anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2019 Pazartesi

YUNANİSTAN BAŞBAKANI ALEKSİS ÇİPRAS RUM PATRİĞİ BARTHOLOMEOS’UN ELİNİ ÖPMEDİ!



Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras. Heybeliada Ruhban Okulu ziyaretinde Rum Patriği Bartholomeos’un beklentisi Çipras’ın elini öpmesiydi. Ancak Çipras Bartholomeos ile sadece el sıkıştı.
7 Şubat 2019 Milliyet’te Gazeteci Mert İnan’ın Bojidar Çipof ile röportajı

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın, Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaretin ardından en çok merak edilen konuların başında Heybeliada Ruhban Okulu’na yaptığı ziyaret ve Fener Rum Patrikhanesi dini lideri Patrik Bartholomeos ile görüşmesi geliyor. Ateist olduğu bilinen Çipras’ın, Ruhban Okulu’na yaptığı ziyaret tartışma konusu olurken 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Bilimsel Danışmanı Teostratejist Bojidar Çipof, şu saptamalarda bulundu:
Çipras, İncil’e el basıp yemin etmeden göreve başlayan ilk Yunanistan Başbakanı. Çipras’a kadar, Yunanistan’da seçilen veya göreve gelen her devlet başkanı, İncil’e el basıp yemin ettikten sonra göreve başladı. Bu yönüyle Çipras tabuları yıkan biri oldu. Yunanistan aslında seküler olmayan, fundamentalist bir ülke. Çipras Patrik Bartholomeos’un elini saygıdan ötürü öpseydi Patrikhane ve Yunanistan’daki kiliseler bu fotoğrafı propaganda amacıyla kullanırdı. Birkaç gündür Yunan din adamları ve Yunan halkının sosyal medya paylaşımlarına bakınca, ‘Çipras el öpecek mi?’ diye esprili mesajlar yayınlanıyor. Çipras’ın İstanbul’daki Ortodoks din merkezlerini ziyaret etmesi inançlı biri olduğunu göstermez. Böylesi bir davranış sadece sembolik bir hareketten öteye gitmez.
ZİYARET YORTUYA DENK GELDİ
Kamuoyunun atladığı bir nokta olduğuna da değinen Çipof “6 Şubat tarihi, Heybeliada Ruhban Okulu kurucusu Patrik Photios’un yortu günüdür. Yani, Çipras Türkiye’ye gelmeseydi, Patrik Bartholomeos yine Ruhban Okulu’na gidecek ve ayin yönetecekti. Çipras’ın ziyareti ile Photios Yortusu çakışmış oldu” dedi.
Ruhban Okulu’nun açılıp açılmamasının Çipras’ın umurunda bile olmayacağını ileri süren Çipof, “Çipras’ın sosyalist ve ateist dünya görüşüne sahip bir lider olarak, dini kurum ve kişilere mesafeli yaklaştığı biliniyor. Çipras’ın Ruhban Okulu’nda mum yakması, bir gelenek veya saygıdan. Böylesi bir hareket inanmayan bir insanın, yıllardır süre gelen ritüelleri yerine getirmesinden ibaret denebilir. Çipras, dini otoriteye bağlı siyasete bulaşmak istemiyor. Patrikhane ve kilise çevrelerini kendisinden uzak tutuyor. İşin özeti seküler bir devlet başkanı olarak sadece saygıdan ötürü birtakım ziyaretlerde bulunmuş oldu” diye konuştu.


13 Şubat 2019 Çarşamba

RUHBAN OKULUNU AÇMAYAN KİM?

Okulun açılması tüm vatandaşlar için bağlayıcı olan kurallar çerçevesinde mümkündür. Aksi eşitlik ilkesine aykırıdır. Lozan, azınlıkların diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olmasını tesis eder, bir üstünlük ya da ayrıcalık oluşturulması amaçlanmaz.



Geçtiğimiz 5/6 Şubat tarihlerinde Yunanistan Başbakanı “Alexis Cipras” Türkiye ziyareti yaptı. Bu ziyaret ile birlikte 1971’den itibaren kapalı olan “Heybeliada Ruhban Okulu” hakkında tüm medya kanallarında haberler yapıldı.

Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili yazılmış birçok makale internet ortamında bulunmakta… Bu yazımızda okulun tarihi ile ilgili uzun bilgilere yer vermeyeceğiz,  bir paragraflık bir açıklamanın ardından yazacağımız yazıya hem bir hazırlık olması hem de okul hakkındaki eksik bilinen hususların ortaya konması açısından dikkat çekmek gereken noktalar var. En önemlisi ise okulun hukuki durumu nedir? Siyasi bir adım ile açılabilir mi?

Alexis Cipras; 5 Şubat’ta Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan basın toplantısında Yunanistan’a sığınmış olan FETÖ bölücü örgütü mensuplarının iadesi için “Bu durum Yunanistan Yargısı’nın vereceği bir karardır. Müdahale etme imkânımız yoktur” şeklinde bir yorumda bulundu!

Bu yazımızın maksadı tam da budur!


HEYBELİADA RUHBAN OKULU’NUN HUKUKSAL STATÜSÜ NEDİR?

Ruhban Okulu 1844 yılında din adamı yetiştirmek için kurulmuş. Rum Patriği 4. Germanos tarafından 1 Ekim 1844'te açılmış. 1951′de devrin mevzuatına uygun görülerek özel yüksekokula dönüştürülmüş.

1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na istinaden apartmanlarda dahi kurulmuş, mantar gibi çoğalan üniversiteler vardı. Maksat bu birçoğu için merdiven altı da denebilecek sözde yüksekokulları kapatarak, ülkemizdeki gerçek kurumsal kimlikleri, tarihleri ve saygınlıkları olan üniversitelerin saygınlığını zedelememekti. Bu nedenle; 12 Ocak 1971 tarihli 1971-3 sayılı karar ile Özel Yüksek Okulları devletleştirildi. Bu suretle Devlet ya da vakıf üniversiteleri haricinde özel yüksekokul kalmadı.

Bu yasa elbette ki Heybeliada Ruhban Okulu için çıkarılmadı. İşte bu nokta 1971’den itibaren önümüze “Okulumuzu Türkiye kapattı” şeklinde sunuldu. Bir geçiş döneminden sonra Anayasa’da belirlenen hükümler çerçevesinde “YÖK” kuruldu. YÖK’ün kurulmasının ardında mevzuatta belirlenen şartlara uymak koşulu ile Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması için hiçbir engel yoktu.


ŞU ANDA DA HEYBELİADA RUHBAN OKULU’NUN MEVZUATLARA UYMASI KOŞULU İLE AÇILMASINDA BİR ENGEL YOKTUR!

Peki, neden Heybeliada Ruhban Okulu’nu kendileri (Rumlar) açmıyor?

Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili tüm kampanya ve diğer aktivitelerde tek bir ortak nokta yer alır! “1971’de okulu Türkiye kapattı!” bu elbette ki külliyen yalandır!

Patrikhane Heybeliada Ruhban Okulu’nun YÖK’e bağlanmasını hiçbir zaman kabul etmedi ve o esnada açık olan okulda eğitimi kendi tasarrufları ile durdurdular. Yukarıda belirtildiği gibi; Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için halen bir mani yoktur.


YÖK’E BAĞLANMAYI İSTEMEDİLER.

Müfredat üzerinde sadece kendileri söz sahibi olmak istediler ve öğrenci ile öğretmenlere Türkiye tarafından karışılmamasını istediler.

Türkiye’de çok sayıda yabancı okul bulunmaktadır. Bunlarda eğitim verecek öğretmenlerin ikamet ve çalışma müsaadeleri bakanlıkça verilir ve öğrenci kayıtları da belli bir disiplin altındadır.

Bu durum Patrikhane tarafından içişlerine müdahale olarak telakki edilerek hiçbir şekilde kabul edilmedi. Yıllarca Heybeliada Ruhban Okulu’nun Devletin karışmayacağı/ karışamayacağı bir şekilde yeniden eğitime açılması için çalıştılar. Bu süre içinde defalarca Türkiye okulun açılabilmesi için yol gösterdi ve hiçbir surette Patrikhane tarafından kabul edilmedi.

Patrikhane’nin ortaya attığı tez de hep “Okulumuzu Türkiye kapattı” ve “Papaz yetiştiremiyoruz” şeklinde oldu. Oysaki bugün Rum Cemaati’nde papaz olmaya hevesli genç yoktur!

Öğrenci yoktur… “Getirtiriz” denmektedir!

Öğretmenler için de “Getirtiriz” denmektedir!

2016’da T.B.M.M.’ne gönderilen bir tasarıda “Yüksek Öğretim Kurumları ve Teşkilat Kanunu”nda değişiklik öngören bir tasarı ile Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi kurulması ve üniversitede İslam Araştırmaları Enstitüsü’nün yanı sıra bir de “Dini İlimler Fakültesi” açılması öngörüldü. Bu fakültede farklı dinlerle ilgili kürsüler kurulması ve Türk vatandaşı Hıristiyanların bu okuldan faydalanması da düşünüldü. Bu üniversiteye 60 profesör, 75 doçent, 100 de yardımcı doçent olmak üzere 520 kişilik kadro ihdas edilmesi de planlandı. Rum Patrikhanesi buna hararetle karşı çıktı. Bu durum; ilk başta konuya sıcak yaklaşan Ermeni Patrikhanesi’ni de çelişkiye soktu.

Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis o dönemde Agos Gazetesi’ne şöyle bir değerlendirme yaptı:

“…Ancak, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürü Elpidophoros Lambriniadis, bu durumun kendileri açısından çok önem taşımadığını belirterek, Ruhban Okulu’nun açılması talebinde geri adım atmayacaklarını söyledi. Lambriniadis, Agos’a yaptığı açıklamada, “Üniversitede İslamiyet dışındaki dinlerin de okutulması elbette önemli. Fakat bizim mevcut durumda kapalı olan bir okulumuz var. Biz de, bu mevcut okulumuzun aynı şekilde açılmasını istiyoruz. Hiçbir okulun açılması, kimseyi kötü etkilemez. Yeni bir okul açılması kötü bir şey olmasa bile, bu durum, Ruhban Okulu’nun neden hâlâ kapalı olduğu sorusunu gündeme getiriyor. Başka okullar da açılsın, ancak biz Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden eğitime açılması konusundaki mücadelemizde geri adım atmayacağız.


HEYBELİADA RUHBAN OKULU İSTEDİKLERİ ŞEKLİYLE AÇILSA NE OLUR?

Bunun tersi olarak okul “Açılmasa ne olur?” sorusunun cevabı; “Okulu Türkiye kapattı” söylemine ve Türkiye’yi uluslararası platformlarda kötülemeye devam edeceklerdir şeklindedir.

Ancak okul “Açılsa ne olur?” Bunun cevabı başta Anayasa olmak üzere çok sayıda yasanın ihlali ve vatandaşların “Eşitlik” ilkesini ihlal etmek demektir.
Ruhban Okulu’nun açılması talebini “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile değil Anayasal durumla irdelemek gereklidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu açısından da Ruhban Okulu’nun açılması yasal açıdan mümkün değildir ancak Anayasa hükümlerinin öncelikli olduğu göz önüne alırsak üç maddenin ihlalinin söz konusu olacağını belirtmek gerekir. Bu üç madde ile hakları belirlenen yüz binlerce Türk öğrenciye karşı bir “Eşitsizlik” durumu ortaya çıkar.

Anayasa’nın 130 ve 131 maddeleri YÖK Yasası’nı tanımlamaktadır. Ruhban Okulu’nun Patrikhane’nin istediği şekliyle açılması; bu iki maddenin tamamen ihlal edilmesi demektir.

Madde 130’daki “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları üniversiteler üzerinde Devletin gözetim ve denetim hakkı” Rum Patrikhanesi’nin yıllardır kabul etmediği hususlardan biridir.

Madde 131’deki “Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek.” vurgusu da Patrikhane’nin asla kabul etmediği bir başka husustur.

Türk öğrenciler bir üniversiteye girmek için aylarca hatta yıllarca süren çalışmalar yaparlar. Peki, Ruhban Okulu’nda okuyacak Rum/Yunan öğrenciler hangi süreçlerden geçecekler ve hangi şartlarda gözetim ve denetimleri yapılacaktır? Yukarıdaki iki maddeye Patrikhane tarafından nasıl uyulacaktır?

Ruhban Okulu’nun (istedikleri haliyle) açılması durumunda Madde 132’deki hükümden ötürü de ülkemizdeki  “Eşitlik” ilkesi tamamen ortadan kalkar!

132. Madde ise kısa bir maddedir ve askeri yüksekokullar ile polis meslek yüksekokullarının statüsünü belirlemektedir. Bu maddenin tanımında; “Yükseköğretim kurumlarından özel hükümlere tâbi olanlar” ibaresi bulunur

Madde 132 şöyledir: “Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumları özel kanunlarının hükümlerine tâbidir.”

Bu madde çok açık bir şekilde; Askeri ve Polis okullarının YÖK’ten bağımsız olduklarını belirleyen Anayasa hükmüdür. Ruhban Okulu’nun istedikleri haliyle açılması durumunda, ülkemizde YÖK’e bağlı olmayan bir üçüncü okul faaliyeti olacaktır.

Bu durumda seksen milyonluk Türkiye’de Asker ve Polis olma eğitimi için verilen özel statü bir de birkaç bin kişilik Rum Cemaati’ne de verilmiş olacaktır.

Bu durumun gerçekleştiğini varsaysak!

İleride başka bir dini topluluğun (Örneğin bir tarikatın) aynı şartlarda YÖK’e bağlanmamış bir ilahiyat yüksekokulu açma talebine nasıl olumsuz yanıt verilebilir.

Ülkemizin içinden geçtiği zor günlerde FETÖ Terör Örgütü gibi bir yapılanma bu durumda özerk bir okul açmak için harekete geçmez mi? “Birkaç bin Rum’a verilen bir hak bize neden verilmiyor?” diyen çıkmaz mı?

Bu bir olasılıktır…

Heybeliada Ruhban Okulu’nun Patrikhane’nin ve Yunanistan’ın talep ettiği şekliyle açılması Anayasa ve ilgili mevzuatlar açısından mümkün değildir!

Öte yandan Heybeliada Ruhban Okulu meselesinin arkasındaki en büyük destek, bu yemeği ısıtıp ısıtıp önümüze koyan; ABD’dir!


PROTESTAN YOĞUN ABD TÜRKİYE’DE BİRKAÇ BİR KİŞİ CEMAATİ KALMIŞ PATRİKHANE’Yİ NEDEN KORUR?

-----------------





26 Ocak 2012 Perşembe

BOJİDAR ÇİPOF'UN TELEVİZYON PROGRAMLARI ARŞİVİ (2010/2011)

Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof’un, 2010 ve 2011 yıllarında Fener Rum Patrikhanesi hakkında katıldığı televizyon programlarının özetleri bu video dizisinde 11 bölüm olarak ve programların yayınlanış tarihleri esas alınarak hazırlanmış ve bu konuda araştırma yapanlara kaynak olması umuduyla sunulmaktadır. 

İzlendiğinde, bölümlerde hayli süratli oluşan Rum Patrikhanesi’nin aktiviteleri ele alınırken, genel konulardaki gelişmeler hakkında özü aynı fakat sunuşu farklı tekrarlamalar da olduğu görülecektir. Bu arşiv içinde bulunan videoları tam olarak izlemek için ana sayfadaki "ARŞİV" butonunu kullanınız.


RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 1

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 2

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 3

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 4

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 5

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 6

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 7

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 8

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 9

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 10

RUM PATRİKHANESİ HABERLERİ BÖLÜM: 11

19 Ocak 2012 Perşembe

HELENİZM’DE MUDANYA PLANI (MUDANYA GAZETESİ 19 OCAK 2012)


MUDANYA GAZETESİ 19 OCAK 2012
Araştırmacı yazar Bojidar Çipof, Mudanya’nın Zeytinbağı Beldesi’ndeki Kemerli Kilise’yi satın alan 250 bin Euro’luk finansmanlığın perde arkasını yazdı…

Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında Mudanya ve Gemlik’te bir dizi incelemelerde bulunan Fener Rum Patriği Bartholomeos’un yol haritasını ortaya çıkaran araştırmacı yazar Bojidar Çipof, Zeytinbağı Beldesi’nde Rum Patrikhanesi tarafından geçtiğimiz ay 250 bin Euro’ya satın alınan Kemerli Kilise ile bu planın adım adım işlediğini öne sürdü.

Bursa’da Helenizm yayma hareketinin ilk adımının Mudanya’nın Zeytinbağı (Tirilye) Beldesi’nden atıldığına vurgu yapan Çipof,  şimdi de “Helenizm artık Türkiye’de hortlamaya hazır” dedi. Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı 1996 ve 2007 yıllarında açtığı iki davası Yargıtay İçtihadı haline gelen araştırmacı yazar Bojidar Çipof, yayınladığı son yazısında "Bursa-Mudanya ve Zeytinbağı" üçgende olup bitenleri analiz etti. “Kemerli Kilise” olarak da bilinen “Panagia Pantovaasilissa” adlı eski kilisenin kısa bir süre evvel Rum Patrikhanesi tarafından satın alındığını hatırlatan Bojidar Çipof, Bartholomeos’un, Zeytinbağı’ndaki bu metruk ve dört duvar kalmış kiliseye senede birkaç kez gelerek ziyaretler ve ayinler yaptığını anlattı. Çipof, yazısında şu görüşlere yer verdi:


250 BİN EURO’LUK FİNANSMAN…

“(…) Geçen süre içinde Rum Patriği Bartholomeos, Zeytinbağı’ndaki bu kiliseye gelmeye devam etti. Bazen korsan bir ayin, bazen de günübirlik bir gezi mahiyetinde yanında cemaat mensupları ile birlikte bu ziyaretleri yaptılar.  Esnaf da bu ziyaretlerden ziyadesiyle mutlu oldu! Ve geçen sene ortalarında Patriğin parlak elemanlarından, akademik kariyeri hayli yüksek olan “Elpidophoros” dini lakaplı metropolit “Yani Lambriniadis”e “Bursa Metropolitliği” unvanı verildi. Şahıs gerçekten birçok lisan bilen, kariyeri yüksek ve en önemlisi sosyal medyadaki tüm imkânları kullanabilen ve çevresi de çok geniş olan bir kişi…

Lambriniadis, Bursa Metropoliti olduğunda ilk yaptığı iş, bastırdığı bir broşürde Bizans dönemi Yunanca Bursa haritasına yer vermesi oldu.. Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu Başpapaz olarak tayin edilen Bursa Metropoliti Lambriniadis, sosyal medyada Ruhban Okulu profilleri açmakta ABD Büyükelçisi’ni adada ağırlamaktadır.  6 Şubat’ta adada yapılacak bir tören ile de bu resmileşecektir. Cunda Metropolitliği ise boştur.

(…)Yani (Elpidophoros) Lambriniadis, son günlerde çok faaldir. Zeytinbağı’ndaki kilisenin 250 Bin Euro’ya satın alınmasını ve finansmanını sağlamıştır. Bu tabi bazı çevrelerce çok takdir topladı. Patriğin bir dönem, özellikle bir önceki görevi olan, Sen Sinod Genel Sekreteri iken her daim yanında olan Lambriniadis için Bartholomeos ile arasında gizli bir güç kavgası olduğu da söylenmektedir.

“MUDANYA İLE YAZILANLAR GERÇEKLEŞİYOR…”

(…)Yazdığımız her şey bir süre sonra hakikat oluyor. Mudanya ile ilgili de çok şey yazdık ve hepsi tek tek gerçekleşti. Büyük bir pazılın parçalarını birer birer birleştiriyorlar. Bunları ayrı ayrı ele alırsak ve iyimser bir gözle bakarsak “Ne var bunda?” demek de olası… Ama durum öyle değil. Tüm perspektife bakıldığında durum hiç iç açıcı değil!”


ZEYTİNBAĞI’NA UYARI…

Öte yandan Bojidar Çipof, “Patrikhanenin onararak ayin yapmayı planladığı kilisenin anahtarının belediyeye verileceği ve tarihi yapının günübirlik ziyaretlere de açık tutulacağı” yönünde görüş belirten Zeytinbağı Belediye Başkanı Ali Turan’a da gönderme yaptı. Belediyelerin bu konuda yanlış davrandığını ileri süren Çipof, “Turizmden anlık gelecek katkılar öncelikli olarak gözleri boyamakta. En büyük hata ise bu gelişmeleri münferit olarak değerlendirip, hoşgörü ve diyalog içerisinde değerlendirmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında Anadolu yani onlara göre Küçük Asya’yı yeniden ele geçirme süreci başlamıştır. Yeni anayasa çalışmaları çerçevesinde umarız ki, Rum Patrikhanesini Vatikanlaştıracak, Türkiye’de ‘Ortodoks Halifeliği’ misali bir yapı oluşturacak bir gol yenmez” dedi.

"HELENİZM TÜRKİYE'DE HORTLAMAYA HAZIR" MAKALESİ’Nİ POYRAZ FM'DE DİNLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ 

 

18 Ocak 2012 Çarşamba

BOJİDAR ÇİPOF MAKALESİ: "HELENİZM TÜRKİYE'DE HORTLAMAYA HAZIR" POYRAZ FM'DE



BOJİDAR ÇİPOF'UN  "HELENİZM TÜRKİYE'DE HORTLAMAYA HAZIR" ADLI MAKALESİ 18 OCAK 2012'DE  RADYO POYRAZ FM'DE

Uzunca bir zamandır Anadolu'daki metruk, duvarları dahi kalmamış kiliselerde Rum Patriği Bartholomeos tarafından yılın belli günlerinde ayinler yapılmaktaydı. Üzerinde Rumluluğun esamesi kalmamış bölgeler için ise eski Bizans adları kullanılarak metropolitlikler ihdas edilmeye başlandı. Bu konular; geçmiş yazılarımızda çokça el alındı. Bu itibarla bir kez daha bazı noktaları tekrar etmek yerine, eski yazılarımızın bir kez daha okunmasını, durumun artık vahamet arz etmeye başladığı şu noktada önemle tavsiye etmekteyiz.

17 Ocak 2012 Salı

HELENİZM TÜRKİYE’DE HORTLAMAYA HAZIR

Yunan milli ülküsü olarak bilinen ve ütopik olarak İstanbul’un “Konstantinopolis” adı ile tekrar Bizans’ın başkenti olmasını amaçlayan “Megali İdea” amaçları doğrultusunda 2010’da çok hamle yapıldı. Rum Patrikhanesi, arkasına ABD’yi ve ABD’de kurulmuş olan “Archon” topluluğunu da alarak önemli edinimler sağladı. Yunanistan ise içinde bulunduğu mali krize rağmen moral ve olabildiğince de maddi desteğini sürdürdü.

10 Mart 2010’da Habertürk Televizyonu’nda, “Kostantinoplelilerin Ekümenik Federasyonu Başkanı” olarak ortaya çıkan, Prof. Nikolaos Uzunoğlu’nun ağzından bu amaçlardan bir tanesini daha öğrenmiş olduk. Bu gelişme, “İstanbullu Rumlar Vatandaşlık İstiyor” şeklinde medyamızda sunuldu. Tabi bu gelişmeler olurken bir yandan da çok sayıda Yunan asıllı papazın Türk vatandaşlığı alması da sağlanmıştı.

Uzunca bir zamandır Anadolu’daki metruk, duvarları dahi kalmamış kiliselerde Rum Patriği Bartholomeos tarafından yılın belli günlerinde ayinler yapılmaktaydı. Üzerinde Rumluluğun esamesi kalmamış bölgeler için ise eski Bizans adları kullanılarak metropolitlikler ihdas edilmeye başlandı. Bu konular; geçmiş yazılarımızda çokça el alındı. Bu itibarla bir kez daha bazı noktaları tekrar etmek yerine, eski yazılarımızın bir kez daha okunmasını, durumun artık vahamet arz etmeye başladığı şu noktada önemle tavsiye etmekteyiz.

Geçtiğimiz yıllarda yine adım adım ve de Yunan/Rum vizöründen bakıldığında çok da güzel bir şekilde işleyen bir program dâhilinde, Türkiye’den Rumların neden kovulduğu sorgulanmaya başlandı. Ama bu gerçek değildi. Türkiye’den, Türk vatandaşı hiçbir Rum kovulmamıştı… Hatta bu konuda daha da ileriye gidildi ve bir güruh tarafından, Lozan Antlaşması mucibince 1925 yıllarında yapılan “Mübadele”  yani “karşılıklı zorunlu göç” dahi sanki Türkiye’nin bir büyük kusuru gibi ya da Türkiye zalim gibi lanse edilmeye başlandı.

Bir cümle ile vurgulamak istiyoruz ki; Varlık Vergisi ile 6/7 Eylül olaylarının Türkiye’nin kara lekeleri olduğunu ama bunlarla yüzleşilmiş ve tazminatlarının da ödenmiş olduğunu sıkça vurguladık ve belgeledik. "1964 yılında Türkiye Rumları kovdu" demek ise gerçekleri çarpıtmak demektir. Bu anımsatmayı ise şunun için yaptık: Geçtiğimiz sene Mart ayında ortaya çıkan “İstanbullu Rumlar Vatandaşlık İstiyor” söylemi ile birlikte 1964 yılında Rumların Türkiye’den sürgün edildikleri martavalı yine dillendirilmeye başlandı.

Nasıl ki Heybeliada Ruhban Okulu, 1971 yılında çıkan YÖK Yasası’na bağlanmak istemedikleri için kendileri tarafından kapatıldığı halde bu gün bunu “Türkiye okulumuzu kapattı!” şeklinde ve tamamen gerçek dışı bir şekilde ortaya koyuyorlarsa, 1964 sürgünleri meselesi de aynı şekilde çarpıtılan bir provokasyondur. 1964’te alınan bir kararla, 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan, “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”; o günün koşulları ve uluslar arası hükümler çerçevesinde iptal edilmişti

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Aralık 1963 sonunda ise Kıbrıs’ta, Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik olaylar gerçekleşti. 20 Aralık’ta Türk köylerinde başlayan kıyım 24 Aralık Noel Gecesi, Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız eşi Mürüvvet ve evlatları KutsiHakan bir banyo küvetine sokularak katledildiler. Bu masumların banyo küvetindeki fotoğrafı Türkiye’de büyük bir infial yarattı.

Bu arada 1964 başında bir gelişme oldu ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren bir “Yunan” derneği ortaya çıkarıldı. Bu derneğin adı geçen sene ortaya çıkan “Kostantinoplelilerin Ekümenik Federasyonu’ örneğinde olduğu gibi yanlış tercüme edilmiş ve esas kimlik gizlenmişti. Derneğin gerçek adı; “Elliniki Enosis” yani “Helenik İlhak”tı. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda böyle bir adla gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış toplanması “İsmet İnönü Hükümeti”ni harekete geçirdi.

Kanlı Noel”in acısı içinde bulunan Türkiye, 1930 yılındaki “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı feshetti ve Türkiye’de yerleşik Yunanistan vatandaşlarının 6 ay içinde ülkeyi terk etmesi şeklinde bilinen süreç başladı.

1964 Sürgünleri; sürgün değildirler. Kendi vatandaşı oldukları ülkeye hudut dışı edilen Yunanlılardır. Gelmek isteyen ve 120 Bin kişi olarak telaffuz edilenler ise 1964’de Türkiye’de gidenler değildir.

Büyük bir oyun oynanmaya başladı! Bir yandan edinimler elde ediliyor, öte yandan da psikolojik savaş teknikleri ile dezenformasyon yaratılıyor. Amaç: Türkiye’ye doğru bir göç yaratmaktır ve bu göç için, bir anlamda istila için ayrılmış büyük fonlar bulunmaktadır. Eski yazılarımızda Yunanistan tarafından tüm mali krize rağmen Türkiye’de yaşayan Rumlara, “Yunanistan Sosyal Yardım ve Sosyal Sigorta Bakanlığı” bütçesinden verilen (3 ayda bir 1300 Euro) aylıkları yazmıştık.

Bizans entrikalarında eylemler çok uzun süreçler göz önüne alınarak uygulanır. 2 Kasım 1991’de Patrik olan Bartholomeos (Dimitri Arhondoni) patrik oluşundan itibaren Anadolu’daki metruk kiliselerde bilinçli bir şekilde ayinler tertip etmekte ve yerel yöneticilerle ilişkiler kurmaktadır. Şimdi anlaşılıyor ki Anadolu’da bu metruk kiliselerdeki ayinler boşa yapılmamış!

Yapılan ayinlerde turizm işi ile uğraşanlar ile turistik obje satışı yapanların maddi anlamda yüzü tabi ki gülmektedir. Ancak edilen kârların ulusal değerlerin kaybı ile mukayesesi de yapılmalıdır. Bu bağlamda, yazımızın devamında, “Bursa/Mudanya/Zeytinbağı” üçgeninde olup bitenleri analiz etmek istiyoruz. Zira burada da adım adım ilerlendi ve bir hedefe varıldı!

Mudanya’nın şirin beldesi Zeytinbağı’ndaki (Tirilye) “Kemerli Kilise” olarak da bilinen “Panagia Pantovasilissa” adlı eski bir kilise bulunuyor. Bu kilise kısa bir süre evvel Rum Patrikhanesi tarafından satın alındı.

Rum Patriği Bartholomeos, Zeytinbağı’ndaki bu metruk ve dört duvar kalmış kiliseye senede birkaç kez gelerek ziyaretler ve ayinler yapıyordu. 2009 yılında Rum Patriği, Amerikan CBS Televizyonu’na “Kendimi Türkiye de Çarmığa gerilmiş gibi hissediyorum”  şeklinde bir beyanat vermiş ve tepkileri üzerine çekmişti. Aralığa gelindiğinde Mudanya’da yayın yapan bir haber portalında, şu haber çıktı: “Zeytinbağı'ndan Patrik Bartholeomos'a Sert Tepki

Zeytinbağı Beldesi Belediye Başkanı Ali Turan o tarihte şöyle demişti: “…Zeytinbağı (Trilye) beldemize yılda birkaç kez gelerek burada ki kiliselerde dini ayinlerini yapan Ortodoks dünyasına bundan sonra, Zeytinbağı Belediyesi olarak izin vermemeye kararlıyız. Fener Rum Patriği’nin yazılı ve görsel basına çıkarak Türk halkından özür dilemesini bekliyoruz, özür dilemez ise kendilerine belediye olarak kesinlikle Zeytinbağı'na giriş izni vermeyeceğiz…” 

Geçen süre içinde Rum Patriği Bartholomeos, bu kiliseye gelmeye devam etti. Bazen korsan bir ayin, bazen de günü birlik bir gezi mahiyetinde yanında cemaat mensupları ile birlikte bu ziyaretleri yaptılar.  Esnaf da bu ziyaretlerden ziyadesiyle mutlu oldu! Ve geçen sene ortalarında Patriğin parlak elemanlarından, akademik kariyeri hayli yüksek olan “Elpidophoros” dini lakaplı metropolit “Yani Lambriniadis”e “Bursa Metropolitliği” ünvanı verildi. Şahıs gerçekten birçok lisan bilen, kariyeri yüksek ve en önemlisi sosyal medyadaki tüm imkânları kullanabilen ve çevresi de çok geniş olan bir kişi…

Lambriniadis, Bursa Metropoliti olduğunda ilk yaptığı iş, bastırdığı bir broşürde Bizans dönemi Yunanca Bursa haritasına yer vermesi oldu.

Şimdi burada teknik olarak, bazı hususları herkesin anlayabileceği bir şekilde irdelemek gerekiyor. Anadolu’daki Patrikhanece ihdas edilen metropolitlikler arasında Ayvalık Ali Bey Adası (Cunda) da “Cunda Metropolitliği” olarak yer alır. Cunda’nın Patrikhane üzerinde çok büyük bir önemi bulunuyor. Zira Osmanlı zamanındaki ilk ruhban okulu burada kurulmuştur. Bunu simgeleştirmek adına Cunda Metropoliti her kim ise, aynı zamanda Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu Başpapaz olmaktaydı.

Bu kez bu durum değişti ve Bursa Metropoliti Lambriniadis Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu Başpapaz olarak tayin edildi. Geçen seneden itibaren Bursa görevi dışında okuldan da sorumlu olarak faaliyetlerde bulunmakta, sosyal medyada Ruhban Okulu profilleri açmakta ABD Büyükelçisi’ni adada ağırlamaktadır.  6 Şubat’ta adada yapılacak bir tören ile de bu resmileşecektir. Cunda Metropolitliği ise boştur…

Yani (Elpidophoros) Lambriniadis, son günlerde çok faaldir. Zeytinbağı’ndaki kilisenin 250 Bin Euro’ya satın alınmasını ve finansmanını sağlamıştır. Bu tabi bazı çevrelerce çok takdir topladı. Patriğin bir dönem, özellikle bir önceki görevi olan, Sen Sinod Genel Sekreteri iken her daim yanında olan Lambriniadis için Bartholomeos ile arasında gizli bir güç kavgası olduğu da söylenmektedir. Geçmişte sivrilen bazı metropolitler (Örneğin: Meliton) eski popülaritelerini kaybettiler. Fakat Lambriniadis artık gayet popülerdir ve bu saatten sonra harcanması da zordur. Kısa bir süre önce de Selanik Üniversitesi’nden kalabalık ve çok sayıda profesörün de bulunduğu bir gruba Heybeliada’da ev sahipliği yapmıştır. Tabi ki bu gruptakiler okulun açılması için adımlar atmaya geldiler. Geçtiğimiz ay Aynoroz’da patlak veren büyük yolsuzlukla ilgili olarak da tek yorum yapan ya da destek veren Lambriniadis’ti…

Yazdığımız her şey bir süre sonra hakikat oluyor. Mudanya ile ilgili de çok şey yazdık ve hepsi tek tek gerçekleşti. Büyük bir pazılın parçalarını birer birer birleştiriyorlar. Bunları ayrı ayrı ele alırsak ve iyimser bir gözle bakarsak “Ne var bunda?” demek de olası… Ama durum öyle değil. Tüm prespektife bakıldığında durum hiç iç açıcı değil!

Bursa, Hıristiyanlık Tarihi açısından çok önemli bir kenttir. M.S. 325 yılında 1. Genel Hıristiyan Konsil’i İznik’te yapılmıştır ve bugün Hıristiyanlığın en önemli amentüsü olan “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” üçlemesi bu konsilde karara bağlanmıştır. 1204’te Haçlı Ordusu’nun İstanbul’u zapt etmesinden sonra Bizans İmparatorluğu da 57 yıl İznik’te barındı. Bursa, Yalova Termalleri ve Mudanya civarları çok önemli Bizans yerleşim alanlarıdır.

Bir sonraki yazımızda bunu ayrıntılı olarak yazacağız ama kısaca değinirsek; Gökçeada’da olmayan cemaat için bir okul açma izni de alındı. Cemaat yok ama Yunanistan’dan bu adaya yerleşmeye meraklı çok sayıda Yunanlı hazırda bekliyor. O zaman açılacak okul için öğrencileri de olacak!

Geçtiğimiz Aralık ayının sonlarında “İHA” kaynaklı bir haber tüm portallarda yer aldı. Haberin başlığında, “Önce Patrik Ziyaret Etti, Ardından Metropolit Satın Aldı” denmekteydi. Devamında ise 2009’da “Zeytinbağı'ndan Patrik Bartholeomos'a Sert Tepki” diye manşet attıran Zeytinbağı Beldesi Belediye Başkanı Ali Turan ile ilgili şu ifade yer almaktaydı:

Niyazibey Mahallesi Kemer Sokak'taki harabe halindeki Kemerli Kilise'yi Patrikhane'nin onararak ayin yapmayı planladığı ifade ediliyor. Zeytinbağı Belediye Başkanı Ali Turan, ibadete açılacak kilisenin anahtarının kendilerine verileceğini, tarihi yapının günü birlik ziyaretlere açık tutulacağını söyledi.

Bu haberin devamında bizim araştırmalarımızla ilgili olarak da şu paragraf yer aldı:

Fener Rum Patrikhanesi'ne karşı 1996-2007 yıllarında açtığı iki davası Yargıtay içtihadı haline gelen araştırmacı yazar Bojidar Çipof, Bursa’da olmayan Ortodoks cemaati için tayin edilen metropolitin bastırdığı Bizans dönemi Bursa haritasını ele geçirmişti. Mart ayında hazırlanan Yunaca ve İngilizce broşürlerde, mayıs ayında Mudanya ve Gemlikte bir dizi incelemelerde bulunan Fener Rum Patriği Bartholomeos'un da yol haritası ortaya çıkmıştı. Araştırmacı yazar Çipof, İzmir'de yayınlanan İlk Kurşun Gazetesi’ndeki yazısında, kiliselerin bulunduğu il ve ilçelerde tek bir Rum'un bile yaşamadığına dikkat çekmişti. Kiliselerin onarılıp sürekli ibadete açılacak olmasının ilk adımın Zeytinbağı'ndan başlatıldığı iddia ediliyor.”

Belediyeler bu konuda çok yanlış davranıyorlar. Turizmden anlık gelecek katkılar öncelikli olarak gözleri boyamakta… En büyük hata ise bu gelişmeleri münferit olarak değerlendirip, hoşgörü ve diyalog içerisinde değerlendirmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında ise Anadolu yani onlara göre “Küçük Asya”yı yeniden ele geçirme süreci başlamıştır. Her yazımızda vurguluyoruz! “Yeni Anayasa” çalışmaları çerçevesinde umarız ki Rum Patrikhanesi’ni Vatikanlaştıracak, Türkiye’de “Ortodoks Halifeliği” misali bir yapı oluşturacak bir gol yenmez!

4 Mayıs 2010 tarihli yazımızda başlık olarak “Helenizmi Bursa’da Hortlatma Süreci…” demiştik.

Şimdi de “Helenizm Türkiye’de Hortlamaya Hazır” diyoruz…







23 Aralık 2011 Cuma

PATRİKHANELERDEN TÜRKİYE’YE “YENİ ANAYASA” BASKISI

Fransa’daki kritik Ermeni oylaması, TBMM’deki bütçe çalışmaları ve içinde bulunduğumuz coğrafyadaki siyasi gelişmelerle gündem çok dolu… Ama bu arada sessiz sedasız ilerleyenler var. Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde sık sık dikkat edilmesini vurguladığımız; Rum Patrikhanesi’ne “Ekümenik” sıfat verilmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için kulis çalışmaları tam gaz süregelmekte…
 
Bu yazımızda, son gelişmeleri irdeleyerek dikkatleri bu tehlikeli gidişe çekmek istiyoruz. Zira Heybeliada Ruhban Okulu’nun Patrikhane tarafından istendiği şekilde açılması ile yurdumuzdaki eğitim sistemi tepetaklak olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yinelemekte fayda var ki bu okulu Türkiye kapatmadı. 1971 yılında YÖK Yasası çıktığında, YÖK’e bağlı olarak eğitimi sürdürmek istemedikleri için eğitimi kendileri askıya aldı. Evet, eğitim kendilerince askıya alında ama okul resmen kapatılmadı. Bu gün mevcut eğitim sistemindeki yasa ve yönetmelikler çerçevesinde açılmasında da bir engel yok…

Okula üniversite seçme ya da yerleştirme sınavına girmeden öğrenci almak istiyorlar. Zaten öğrencileri de yok! Öğrenciler ithal olacak, öğretmenler ithal olacak. Müfredata devletin müdahil olmamasını istiyorlar. Eğitim esnasında dini cüppeleri kullanmayı istiyorlar. Peki, mademki burada okuyacak Rum Cemaati mensubu öğrencileri yok, neden burada bir okulun faaliyette olması isteniyor? Yabancı öğrencilerin eğitim alabileceği Dünya genelinde çok sayıda din okulu zaten var… 

Burada istenen “Megali İdea” doktrini çerçevesinde ve kendilerine ait olan “Bir gün İstanbul Konstantinopolis olacak” ütopyasına doğru hareket etmektir. Bu okulun açılmasından sonra da ”Ortodoks Halifeliği” ile eş anlamlı sayılan “Ekümenik” sıfatının Türkiye tarafından tanınması talepleri de gelecek ki bu yolda da çok önemli ölçüde ABD desteği bulunuyor. Patrikhane tarafından Amerika’da kuruluşu pek de yeni olmayan son birkaç yılda da özellikle ön plana çıkmaktan artık beis görmeyen paramasonik  “Archon” teşkilâtı da bu yolda önemli çabalar içindedir. ABD ise bu teşkilâtı çoktandır devlet eliyle desteklemektedir.

Böyle bir tablo ile karşı karşıya bulunduğumuz esnada yürümekte olan “Yeni Anayasa” çalışmalarına da fevkalade dikkat edilmesi ve lehlerinde bir açık yaratılmamasına da dikkat edilmesi gerekmektedir.

Başlangıçta birkaç cümle ile değindiğimiz yoğun gündem arasında boş durulmuyor! Azınlık vakıflarının eski mallarının iadesi için çıkarılan kanun hükmünde kararname çok önemli bazı haklar sağlamıştır fakat her zaman olduğu gibi, ne kadar verilirse verilsin “biraz daha” elde etme çabaları ya da iştahı son bulmamıştır. Birçok azınlık vakfına, bu son kararname ile birkaç sene evvel tahayyül edemeyecekleri kadar edinimler sağlanmıştır ama daha ve daha iştahı da ortadadır.

Bu bağlamda, Rum ve Ermeni patrikhaneleri, Musevi Hahambaşılığı ve Süryani Cemaati; Rum Patrikhanesi’nin başı çektiği bir oluşum içinde Yeni Anayasa’dan nemalanmak için kolları sıvamışlardır.

15 Aralık’ta Ermeni Patrikhanesi’nde ve 20 Aralıkta Rum Patrikhanesi’nde iki kapalı toplantı yapıldı. Toplantılara bu saydığımız dini kurumların yetkilileri dışında kendi çok sayıda hukukçuları da katıldı.

Amaç; Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde kendi lehlerinde maddeler yaratılmasını sağlamaktır. Bu konuda zaten Ankara’da yoğun bir kulis faaliyeti süregelmektedir. Anayasa Komisyonu’ndaki siyasi sıfatlı üyelerden çok komisyonda görevli Anayasa hukukçularıyla temaslar ve yönlendirmeler yapılmaktadır. Sürdürülmekte olan Yeni Anayasa çalışmalarında açık kapılar yaratılmaması da şarttır. Bir ayrıntı: Zoğrafyon Rum Okulu’nun, Gökçeada’da bir şube açmasına yönelik derinden gelen bir çalışma da sürdürülüyor. Gökçeada’da okuyacak genç mi var? Tabi Yunanistan’dan ithal öğrenci getirmek arzuları da olabilir. Geçen sene onlarca papaza Türk vatandaşlığı verildi hâlâ gözleri doymadı. O kadar taze vatandaşa rağmen yine ikamet tezkeresi ile ya da turistik vize ile gelen ve “kaçak” olarak papaz olarak çalışan Yunan asıllı var… Tabi bunları hepsi gerçekten papaz ise!

Edinimlerine münferit olarak bakıldığında hoşgörü çerçevesi içinde hadiseye sempati duyulabiliyor. Ama bu her adım bir bütünün parçalarıdır. Ve tüme varıldığında altımızdan çekilecek bazı kayıplar olması kaçınılmazdır.

Yukarıda bahsettiğimiz organizasyonları şu anda Vakıflar Meclisi’nde “Azınlık Vakıfları Temsilcisi” olarak görev yapan, Rum Cemaati mensubu ve geçen sene Rum Patriği Bartholomeos tarafından Archon yapılan “Laki Vingas” sürdürmektedir. Ermeni Cemaati’nin 70 bin kişi civarında olduğu bilinirken 2 bin kişi kadar kalmış Rum Cemaati’nin bu Azınlık Vakıfları Temsilcisi’ni içinden çıkartmış olması da büyük bir başarıdır.

Bir önceki seçimde birçok tartışma ortaya atılmış, Ermeni vakıfları temsilcilerinin bir kısmının Laki Vingas’a oy verdiği seçimden sonra anlaşılmıştı. Ermeni vakıflarının adayı olan “Simon Çekem”in bu konuda beyanatları da olmuş ve bu durumu “Bizim için üzücü bir durum. Çünkü meclise aday sokabilecekken kendi kendimizi sabote etmiş olduk” şeklinde tanımlamıştı.

Birkaç gün sonra (25 Aralık Pazar) Ankara’da Vakıflar Meclisi seçimi yenilenecektir ve yine temsilci olarak Laki Vingas’ın bir kez daha Ermeni oylarını da alarak seçilmesi beklenmektedir. Bu sene seçime, Ortaköy Ermeni Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı “İskender Şahingöz” de aday olarak katılmaktadır. Ancak aldığımız duyuma göre kendisinin “Azınlık Vakıfları Yedek Temsilcisi” olacağına ve asil temsilcinin yine “Laki Vingas” olacağına kesin gözle bakılıyor.