş olması da mümkün değildir. Bu işin arkasında finansman ve moral destek olarak Başpiskopos Hrisostomos’un olması ve bu desteğin farkına varılmaması mümkün değildir. Irkçı ELAM ile Kıbrıs Kilisesi’nin maddi manevi bağı çok gizli ilişkiler değildir.