kin kapısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kin kapısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2019 Çarşamba

KİN KAPISI HİKÂYESİNDEN 200. YIL PROGRAMI ÜRETEN YUNANİSTAN


“Yunanistan, 1821’in 200. yılını Türkiye aleyhine bir algı operasyonuna çevirme girişimlerini başlattı. 1821’de Mora İsyanı’yla eş güdümlü şekilde devleti yıkmayı hedefleyen hareketliliği yönlendirdiği gerekçesiyle Patrik 5. Grigorios bugün Kin Kapısı adı verilen yerde asılmıştı. Bir Türk hükümdar asılana dek kapalı tutulacağı açıklanan ve kapalı tutulan Kin Kapısı, Fener Rum Patrikhanesi’nin ana giriş kapısıdır.„




1994 yılında, Yunanistan Parlamentosu tarafından 19 Mayıs 1919 tarihi “Pontus Soykırımının Anma Günü” olan bir yasa kabul edildi ve 8 Mart 1994 tarihli Yunanistan Resmi Gazetesi’nde yayınlandı. Bu bağlamda 19 Mayıs 1919’un Türkiye açısından çok önemli olan 100. yılını Yunanlılar sözde Pontus soykırımı olarak törenler ve etkinliklerle andılar.
Bu hususta Yunan siyasilerden gelen maksadını aşan mesajlara 20 Mayıs’ta Dışişleri Bakanlığı’mız tarafından şu karşılık verilmiştir:
Bu anlamlı günümüzü gölgelemeye yeltenen Yunanistan'daki bazı radikal grupların, tarihimize yönelik hayal ürünü iddialarını, Türkiye'ye yönelik nefreti körüklemeyi hedefleyen etkinliklerini ve Yunanistan'daki bazı siyasetçilerin iç politika saikleriyle tarihi olguları çarpıtan açıklamalarını kabul etmek mümkün değildir.
Sözde “Pontos Soykırım”ı safsataları süredururken şimdi de 1821’in 200. yılını Türkiye aleyhine bir algı operasyonuna çevirme faaliyeti başlatıldı. Burada 1821 yılı ile özdeşleşen Rum Patrikhanesi’nin “Kin Kapısı” olarak tanımlanan kapalı olan ana giriş kapısı ve 1821’deki gelişmeleri, tarihi süreci değerlendireceğiz.

MEGALİ İDEA (BÜYÜK YUNAN ÜLKÜSÜ)
Yunanistan’ın ana doktrini “Megali İdea”dır. Megali İdea, bir gün İstanbul’un mutlaka tekrar Helenlerin merkezi olacağına inanılan bir ütopyadır.
Yunanistan Anayasası’ndaki 3. Madde; başka bir ülkede örneği bulunmayan bir maddedir ve özetle şöyledir: “Yunanistan’ın resmi dini Ortodoksluktur, dinin başı Konstantinopolis’tedir (İstanbul)”
İstanbul için Yunan Anayasası’nda “Konstantinopolis” denmiştir. Anayasası için “Başka bir ülkede örneği” bulunmayan cümlemizden kastettiğimiz işte budur! Komşu bir ülkenin, bir şehrinden, İstanbul’dan bahsedilmesi ve bu bahiste de Bizans dönemindeki adı ile anayasalarında yer almasıdır.
Fransız İhtilali’ni müteakiben, Avrupa’da Yunan hayranlığı ve “Yunancılık” akımı başladı. Bunun tohumlarını atan Yunanlı ozan, şair ve militan “Rigas Ferreos” oldu. Bu kişi “Megali İdea”nın kurucusu ve hamisidir. Rigas Ferreos, 1879 Fransız İhtilali’nin ardından Avrupa’da başlayan milliyetçilik akımları sürecinde, Bizans hanedanından bir torunu kullanarak Avrupa soyluları arasında kendine yer bulmuştu. Bu militan şair; Avrupa’da Yunan hayranlığını çok güzel kullanarak kendine önemli yandaşlar buldu. Bu yandaşların en önemlisi ise Ferreos’tan fevkalade etkilenen ve tanışmalarının ardından Yunanlılara methiyeler içeren, lirik şiirleriyle tanınan “Lord Bayron”dur. 
Rigas Ferreos belki yaşamında bu idealinde muvaffak olamamış fakat Türklük aleyhinde Avrupa’da ortaya çıkmakta olan “Yunanlılık” hareketine çok büyük bir ivme kazandırmıştır. 1757 yılında Filistin'de doğmuş, zengin bir maceraperest olan Rigas, 25 yaşlarında İstanbul’a da gelmiş ve Fener’deki güçlü Rum ailelerinden devlete ihanet ettikten sonra Rusya'ya kaçan Konstantin İpsilantis’in oğlu Aleksander İpsilanti’nin genel sekreteri olmuştu. Aleksander İpsilanti, daha sonra babası gibi Türkiye’den kaçacak ve Osmanlı’yı yıkmak idealini gerçekleştirmek amacıyla Rus Ordusu’nda general olacaktır.
Rigas’ın attığı bu tohumlar meyvelerini kısa sürede verdi ve Yunan yandaşı Avrupalı soylulardan destek gören çeşitli örgütler ortaya çıktı. Bu örgütlerin en önemlisi ise 16 Ocak 1814’de Rus Çarı’nın, Odesa kentindeki yazlık sarayında toplanarak kurulan ve “Paramasonik” bir kuruluş olan “Filiki Eterya”dır. Megali İdea’ya göre Filiki Eterya; en kısa zamanda askeri örgütlenmesini de tamamlayarak merkezi İstanbul olacak şekilde “Büyük Yunanistan”ın kurulması için bir ihtilal hazırlığına ve Patrikhane’de silah ve isyan esnasında karışıklık yaratmak maksadıyla sahte Yeniçeri elbiseleri stoklamaya başladılar.
Bu gizli cemiyetin kurucuları: Patnoz'lu Manuel Ksantos, Yanyalı Athanasios Çakalos ve Nardan'lı Nikolaos Skuphas’tır. Bu üç kişi aynı zamanda Masondular ve Filiki Eterya’nın kuruluşunda “masonik” örgütlenme biçiminden faydalanmışlardır. Yani hücre yöntemiyle yapılanarak, bir hücrenin olası yakalanmasından diğer hücrelerin etkilenmemesini amaçlamışlardı.
Bu gizli derneğin ilk toplantılarının Çar'ın yazlık konutunda gerçekleşmesi ve Rus ordusunda General Aleksander İpsilantis (Alexandros Hypsilantis) ile Rus diplomatı olarak Çarın emrinde bulunan bir başka kaçak Yunanlı olan Kont Kapodistria’nın (Yoannis Kapodistrias) bu ihanetin başında bulunmaları ise Rumlar arasında büyük heyecan yaratmıştı.
Bu süreç; 1821’de Rum Patriğin bugün adı “Kin Kapısı” olarak bilinen yerde asılmasına kadar giden sürecin başlangıcıdır.
2 Şubat 1821’de Mora İsyanı başlayınca bir yandan da Patrikhane’de gizli faaliyetler başladı. Bu durumun istihbaratını alan Sultan 2. Mahmut, Sadrazam (Benderli) Ali Paşa’yı bu konuyu araştırmaya ve gereken tedbirleri almak üzere görevlendirdi. Sadrazam Ali Paşa derhal Patrikhaneye bir baskın düzenledi ve aramalar esnasında bu istihbaratın gerçekliği ortaya çıktı. Rum Patrikhanesi’nin örgütün silah deposu halini aldığı, ele geçirilen çok sayıda silah ve sahte yeniçeri giysisi ile ortaya çıktı.
10 Nisan 1821’de, Patrik 5. Grigori­os tutuklandı ve bugün Patrikhane’deki “Kin Kapısı” olarak anılan yerde asıldı, Sultan 2. Mahmut ile Sadrazam (Benderli) Ali Paşa kapıya gittiler kadavrasını gördüler ve bir Yahudi topluluğuna kadavrayı sokaklarda sürükleyerek denize atma emrini verdiler.
Bu olaydan sonra “Kin Kapısı” Rumlar ve Yunanlılarca sembolleştirildi ve o meşhur fetva verildi: “Bir Osmanlı Padişahı ya da bir Osmanlı veliahdı ya da bir Osmanlı şeyhülislamı burada (kapıda)asılmadıkça açılmasın…
Kin Kapısı ile ilgili özel bir ritüelin bulunduğu ve yeni bir patriğin göreve geldiği gece bu kapının arkasında bu özel ritüele göre bir ayin yapıldığı Yunan tarih kaynaklarında bulunuyor. Günümüzde, Rum Patrikhanesi’ne gelen tüm ziyaretçiler, devlet adamları, diplomatlar yan kapıdan içeri alınırlar. Bu kapının açılması yönünde geçmişte Türkiye tarafından yapılan talepler ise daima nazikçe reddedilmiş ya da savuşturulmuştur.
(Patriğin asılış tarihi ile ilgili olarak bazı Türk tarih kaynaklarında 21 ya da 22 Nisan tarihi verilmektedir. Ancak Patrikhane tarafından her sene yapılan anma ritüelinin tarihi 10 Nisan’dır)
1994 yılından itibaren takip ettiğimiz Patrikhane konusunda; Kin Kapısı ile ilgili basına düşmüş elimizde sadece bir örnek var! Ocak 2011’de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos ve beraberindeki papazlar kin kapısının ardında fotoğraf çektirip bunu Kıbrıs basınında kullanmışlardı.
Her sene 10 Nisan’da Patrik ve birkaç üst rütbeli papaz tarafından gerçekleştirilen asılan patriğin anma ritüeli belki de kamuoyunda bir hassasiyet yaratmamak adına afişe edilmezdi!
Bu sene ise bu durum farklı bir şekilde lanse edilmekte!
10 Nisan’da “Kin Kapısı”nda yapılan ayin ile ilgili olarak evvelâ Yunan sosyal medyalarında bazı haberler yer aldı. Hemen ardından ise Patrikhane ile ilgili yayın yapan Yunan dinî haber portallarında aşağıdaki haber verilmeye başlandı. Aynı kaynaktan servis edildiği metinden anlaşılan bu haber ve birkaç adet fotoğraf bahsi geçen sitelerde şu şekilde çıktı: “Her yıl olduğu gibi bu sene de 10 Nisan 2019 Çarşamba sabahı, Ekümenik Patrik Bartholomeos, selefi 5. Grigori­os'un asıldığı yerde onun anısına mum yaktı, dua etti ve çiçek bıraktı.  Patrik Bartholomeos bu kutsal yerde, derin bir sessizlik içinde, İsa Mesih'in kilisesinin ve tüm inananlarının korunması ve cemaatinin ruhsal gelişimi için dua etti.”
İçeriği kısa olan haberdeki “Her yıl olduğu gibi bu sene de 10 Nisan”da şeklindeki ifade fevkalade önemlidir.
26 Nisan’da ise Yunanistan Yeni Demokrasi Partisi Başkanı Kyriakos Mitsotakis, eşi ve kızı ile birlikte İstanbul’da Rum Patrikhanesi ve Ruhban Okulu’nu ziyaret etti. Çıkan haberlerde, Mitsotakis ve ailesinin kin kapısı arkasında asılan Patrik Grigorius için dua ve meditasyon yaptıkları ve eşi Daphne Mitsotakis’in de bir çelenk bıraktıkları fotoğrafları ile birlikte yer aldı.
Bu kadar sene sessiz sedasız gerçekleştirilen anma töreninin birden bire medyada afişe edilmesinin ardından Yunanistan’dan bu konuda önemli bir bilgi geldi!
Yunanistan Kilisesi Sen Sinodu’nun 7 Mart 2019 tarihli toplantısında aldığı bir karara göre 2021 yılında 1821’de Patrikhane’nin kapısında asılan patrik ve ardından kapatılan ve bugün adı Kin Kapısı olarak bilinen tarihi olayın 100. yılında etkinlikler yapılması için bir karar alınmış. Bahsi geçen tarihin ulusal yas ilan edilmesi için de bir adım atılmış, alınan karar ise kamuoyuna hemen açıklanmamış. 6 Mayıs 2019’da öğle saatleri civarında ise Yunan sosyal medya unsurlarında bu toplantı ve alınan kararlarla ilgili paylaşımlar başladı.
Verilen bilgilere istinaden; 9 Mayıs 2019 Perşembe 10.30-13.30 saatleri arasında Yunanistan Sen Sinod binasında tüm üst düzey Yunanlı din adamlarının, metropolitlerin katılması istendi. Din adamlarının yapılması planlanan program dâhilinde belirli bir etkinliğe katılmaları da istendi. Bu hususta teklifler ve önerilerin yazılı olarak sunulması, bu suretle ise Yunanistan Sen Sinod’u tarafından uygun görülen tekliflere onay verileceği, nihai onaydan sonra bu etkinlikte yer alınmasının şerefli bir görev olacağı vurgulandı. Ayrıca Yunanistan Kilisesi adına yapılacak olan etkinliklere ek olarak her metropolitliğin kendi yerel aktivitelerini de planlaması ve tarihi olayları vatandaşlara tanıtmak için gerekli olan her türlü aktivitenin şimdiden hazırlanmaya başlanması da istendi.
Bir yandan Yunanistan’daki metropolitlikler eliyle bu hazırlıklar başlamış iken öte yandan 18-19 Ekim 2019 tarihlerinde, Atina’da “1821 Devrimi Uluslararası Bilimsel Konferansı” düzenleneceği de anlaşıldı.
Bu hazırlıklardan anladığımız şudur ki; 1821’de yaşanan ve yukarıda ayrıntılarını verdiğimiz olay, Türkiye tarafından gerçekleştirilmiş bir katliam olarak sözde Pontos soykırımının 100. yılı gibi bu kez de 1821’in 200. yılı şeklinde çeşitli ülkelerin kamuoylarına sunulacak ve sonuçta bu konuda Türkiye karşıtı bir algı operasyonu yapılacaktır.
Türkiye topraklarında kurulmuş bir “Ortodoks Halifeliği” ile eş anlamlı sayılması gereken Patrikhane’ye “Ekümenik” sanının bir gün verilmesinin ülkemiz açısından ne kadar sakıncalı olduğunu her fırsatta vurguluyoruz.
Yunanistan bugünkü bildiğimiz coğrafyasında tesadüfen kurulmuş bir ülkedir. 1821’de yaratılmak istenen isyan ve sonrasında Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını elde etmesi sürecindeki Helenik amaç; bugünkü coğrafyasında bir Yunanistan kurmak değildi!
Yunanistan; 1814 Yunan gizli ihtilal örgütü Filiki Eterya ile başlayıp 1821’de (Yunanlılara göre) hüsranla biten maceradan sonra gelişen bir takım olaylar sonucunda bu günkü coğrafyasında kurulmuş bir ülkedir.
Onların amacı; üzerinde yaşadığımız topraklarda, başta İstanbul ve Ege olmak üzere Türkiye topraklarında bir Yunanistan kurmaktı. Yunanistan Anayasası’ndaki 3. Madde'de, ülkenin merkezini İstanbul olarak ve Bizans dönemindeki adıyla gösterilmesi bu nedenle çok önemlidir...

19 Eylül 2013 Perşembe

KIBRIS RUM ORTODOKS KİLİSESİ ve BAŞPİSKOPOS II. HRİSOSTOMOS



Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin başında bulunan, Başpiskopos II. Hrisostomos’un (Chrysostomos of Kition) Eylül ayı başında verdiği ve çok tartışılan bir beyanatı vesilesiyle Hrisostomos’un son yıllardaki çıkışlarını ve kısaca Kıbrıs’ın Hıristiyanlık Tarihi’ndeki önemini bu yazımızda ele almak istedik.  

10 Nisan 1941’de Baf’ta doğmuş fanatik bir Türk düşmanı olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başpiskoposu II. Hrisostomos, yakın tarihte “Kanlı Papaz” olarak bilinen Makarios’tan devraldığı olumsuz din adamı geleneğini başarılı bir şekilde sürdürüyor. Eylül başında ajanslara düşen haberlere göre; Hrisostomos, Güney Kıbrıs’ın ekonomisinin “boğulduğunu” ve açlıkla karşı karşıya kalındığını görmesi halinde, halkı ayaklanmaya teşvik edeceğini söyledi. 

Bir gazeteye "Beni Susturacak Kişi Daha Doğmadı" şeklinde beyanat veren Hrisostomos, “Ağzımı kapatmak istediler ama bunu başaracak kişi daha doğmadı” dedi. Hrisostomos, ülkesindeki AKEL Partisi ve Rum Merkez Bankası Başkanı Panikos Dimitriadis ile de sorunlar yaşıyor ve her fırsatta bu kişiler aleyhine beyanatlarda bulunuyor.

Hrisostomos, Türkiye ile bilinen “Doğal Gaz Krizi” nedeniyle, Kıbrıs’a Türkiye tarafından olası bir askeri müdahale ihtimali için ise şöyle konuşuyor: “ABD yanımızda olduktan sonra hiçbir şeyden korkmayız. Yine İsrail’le işbirliği yaparsak, iyi edeceğiz. Zira İsrail düşmanlarla çevrilidir ve tek çıkış yolu Kıbrıs’tır.

Simerini Gazetesi Hrisostomos’un “Sigma Live” isimli bir internet haber portalına verdiği mülakatı 7 Eylül’de şöyle duyurdu:  “Başpiskopos, AKEL ve Merkez Bankası Başkanı’na bayrak açtı... Hedef “Hellenic”i Kapatmaktı... Dimitriadis ve AKEL ağzımı kapatmak istedi ama bunu başaracak kişi daha doğmadı... ABD ve İsrail Kıbrıs için dayanaktır... ABD yanımızdayken kimseden korkmayız.” 
      
Kıbrıs Kilisesi için ise; “Kilise yıkılmaz çünkü insan yapısı değildir. Kiliseyi Tanrı kurdu ve halen de yaşatıyor. Bizans İmparatorluğu yok oldu ancak onun kurduğu kilise burada yaşamakta ve durmaktadır.” dedi.

Kıbrıs Adası Hıristiyanlık Tarihi açısından çok önemlidir. Hıristiyanlık için, “Hıristiyanlık aslında Aziz Pavlus’un dinidir” şeklinde yaklaşan çokça teolojist bulunuyor… Bu gözlemdeki en büyük faktör; Hıristiyanlığın yayılmasının, Aziz Pavlus’un misyon yolculuklarından sonra ivme kazandığı ve özellikle Roma’nın Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etkenin Aziz Pavlus olduğudur. Bu misyon güzergâhlarında ise Kıbrıs  ve Anadolu çok önemlidir. Bir Kıbrıslı olan Aziz Barnabas’ın ilk yolculuklarda Aziz Pavlus’un yanında olması ve Pavlus’a verdiği deste de Hıristiyanlık Tarihi’ndeki bir başka önemli noktadır.

Aziz Pavlus; Hıristiyanlık uğruna iman etmeden evvel vergi toplayıcısı bir Yahudi olarak Hıristiyanlara eziyet etmekteydi.

(İncil’den bu konudaki iki alıntı şöyledir: “Elçiler 8: 3- Saul ise müminleri kırıp geçiriyordu. Ev ev dolaşarak, kadın erkek demeden müminleri dışarı sürüklüyor, hapse atıyordu.” ve “Elçiler 9: 1-2- Saul ise Rab'bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam'daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa'nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim'e getirmek niyetindeydi.”)

Salamis'te doğmuş ve Aziz Pavlus gibi aslen Yahudi bir ailenin oğlu olan, Aziz Barnabas’ın da durumu Aziz Pavlus’a benzer… Barnabas, Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a dönmüş ve MS. 45 yılında o da Hıristiyanlığı yaymak için Aziz Pavlus ile birlikte çalışmaya başlamıştır.

Bu faaliyetlerden ötürü Aziz Barnabas, vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi bir bataklığa saklanmıştır. Barnabas'ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi bataklıktan alarak Salamis'in batısında bir yeraltı mağarasına gömdüler.

432 yıl sonra Piskopos Anthemios, Barnabas'ın mezarını rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını sağladı. Bu keşif sonrasında Piskopos Anthemios, İstanbul'a giderek İmparator Zeno'yu bilgilendirdi ve bu suretle Kıbrıs Kilisesi’nin özerk olmasını sağladı. İmparator, mezarın bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesi için bağışta bulundu. MS. 477'de inşa edilen bu manastır halen Magosa’ya giderken yol üzerinde bulunur ve Dünya’daki mevcut ikona envanterinin en önemli parçaları bu manastırda muhafaza edilmekte ve sergilenmektedir.

1922’de Aziz Barnabas Manastırı’nda görevli Stefano, Haritanos ve Barnaba adındaki üç kardeş papaz kilisenin kapısının sağ kısmında yer alan, Aziz Barnabas’ın ölümünün 432 yıl sonrasını konu alan bir fresk yaptılar. 1976 yılında kadar Aziz Barnabas Kilisesi’nde görevlerini sürdüren bu üç kardeş papaz; süreçte yaşlılık ve hastalık nedenleriyle Güney Kıbrıs’a göç ettiler. Bu kardeş papazların manastırı terk etmesinin ardından Aziz Barnabas Manastırı orijinal hali korunarak ziyarete açıldı.

1991 yılında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından restore edilmeye başlandı. Manastırın çok değerli ikonaların sergilendiği kilise kısmı da restore edildi ve kapsamlı bir ikona müzesine dönüştürüldü. Manastırın avlusunda ayrıca Arkeoloji Müzesi inşa edilmiştir ve bu müzede de çok değerli arkeolojik parçalar sergilenmektedir.

Kıbrıs ile ilgili olarak bir başka husus da Hıristiyanlık Tarihi adına önem arz eden başka dini eserlerin de KKTC topraklarında bulunmasıdır. Aynı şekilde dini arşivin önemli kısmı da KKTC Cumhurbaşkanlığı envanterindedir. (YN: Filiki Eterya ile ilgili araştırmamızda KKTC Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden çok önemli kaynaklar temin etmiştik.)

Kıbrıs Türkleşme tehlikesinde... Türkleşirse herkes gidecek ama biz kilise olarak gitmeyecek,  burada kalacağız.” Bu sözlerin sahibi Başpiskopos Hrisostomos’un Türk düşmanlığı o kadar had safhada ki; Kıbrıs’ın ilk cumhurbaşkanlığını da yapmış olan ve yüzlerce genç, yaşlı, masum Türkün katline neden olan selefi Başpiskopos Makarios’u aratmamakta…

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Aralık 1963 sonunda ise Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik olaylar gerçekleşti. 20 Aralık’ta Türk köylerinde başlayan kıyım “24 Aralık Noel Gecesi ellerindeki silahları Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesine çeviren Başpiskopos ve Cumhurbaşkanı Makarios’un kışkırttığı “dini bütün Hıristiyanlar” silahlarını binbaşının eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat’a doğrultular. Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de büyük bir infial yarattı. 103 köy boşaltıldı toplamda 25 Bin kişi sürgün oldu.

Tarihsel süreçte Kıbrıs’ın üzerinde yaşananlar, aslında paylaşılamayan topraklarının Hristiyanlık Tarihi açısından fevkalade önemli olmasındandır. Çeşitli kaynaklarda, Makarios’un iktidarı süresinde, Kıbrıs’taki mevcut otellerin birçoğunun gizli ya da açık sahibi olduğu bilgisi bulunmaktadır. Makarios’un, dini lider sıfatını kullanarak Türklere karşı şiddeti nasıl körüklediğini de yukarıdaki acı örnekte olduğu gibi hâlâ hafızalardadır. Devrin Rum Patriği Athenagoras tarafından Kıbrıs’a başpiskopos olarak atanmış olan Makarios, servetini korumak için Türklerin tamamını yok etmeyi dahi göze almıştı.

Bir KKTC gazetesinde “Yani bugün Hrisostomos’un “düğün değil bayram değil, bu neyin kafası” diye düşündüren çıkışlarına kızmayalım, zira bu genetik bir özellik… Din adamlarının sevgi dolu olması, hedef kitlesine sabrı, bireylere tahammülü tavsiye ederek hayatın güçlüklerine karşı destek olması gerekirken bırakın bu özellikleri, kışkırtıcı yönleriyle öne çıkmaktalar. Özellikle kutsal kabul edilen dinlerin muhatabı; bir ırk, kavim, coğrafya değil, bütün insanlık olduğuna göre, bir din adamı yaşadığı toplumda huzursuzluğu, hayatını sürdürdüğü bölgede kaosu planlıyorsa orada ciddi sorunlar var demektir.” değerlendirmesi yapılmıştır.

Kıbrıs Rum yönetimi önceki lideri Dimitris Hristofyas’ın Ocak 2011’de yapılan Rum Ulusal Konsey toplantısında; bir süre önce yapılan Apoel-Pınar Karşıyaka basketbol maçında, fanatik Rumlarca yapılan saldırıyı da Türkiye’nin tepkisi üzerine görüştüğü biliniyor. Pınar Karşıyaka takımının oyuncularına ve yöneticilerine karşılaşma esnasında taşlı sopalı saldırı yapılmış ve bu saldırının ardında aşırı ırkçı örgüt; “Ulusal Halk Cephesi” (ELAM) olduğu ortaya çıkmıştı. Teşvik edenin ise Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos’un olduğu, bizzat Rum lider Hristofyas tarafından ifade edilmişti.

O tarihte Rum gazetelerinde yer alan haberlere göre Hristofyas; Rum Ulusal Konsey toplantısında, Kıbrıs Rum kesiminde aşırı milliyetçi çizgisiyle tanınan ELAM örgütünün, Başpiskopos Hrisostomos'un tarafından finanse edildiğini de açıkladı. Bu örgüt, aynı zamanda, Kıbrıslı Türklere yapılan saldırıları da organize etmektedir.

Ocak 2011’de çıkan gazetelerin haberlerine göre; Apoel-Pınar basketbol maçında ortaya çıkan olayların gündeme gelmesiyle başlayan tartışmada Demokratik Parti (DİKO) ve Rum Meclisi Başkanı Marios Karoyan da Başpiskopos Hrisostomos'u savunmuşlardır.

Anadolu Ajansı’nın o tarihte çıkmış bu konudaki haberine göre ise; ELAM üyeleri boya tabancalarıyla askeri talimler yaparak bu saldırıya hazırlanmışlar, karşılaşma için gelen Kıbrıslı Türklerin araçlarının tahrip etmişler ve Güney Kıbrıs'ta ikamet eden bir Kıbrıslı Türkü de bıçaklamışlardır.

Böyle bir organize saldırıyı ve hazırlıkları Rum polis ya da istihbarat elemanları tarafından fark edilmemiş olması da mümkün değildir. Bu işin arkasında finansman ve moral destek olarak Başpiskopos Hrisostomos’un olması ve bu desteğin farkına varılmaması mümkün değildir. Irkçı ELAM ile Kıbrıs Kilisesi’nin maddi manevi bağı çok gizli ilişkiler değildir.

28 Haziran 2012 Perşembe

BOJİDAR ÇİPOF 15 HAZİRAN 2012 HABERTÜRK TV'DE



Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 15 Haziran 2012'de Habertürk TV'de azınlık vakıflarının iadesini sağlayan yeni yönetmelik çerçevesinde, Bulgar Eksarhlığı Vakfı'nın Şişli'de geri almaya çalıştığı araziler ile ilgili konuştu.

30 Nisan 2012 Pazartesi

HALİÇ'TEKİ DEMİR KİLİSE’NİN ve BULGAR CEMAATİ’NİN TARİHİ (2.Bölüm)

  

Haliç'teki Demir Kilise ve Bulgar Cemaati”  başlıklı bu makalemizin ilk kısmı için önceki bölümü de okuyunuz. 

Bulgarlar 1870 tarihli Padişah fermanına rağmen Fener Rum Patrikhanesi tarafından millet olarak aforoz edilmişler ancak Bulgar kaynaklarında sıkça rastlandığı üzere, bu “shizma”  (Aforoz) işini pek de ciddiye almamışlardır.[1]

Bu durum 1944 yılına kadar devam eder. 9 Eylül 1944’de Bulgaristan’da Sovyet Rusya destekli komünist bir rejim başladı. Bulgaristan Hükümeti dış dünya ile bağlarını tamamen koparmamak, hatta bazı ülkelere sempatik görünmek için Bulgar Ortodoks Kilisesi’ni destekler bir havaya girdi. Amaç kiliseyi devlete bağımlı/kukla bir idare olarak yönetmekti. Bir taraftan Fener Rum Patrikhanesi tarafından aforozlu (Shizmatik) ilan edilen, öte yandan uzun yıllar gerçek anlamda başsız kalan Bulgar Ortodoks Kilisesi politik açıdan kullanılmaya hazırdı.

Ortodoks dünyasının liderliğini ele geçirmek isteyen Rus Patrikhanesi ile Fener Rum Patrikhanesi arasında ezelden beri süre gelen rekabet ile o yılların Avrupa’sını paylaşan siyaset birleşti. Galip devletler siyasi etki alanlarını paylaşırken, Balkanları Sovyet Rusya’ya bırakmışlardı.

Dış ülkeler ile olan ilişkilerinde, bu ülkelere sempatik görünmek Rusya için de çok gerekliydi. Rusya’nın yöneticileri, Bulgaristan gibi komünist idare altındaki diğer ülkelerin ulusal kiliselerini de kendi kiliselerine manevi açıdan bağımlı hale getirmeye çalışıyorlardı.

Ocak 1945’te, Moskova’da bir Ortodoks birliği toplantısı yapıldı. Fener Rum Patrikhanesi temsilcilerinin de katıldığı bu gibi toplantıya sadece Rum Patrikhanesi tarafından “shizmatik” ilan edilmiş, Bulgar Kilisesi temsilcileri katılmadı. Bu toplantıda Rus Patriği’nin, ”Kardeş Bulgaristan Kilisesi’nin de artık Ortodoks birliğine dâhil olması gerekir. Bu yolda her şeyin yapılması gerekmektedir.” fikrini ağırlığını koydu

Sıkışan Rum Patriği; Bulgarların kendisine bir mektup yazarak 5 Mart 1870 tarihli padişah fermanı ile başlayıp 1872 yılında shizma (Aforoz) ile noktalanan ayrılık için özür dilemesini istedi. Rus Patriği tarafından da benimsenen bu çözüm, Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne derhal bildirildi. Politik güçler tarafından organize edilen bu gelişmeler sürerken 21 Ocak 1945 tarihinde, Sofya’da acele olarak bir kilise genel kurulu toplandı ve Sofya Metropoliti Stefan Eksarh seçildi. Yine aynı kurulda komünist yöneticilerin dikte ettirdiği “Bulgar Ortodoks Kilisesi Tüzüğü” de onaylandı. Stefan, Eksarh seçilir seçilmez Rum Patrikhanesi’ne aman dileyen uzun bir mektup yazdı.[2]

Bu mektup ile Bulgarların, Osmanlı Devleti’nin de destek ve hoşgörüsü sayesinde elde ettikleri dini özerklik bir kenara atılmaktaydı. Böylece 73 yıldır süregelen anlaşmazlıklar ile karşılıklı olarak birbirlerini reddeden bu iki kilise arasında tekrar bir yakınlaşma oldu. 3 Şubat 1945’de Nevrokopski Boris ve Tırnovski Sofroniy dini lakaplarıyla bilinen iki Bulgar metropoliti, İstanbul’a geldiler ve Şişli’de, içinde Sveti İvan Rilski kilisesinin de bulunduğu Eksarhlık binasına - ki o esnada sadece Eksarhlık Vekilliği - yerleştiler. 5 Şubat 1945’de o esnada İstanbul’da bulunan Bulgaristan uyruklu Arhimandrit (Bir dini rütbe.) Andrey Veliçki ile birlikte Rum Patrikhanesi’ne giderek shizmanın kaldırılması ile ilgili görüşmelere başlanmasını rica ettiler. Şubat ayı içinde yapılan bir kaç görüşme sonucunda shizmanın kaldırılmasına karar verildi.

19 Şubat 1945’da Rum Patrikhanesi ”Tomos” denilen bir belge yayınlayarak Bulgar Kilisesi’ni tanıdığını ve kucakladığını açıkladı. Bu belgede Fener Rum Patriği Benyamin ile beraber Rum Patrikhanesi Sen Sinodu’nu teşkil eden 12 metropolitin imzaları vardır. Rum tarafından verilmiş olup belgede Bulgar tarafının imzası yoktur. Bu hikâyede her iki tarafın müştereken imzalandığı bilinen tek belge; daha sonra bir anlaşmaya çevrilmemiş olan 19 Şubat 1945 tarihli ve tam olarak ne olduğu anlaşılamayan protokoldür. Bahsi geçen protokolün aslı bulunamamıştır ve “Tomos” denilen dini belgenin de aslı ortada yoktur.

1966 yılında ilk Bulgar Patriği olarak görevde bulunan Kiril bu konu üzerine özel bir çalışma yaparak bir gizli rapor hazırlamış ve Bulgar Kilisesi’nin üst düzey yöneticilerine dağıtmıştır. Elinde kilisenin tüm imkânlarını kullanmak, arşivini istediği gibi inceleme olanaklarına sahip olan Bulgar Patriği Kiril dahi bu anlaşmanın ya da protokolün aslını bulamamıştır. Rapordan bazı alıntılar şöyledir:

“(...) Maalesef Bulgar Sen Sinodu’nun arşivinde shizmanın kalkması için karma komisyonun bir protokolü bulunamamıştır. (Not: Bu kısmın altı çizilidir.) Bunun için İstanbul’daki Eksarhlık Vekilliği’nin geleceği hakkında bizi aydınlatacak bir bilgiye sahip olamadık. (...) Çünkü patrikhanenin kabul etmemesine rağmen, İstanbul’da Eksarhlık Vekilliği vardı ve varlığı Türk makamlarının hoş görüşü ile kabul edilmiştir.

Bulgar Patriği Kiril 9 Nisan 1966[3]

5 Şubat 1945’de Fener Rum Patrikhanesi’nin içinde bulunan Aya Yorgi Kilisesi’nde; Bulgar, Yugoslav, Yunanistan, Sovyet Rusya, Polonya ve İngiliz başkonsoloslarının da bulunduğu bir ayin yapılarak aforozun kaldırılması için dua edildi. Fener Rum Patriği Benyamin aynı gün; “Bulgaristan Eksarhı ve Sofya Metropoliti Stefan’a” diye başlayan bir telgrafla yapılan töreni ve kutsamayı haber vererek kendisini tebrik etti. Bulgar Eksarhı Stefan da 28 Şubat 1945 tarihli bir telgrafla Rum Patriği’ne teşekkür etti. Bu olaya politikanın karışmış ve kilisenin bu işe alet olduğunun bir başka delili de; Bulgar Devleti’nin, Rum Patrikhanesi’ne teşekkürde dini otoriteden daha önce davranması ve 23 Şubat 1945 tarihinde Bulgar Dışişleri ve Dinişlerinden Sorumlu Bakan Stoyanof imzası ile Fener Rum Patriği’ne hitaben şöyle bir telgraf çekti:[4]

Bulgar Hükümeti adına çok mutluyum. Bu nedenle şahsınıza, büyük tatminimizi ve teşekkürlerimizi sunuyorum.

İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinin de ruhani yönden, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanmış gösterilmesi üzerine, Bulgar heyetinde olup İstanbul’da yaşayan (Bulgar uyruklu) Arhimandrit Andrey Veliçki’nin görevine devletçe son verdirilmiş ve 6 Aralık 1945’te ülkeyi terk etmesi istenmiştir. Shizmanın kalkması ile birlikte İstanbul Bulgar Ortodoks Kiliseleri ile Rum Patrikhanesi arasında ciddi problemler yaşanmaya başlandı.

Rum Patrikhanesi, Şubat ayından itibaren Bulgar Kiliselerinde kullanılan dini belgelerin Rumca olarak verilmelerini talep etti. O zaman Bulgar Ortodoks Kiliseleri’nde ruhani olan Protoirey (Dini bir rütbe) Yoakim Mustref ile Rum Patrikhanesi arasında zorlu bir mücadele başladı. Mustref 21 Mart 1946 tarihinde, Bulgar Eksarhı Stefan’a bir mektup yazarak durum hakkında bilgi verdi ve dini belgeler ile ilgili sıkıntıları dile getirdi. (Bulgar Eksarhlık Vekilliği’nin 21 Mart 1946 tarihli mektubu. Sureti Bojidar Çipof arşivindedir.) Mustref, 18 Eylül 1946’da, Ankara’daki Bulgar Büyükelçisine de bir mektup yazarak patrikhanenin hiçbir dayanağı olmayan istekleri için destek istedi. Büyükelçi Angelof, Mustref’e bir cevap vererek şu ifadeyi kullandı:

(...) gayet basit olarak onlara hiç önem vermeyiniz ve belgelerinizi şimdiye kadar yapmış olduğunuz gibi Bulgarca vermeye devam ediniz. Elçiliğimize, Bulgar Eksarhı’nın bu konu ile ilgili yazınıza verdiği cevabın bir nüshasını acele yollayınız. Ankara 24 Eylül 1946 Büyükelçi V. Angelof” [5]

Protokolün yapılış tarihinde hasta olduğu ya da başka bir gerekçeyle bu delegasyona iştirak etmeyen Bulgar Eksarhı Stefan protokolden 10 ay sonra İstanbul’a gelerek, Rum Patriği ile görüştü. Bu konuda Cumhuriyet Gazetesi’nde şu haber çıktı:

Patrikhane ile Bulgar Kilisesi dün barıştılar. Şehrimize gelen Bulgar Eksarhı Patriğin elini öptü ve ona hediyeler verdi.” [6]

İlk başta politikanın oyuncağı olan Eksarh Stefan daha sonraki yıllarda komünistlerle anlaşmazlığa düştü ve 1948’de istifasını verdi. Bu istifayı verdikten hemen sonra Paisiy Vraçanski ve Kiril Plovdiski adındaki iki metropolit tarafından oyuna getirildiğini anladı ve istifayı geri almak için geri döndü. Fakat bu iki metropolit istifasının yürürlüğe konduğunu, kasaya kaldırıldığını ve bunun gibi mazeretlerle kendisini geri çevirerek isteğini yerine getirmediler. Eksarh Stefan daha sonra Bane Karlovsko Köyü’nde komünistlerce gözaltına alındı ve hayatının sonuna kadar orada bir evde yaşadı.[7]

Metropolit Kiril uysal biri olduğu için devletin de desteğiyle Sen Sinod Vekili oldu. Komünistler; 1950 yılı sonunda bir “Kilise Nizamnamesi” hazırlayarak bunu Bulgar Sen Sinodu’na kabul edilmesi için yolladılar. Tabi ki Bulgar Sen Sinod’u da bu nizamnameyi hemen kabul etti. Aslında kilise yasalarına (kanonlar) göre bu antikanonik bir hareket oldu. Çünkü bu gibi bir nizamnamenin kabul edilebilmesi için geniş katılımlı bir ”Ulusal Kilise Toplantısı” yapılması ve nizamnamenin bu toplantıda hazırlanması gerekirdi.

8 ila 10 Mayıs 1953 tarihinde yapılan “Ulusal Kilise Toplantısı” ile Bulgar Eksarhlığı’nın artık Bulgar Patrikhanesi’ne dönüştürülmesi kararı alındı. 11 Mayıs 1953’de Sen Sinod Vekili Metropolit Kiril de ilk Bulgar Patriği olarak seçildi. Patriklik törenine tüm kiliseler davet edildi. Rum Patrikhanesi bu törene katılmadı. 8 yıl sonra, 1961’de bir mektup yollayarak Bulgar Patrikhanesi’ni tanıdığını beyan etti.

Bu dönemin en önemli olayı; protokolün yapılmasıyla birlikte ortaya çıkan “Dini Belgeler” krizidir ve Rum Patrikhanesi’nin derhal Türkiye’deki Bulgar Ortodoksları asimile etmeye kalkışmasıdır. 1994 yılında da tekrar hortlayacak olan bu dini belgeler sorunu; bir yandan Bulgar Cemaati’ni ruhani ve idari açıdan, Rum Patrikhanesi’ne bağlamak, diğer yandan ise (o zaman) dini belgelerden bir kazanç elde etmek olarak; iki farklı açıdan ele alınmalıdır.

1994’te yapılanlar; hadisenin kazanç yönüyle değil, ruhani bağımlılığın yanı sıra hiyerarşik olarak da Rum Patrikhanesi’nin üstünlüğünün Bulgarlarca tescil edilmesi ve Patrikhane’nin, Türkiye’de tescil ettirmeye çalıştığı sözde “Ekümenik” vasfının Bulgarları kullanarak “de facto” bir durum yaratılmak istenmesidir.

10 Kasım 1989 tarihinde, Bulgaristan’da iktidardaki Todor Jifkov yönetimi kansız bir darbe ile indirildi ve “Büyük Demokrasi Dönemi” diye adlandırılan süreç başladı. Birdenbire ortaya çıkan büyük sermayeler; eski idareciler, mafya mensupları ve gizli servis elemanlarının elinde toplandı. Sonuçta ülkede gelir dağılımı bozuldu, işsizlik, pahalılık ve özellikle suç işleme oranı arttı. Bulgar Kilisesi açısından da bu gelişmeler, pek olumlu sonuçlar vermedi. Komünist Parti zamanında kurulan Diyanet İşler Müdürlüğü; Bulgar Kilisesi’ni uluslararası platformda saygınlık kazanmak için günümüzde de olduğu gibi kullanmaya kalktı.

1990 yılında yapılan, “Ulusal Yuvarlak Masa Toplantısı”nda Bulgar Patriği Maksim; Komünist yönetimin adamı olmak, Eski ve Yeni Ahid’i dahi tam olarak okumamış olmak ve en önemlisi yasal bir şekilde seçilmemiş -komünistler tarafından bu göreve getirilmiş- olmakla ve daha buna benzer birçok şeyle itham edildi.

Gelişen olaylarda bütün yüksek rütbeli din adamları şeytandan daha kara gösterildiler. Eski din adamlarının itibarları aşırı zedelenmiş olduğundan, yeni bir Sen Sinod’un ve patriğin seçilmesi için kilise ve halkın iştirak ettiği bir konsilin toplanması gerekirdi fakat bu da yapılmadı. İşler sürünceme kaldı ve Bulgar Kilisesi saygınlığını günden güne yitirdi.

S.D.S partisinin başkanı olan Filip Dimitrov’un iktidarında, o dönem milletvekili olan Hristofor Zıbev sahneye çıktı ve parlamentodaki “Diyanet İşleri Komisyonu”nun başına geçti. Kendisini Mesih de ilan eden Zıbev, kısa sürede birçok taraftar topladı. Diyanet İşleri Başkanlığına da yaşlı bir avukat olan Metodi Spasov tayin edildi. Metodi Spasov için Hristofor Zıbev’in adamı olduğu iddiaları ortaya atıldı. Bu arada, Zıbev yasal olmayan (Dini kanonlara göre) bir şekilde “Arhiepiskop” dini rütbesini aldı. Yeni idare tarafından uygun görünmeyen bazı metropolitler, Metodi Spasov’un idaresindeki Diyanet İşleri Müdürlüğü tarafından azledildiler. Patrik Maksim tarafında olanlar, bu gelişmeleri kilisenin otonomisine tecavüz olarak nitelendirdiler.

30 Mayıs 1992 günü Metodi Spasov, komünist ajanı olduğu gerekçesiyle, Patrik Maksim’in azli için emir verdi. Yine aynı emirle yeni bir Sen Sinod tayin etti ve bu ikinci Sen Sinod’un başına da başkan vekili olarak Metropolit Dimon’u getirdi.

Zıbev; 1 Haziran 1992 günü sabahın erken saatlerinde taraftarları ve fedaileri ile birlikte Sen Sinod merkezini işgal etti. Patrik Maksim, ruhbanlar ve sivil memurların binaya girmelerini kaba kuvvet kullanılarak önlendi. Korumalarla çıkan çatışma sonunda içeri giremeyen Patrik Maksim ve diğerleri, Sofya Metropolitliği’ne çekildiler ve uzun bir süre orayı Patrikhane merkezi olarak kullandılar. İşin garibi Bulgar Devleti bu işgalcilere, kapısında korumalar bekleyen ikinci Sen Sinod’a hiçbir müdahalede bulunmadı.

Bu arada, SDS hükümeti yetkiler vaat ederek, Nevrokop Metropoliti Pimen, Vratza Metropoliti Kalinik, Stara Zagora Metropoliti Pankratiy, Episkopos Antoniy ve Episkopos Galaktion ile anlaştı. Bu ruhaniler, Nevrokop Metropoliti Pimen başkanlığında yeni bir sinod kurdular ve kısa bir zaman içinde yeni metropolitler seçtiler ve atadılar. Bu suretle Bulgaristan’daki metropolitlik bölgelerinde, Maksim’e bağlı olanlar ve Pimen’e bağlı olanlar olarak iki ayrı metropolit ortaya çıktı. Bazı bölgelerde din adamlarına yakışmayacak hadiseler oldu. Metropolitlik binalarına, kiliselere, manastırlara kapıları kırılarak girildi, binalar yağmalandı. Bir diğer tarafı içeri sokmak istemeyen ruhaniler dövüldü.

Bir süre sonra Pimen’in Sinodu’ndan Antoniy ve Galaktion af dilediler ve Patrik Maksim’e tekrar katıldılar. Patrik Maksim’den yazılı olarak af dilemek isteyen bazıları ise, tehdit edildi ve vazgeçirildi.

Tam iki yıl Sen Sinod binası, Pimen taraflarının elinde kaldı. Patrik Maksim’in itirazları sonuçsuz kaldı. Bir tarafta yasal Sen Sinod’un başı olduğunu iddia eden Maksim; diğer tarafta “Maksim komünist ajanıdır. O ve tarafları tayin ile gelmişlerdir. Biz gerçek Sen Sinoduz.” diyen Pimen taraftarları kavgalarını sürdürürken Bulgaristan Devleti hadiselere sadece seyirci kaldı. Belki dini konulara karışmak istemedi, belki işine geldiği için karışmadı. Ancak, bu olanlar, Fener Rum Patrikhanesi’nin işine yaradı. Bütün bunlar, demokratik değişimler yaptığını ilan eden, Avrupa Birliği’ne aday bir ülkede cereyan etmekteydi.

1 Haziran 1994 tarihinde Metropolit Neofit kalabalık bir fedai gurubuyla ve karşı tarafı şaşırtarak Sen Sinod binasına girdi ve binayı tekrar ele geçirdi. Böylece eski Sen Sinod ve Patrik Maksim, binaya yeniden yerleşebildiler.

4 Temmuz 1996 tarihinde, tarihte örneği görülmemiş bir uygulamayla; Bulgaristan’da, isyancı taraf olarak bilinen Metropolit Pimen ikinci Patrik seçildi. Yasal patrik olarak bilinen Maksim ve Sen Sinodu, bu seçimin yapılmaması için devlete baskı yaptılar fakat engelleyemediler.  Kilise konsülü yapılırken Metropolit Pimen’e, Kiev Patriği Filaret, Makedonya Kilisesi’nden bir teolog da katılarak destek verdiler. Bu arada eski başbakan Filip Dimitrov ile Başsavcı İvan Tataçev de bu toplantılara katıldılar. Bu iki kişi için, Maksim taraftarları; ”Kilisenin parçalanmasına sebep olanlar.” demektedirler ve dış kaynaklarca desteklendikleri iddia edilmektedir.

Bu konsülde yeni bir kilise tüzüğü de kabul edilmedi. Maksim taraftarları buna karşı grubun fikir adamlarının (İdeologları) zayıf olmasını gerekçe gösterdiler. Bu kişiler Prof. Radko Poptodorof ve Papaz Anatoliy Balaçef’tir. Eski isyancılardan Metropolit Kalinik’in konsüle iştirak etmemesi ise dikkat çeken bir durumdur. 91 yaşındaki Pimen, Bulgaristan’a ikinci patrik oldu. Başsavcı İvan Tataçev de Pimen’i tescil edeceğini ve yasal olduğunu savundu.

İkinci Patrik Pimen vefat etmiştir. İkinci Bulgar Sen Sinod’u; varlığını, Metropolit İnokentiy’in Sen Sinod vekilliğinde halen sürdürmektedir. Bulgaristan’da şu anda iki başlı kilise vardır ve daha uzun süre bu ayrılığın devam edeceği sanılmaktadır. Bulgaristan’da vuku bulan bu hadiseler; tarihte sayısız örneklerine tanık olduğumuz, dinin, din adamları tarafından istismar edilmesine çarpıcı bir örnektir ve Bulgar Kilisesi içindeki karmaşa halen devam etmektedir.[8]


[1]  Bulgaristan’da yayınlanan Novvek (Yeni Asır) Gazetesi’nde 20 Mayıs 1901’de bu hususta çıkan bir haber şöyledir: “Aforozlu olalım veya olmayalım biz böyle iyiyiz. (...) Fener papazları bizi cennete götüremeyeceği gibi Rum Patriğinin aforozu da bizi cehenneme göndermez.” 1901’de aforoz (shizma) devam etmekteydi 

[2]  Bulgar Patrikhanesi Arşivi, Tarih: 21 Ocak 1945, protokol no: 360, Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı, s. 54-55-56-57 Bahsi geçen mektupta 21 Ocakta toplanan kurul ve kurulda alınan kararlar hakkında da ayrıntılı bilgi verilmektedir.

[3]  Bulgar Patrikhanesi Arşivi, Bulgar Patriği Kiril’in 9 Nisan 1966 tarihli gizli raporu. Mikrofilmi Bojidar Çipof arşivinde mevcuttur.

[4]  Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı, s. 81

[5]  Bulgar Büyükelçisi’nin 24 Eylül 1946 tarih ve 923 sayılı mektubu. Orijinali Bojidar Çipof arşivindedir.

[6]   Cumhuriyet 26 Ekim 1945

[7]  Bu kısım, Bulgar Patrikhanesi Arşivi Müdürü Dr. Hristo Temelski’nin, Eksarh Stefan ile ilgili olarak Bojidar Çipof’a hazırladığı çalışmadan derlenmiştir.

[8]  Halen İki Başlı Olan Bulgar Patrikhanesi’ndeki İhtilafların Kronolojisi ve İki Başlı Kiliseye İki Patrik bölümleri; çeşitli Bulgar gazetelerinden derlenmiştir. Gazetelerin çokluğu nedeniyle burada tek tek ad ve tarihleri zikredilmemiştir.