Lozan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lozan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2018 Cuma

DEMİR KİLİSE AÇILIŞINA SIKIŞMIŞ EKÜMENİK SİYASETİ

7 Ocak 2018 Pazar günü, İstanbul’un Fener Semti’nde bulunan ve halk arasında “Demir Kilise” olarak bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin 7 sene süren restorasyonundan sonra yeniden açılışı seremonisi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımıyla yapıldı.

DEMİR KİLİSE’NİN RESTORASYON SÜRECİ

Dokuz sene önce kayma nedeniyle ibadete kapatılan Demir Kilise, 7 sene evvel İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından restore edilmeye başlandı. Toplamda 16 Milyon’a mal olan restorasyonun 13 Milyon’u İBB tarafından karşılandı. Bulgaristan da buna karşılık olarak topraklarındaki Osmanlı eserlerinin bazılarında onarımlar yaptı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açılışta;

Demir Kilise'nin açılışı için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Ülkemizde bulunan Bulgaristan Başbakanı Borisov'a ve heyetine teşekkür ediyorum. Bu dönemde Bulgaristan'ın farklı bir konumu da var. AB dönem başkanlığı kendilerinde… Böyle bir dönemde bu açılışın yapılıyor olmasını uluslararası topluma verilmiş bir mesaj olarak değerlendiriyorum.” sözleri ile başlayan konuşmasında; “Osmanlı döneminde, şimdiki Bulgaristan toprakları üzerinde çok sayıda cami, han, hamam, köprü, türbe gibi tarih eser niteliğinde yapılar inşa edilmiştir. Bulgaristan'daki tarihi vakıf eserlerinin ve camilerin de onarıma ihtiyaçları olduğunu biliyoruz. Demir Kilise örneğinde olduğu gibi ortak kültürel mirasın muhafazasına yönelik bu çalışmaları birlikte yapabiliriz." sözleriyle Bulgaristan’ın daha fazla çaba göstermesi çağrısında bulundu.

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’a Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş’i beraberinde getirdiği için teşekkür etti. Borisov’un bu davranışı Yunanistan’daki seçilmiş müftülere yapılan, halen devam eden baskı ve zülüm karşısında güzel bir örnek teşkil etti!

İSTANBUL BULGAR ORTODOKS CEMAATİ VE RUM PATRİKHANESİ İLİŞKİLERİ

Osmanlı döneminde İstanbul ve Trakya’da yaşayan Bulgarların Rum Patrikhanesi ile yaşadıkları sorunlar karşısında 1870’de, Sultan 1. Abdülaziz tarafından çıkarılan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” ile Bulgar Kilisesi ve Bulgarlar Rum Patrikhanesi’nin yönetiminden ayrılmışlardır. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü web sitesinde görselleri de bulunan fermanın özeti şu şekildedir:

Osmanlı devletine bağlı bütün vatandaşların din ve mezheplerini özgürce yaşayabilmeleri hususunda Rum Patrikhanesi ile Bulgar metropolit, piskopos, papaz ve kiliseleri arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle yapılan görüşmeler sonucunda bağımsız Bulgar Eksarhlığı kurulması hakkında ferman

Bulgar Eksarhlığı ile Rum Patrikhanesi arasındaki sorunlar 1870 Fermanı ile bitmemiş, 1945 yılında sorun yeniden hortlamıştır.

Bartholomeos’un Patrik oluşundan sonraki 1993 ile 2007 yılları arasında Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalıştık. Bu süreç içinde Patrikhane ile kilisemiz arasındaki sorunlara istinaden 1996’da ve 2002’de iki dava açtık.

1996’daki dava “Eski TCK 175.1”den açıldı ve 15 Ocak 1997’de Yargıtay tarafından yayınlanan gerekçeli kararında şu ifade yer aldı:

Bulgaristan Ortodoks Kilisesi ile Fener Rum Patrikhanesi arasında 1945 yılında yapıldığı belirtilen anlaşmanın, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları, Anayasal Laik düzeni yönünden hiçbir bağlayıcılığı ve geçerliliği olamaz. Aksi halde egemenliğin ve Anayasal laik düzenin “kilise anlaşmaları” ile kolayca ortadan kaldırılması söz konusu olur…

2002’de açtığımız dava; 2007de bitti. “Yeni TCK 115”den açılan ikinci davamız, 13 Haziran 2007’de Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin verdiği kararla sonlandı ve gerekçeli kararında şu ifadeler yer aldı:

“…Patrikhanenin Türkiye’deki hukuki durumunun irdelendiği gerekçede, Türkiye’deki azınlıklar konusunun Lozan Antlaşması ile düzenlendiği anımsatıldı. Lozan Antlaşması’nın müzakereleri sırasında azınlıkların varlığı ve hakları görüşülürken, antlaşma metninde Fener Patrikhanesi ile ilgili bir hükme yer verilmediğine işaret edilen gerekçede, antlaşmanın sonuç metninde ve konvansiyonun eklerinde, Fener Rum Patrikhanesi’nin ismen dahi zikredilmediği, sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtildiği vurgulandı.

Bu nedenle statü olarak bir azınlık kilisesi olduğu kaydedilen gerekçede, anlaşma metninde Patrikhanenin hukuki durumuyla ilgili hiç bir hükme yer verilmediğinden, durumun Lozan müzakerelerinin görüşme kayıtlarının esas alınması suretiyle tamamen Türk İç Hukuku’na göre belirlenmesi gerektiği ifade edildi…

… Türkiye topraklarında kalmasına izin verilen Patrikhane’nin, Anayasa’nın 2. Maddesine göre “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, “sadece belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dini yetkileri haiz olan ve tüzel kişiliği bulunmayan dini bir kurum” olduğuna dikkat çekilen gerekçede, şu tespitler yapıldı:

“Bu nedenledir ki (Patrikhane), tamamen Türk Hukuku’na tabidir. Egemen bir devletin kendi topraklarında yaşayan azınlıklara kendi vatandaşlarından farklı bir hukuk uygulayarak çoğunluğa dahi tanımadığı bir takım ayrıcalıkları onlara tanımak suretiyle özel bir statü vermesi, Anayasa’nın 10 Maddesinde gösterilen eşitlik ilkesine açıkça aykırılık oluşturacağından kabul edilemez.

Bu nedenle Patrikhanenin Ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. İstanbul Valiliği’nin 6 Aralık 1923 tarihli yazılarından anlaşılacağı üzere, Patrikhane’de dini ve ruhani seçimlere katılacak ve seçilecek kişilerin Türk vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye’de görevli bulunmaları gerekmektedir. Bu husus da Patrikhane’nin Ekümenik sıfatının bulunmadığının açık bir göstergesidir.

Patrik ve Patrikhane görevlilerinin sıfat ve faaliyetlerine ilişkin olarak Türk Yasaları’na tabi oldukları ve yapmış oldukları faaliyetlerin Türk yasalarına göre suç teşkil etmesi halinde Türk Ceza Yasaları’na göre cezalandırılacakları tartışmasızdır.

Bu hukuki durum çerçevesinde olay değerlendirildiğinde, bağımsız kilise olma özeliğine sahip bulunan Bulgar Kilise Cemaati’nin kendi inançları doğrultusunda gerçekleştirdikleri ayinlere ve ayini yöneten ruhani yetkililerin ayin yapma yetkisine ve içeriğine kimsenin karışamaması gerektiği ilkesinden hareket edildiğinde, sanıkların almış oldukları kararın yasalarla korunmaya değer haklılığının bulunmadığı görülmektedir.”

Bu uzun süreç ve detayları ile ilgili çok sayıda makalemizin yanı sıra 2010 yılında “Patrikhane ile Mücadelem, Bulgar Eksarklığı Vakfı’nda 15 Yıl” adlı 656 sayfalık bir kitabımız da yayınlanmıştır.

(Bojidar Çipof, Patrikhane ile Mücadelem, Bulgar Eksarklığı Vakfı’nda 15 Yıl, İstanbul 2010, Bojidar Kitapları Yayınevi)

BULGARİSTAN ve BULGAR PATRİKHANESİ’NİN RUM PATRİKHANESİ’NE BAKIŞI

Bulgaristan hem devlet olarak hem de kilise olarak Rum Patrikhanesi’ne çok fazla destek olmakta ve Bartholomeos’u Konstantinopolis Ekumenik Patriği olarak saymaktadır.

Bu durum; Bulgaristan’ın AB’ye girmeden evvelki zamanında devlet tarafından AB yolunu açmak için Yunanistan ve Patrikhanenin destek vermesi şeklindeydi. 1991’den sonra ise Bulgaristan’da iki başlı kilise oluştu. İki ayrı, iki sen sinod ortaya çıktı. Bu tuhaf ortamda; Bartholomeos o zamanki Bulgar Patriği Maksim’i asıl patrik olarak kabul etti ve destekledi. Ancak bunun karşılığında da Türkiye’de “Ekümenik” rüştünü kabul ettirmesinin önündeki en büyük engel olan Türkiye’deki Bulgar Kiliseleri’nin Rum Patrikhanesi’ne tabi olması Bulgar Patriği tarafından kabul edilmişti. Oysaki durum; Türkiye Vatandaşı bir topluluğun Anayasamız ile garanti altına alınmış dini özgürlüklerinin başka bir devletin dini organı tarafından, başka bir dini kuruma devredilmesi olarak tanımlanabilir. Yukarıda bilgilerini verdiğimiz iki mahkeme süreci işte bu nedenle tarafımızdan açılmıştır.

Bulgar Patrikhanesi, Rum Patriği’ni “Ekümenik” (Slavca söylemi=Selenski) olarak kabul etmektedir. İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinde cemaatten bir papaz bulunmadığı için Bulgaristan’dan ithal bir papazla ibadet yapılmaktadır ve bu papaz Türkiye’nin kabul etmediği bir söylemi bağlı olduğu Bulgar Patrikhanesi’nden aldığı talimatlara istinaden Bartholomeos’u her ayinde Ekümenik olarak anmaktadır.

1998’de, Bulgar Cemaati papazının rahatsızlığı üzerine Bulgaristan’dan Milko Topuzliev adında ithal bir papaz getirildi. Vakıf yönetiminin talimatları doğrultusunda bu papaz 2002’ye kadar Rum Patriği’nin adını Ekümenik olarak anmadı. Rum Patrikhanesi ile 2002’de başlayan ikinci krizde ise bu papaza Bulgaristan Patrikhanesi Bartholomeos’un talebiyle baskı yaptı ve Rum Patriği İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinde Ekümenik olarak yeniden anılmaya başlandı.

İthal Papaz Milko Topuzliev bununla da yetinmedi ve ayinler esnasında Osmanlıyı Plevne’de katleden Rus Çarı Aleksandır N. Nikolayeviç ve askerleri için Fatiha okumaya başladı. Vakıf yönetiminin bu konudaki ikazlarına da aldırış etmedi. Bunun ne anlama geldiğini soranlara ise Bulgaristan’daki kiliselerde yapılan duaların aynısını okuduğunu belirtti. Milko Topuzliev’in yerine ilerleyen ylllarda Angel Velkov adlı bir başka ithal papaz geldi ve o da halen bu söylemleri sürdürmektedir.

İSTANBUL’DAKİ BULGAR KİLİSESİ’NDE TÜRKLERİ KATLEDEN RUS GRAND DÜKÜ VE ASKERLERİNE FATİHA OKUNUYOR

Osmanlı Rus Harbi”; Rumi takvimle 1293 yılına isabet ettiğinden “93 Harbi” ya da “1877 1878 Rus Harbi” olarak bilinir. Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de Aya Stefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, Doğu Anadolu ve Rumeli’de büyük Osmanlı toprak kaybının yanı sıra; Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığı ile “Tuna Eyaletinde kurulacak geniş bir “Bulgaristan Prensliği” de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, “Aya Stefanos Antlaşması”nı kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran 1878’de “Berlin Kongresi”ni tertiplemişlerdir. Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalanan “Berlin Antlaşması” ile nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devleti doğmuştur.

Bu harpte Bulgarlar ve Ruslar Plevne ve Trakya’da Türklere karşı katliam yapmışlar, on binlerce Türkü öldürmüşlerdir. Bu savaşın komutanı aynı zamanda Rus Grand Dükü olan “Aleksandır N. Nikolayeviçtir.

İşte bu onbinlerce Türk’ün öldürülmesinin emrini veren “Grand Dük Nikolayeviç” için bu gün hala Bulgaristan’da kiliselerde yapılan ayinlerde tercümesi şu olan bir pasaj okunur:

Blagjenopoçivşago osvoboditelya naşego Aleksandır Nikolaeviça i vse voynov padsih na pole brani da pomyanet gospog bog vo tsartvii svoem, vsega i ninye i prismo, i veki vekov

 Bunun tercümesi şöyledir:

Kurtarıcı Merhum İmparator Aleksandır N. Nikolayeviç ve dinimiz ve vatanımızın hürriyeti için şehit olan bütün askerleri Allah katında analım.”

İstanbul’daki T.C. vatandaşlarının cemaatine ait bir kilisede, Bulgaristan’da da olduğu gibi, Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okunmaya halen devam edilmektedir.

http://bulgareksarhligi.blogspot.com.tr/2010/12/93-ya-da-1877-1878-osmanli-rus-harbi-ve.html

NEDEN 7 OCAK?

Kiliseler bir azizin adını alarak anılırlar. Demir Kilise de Aziz Sveti Stefan adıyla anılmaktadır ve Aziz Stefan günü tüm Dünya’da 27 Aralık’tır. İlkbaharda yapılan Paskalya Bayramı’nda kilisenin restorasyon sonrasındaki açılışının 27 Aralık’ta yapılacağı deklare edildi. Sonra binanın yetişmediği ve güvenlik açısından 7 Ocak’ta yapılacağı ortaya çıktı. Ve zaman içinde bu tarih değişikliğinin Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un Türkiye’ye yapacağı resmi ziyarete denk getirilmesi için yapılmış bir düzenleme olduğu anlaşıldı.

Dokuz sene kapalı bir binada, yedi senedir yapılan restorasyon sonucunda 27 Aralık’ta güvenlik açısından hazır olmayan binanın 10 gün sonrasına hazır olması hayli enteresan!

Kutsama törenini Rum Patriği Bartholomoes’a yaptırmayı çok önceden kararlaştırmışlar ve bu şekilde Türkiye’ye bir gol atmayı hedeflemişler!

Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılacak olan bir törende tüm devlet erkânı önünde Bulgar Patrikhanesi’nin “Eleman”ları Bartholomeos’u başköşeye oturtup “Konstantinopolis Ekümenik Patriği” olarak anacaklardı!

Ve andılar da!

Ama kendileri çalıp kendilerinin oynadığı bir ortamda!

BULGAR BASINI 7 OCAK TARİHİNE KADAR SUSKUNLUK İÇİNDE

Bir ay önceden Bartholomeos’un ayini yöneteceği cemaat arasında biliniyordu. Ama Bulgar Basını ve bilinen Yunan/Rum sitelerinde tık yoktu! Bulgar resmi haber ajansı BTA’da bu konuda sanki sansür altındaydı.

Bu konudaki kanaatimiz; Türkiye tarafından bir müdahale yapılmaması için bunu son dakikaya kadar haber ettirmediler! Hatta Türk devlet büyükleri de yanlışlıkla ayin esnasında orada olsalar? Önlerinde Ekümenik Patrik şovunu yapsa? Bu Rum Patrikhanesi açısından inanılmaz biz kazanım olurdu. Türkiye açısından da o derece kayıp…

Gerçi şovlarını yine yaptılar ama kendi kendilerine çalıp oynayarak!

Acaba fazla komplo teorisi mi ürettik? Bu süreçteki basın hareketlerinin bir kısmını irdeleyelim…

Demir Kilise’nin açılışıyla ilgili Bulgar Patrikhanesi’nin resmi web sitesinde bu hususla ilgili tek bir bilgi yer almadı…

Bulgaristan’ın Dışişleri Bakanlığı’na bağlı “BULGARIA.BG” “The Official web portal of the Diplomatic Mission of Bulgaria Abroad” adlı Bulgaristan Yurtdışı Diplomatik Misyonunun resmi web portalında; 17 Ekim’de bir haber çıktı ama haberde Rum Patriği’nin de katılacağı yer almadı…

27 Kasım’da Bulgar Haber Ajansı “BGNES”de çıkan 7 Ocak ile ilgili bir başka haberde de Rum Patriği’nin de katılacağı ve ayini yöneteceği yönünde bir ifade olmadı.

http://www.bgnes.com/bylgariia/obshchestvo/4551376/

Ama Vatikan’ın bir yayın organı olan ve 1927’den itibaren “Papalık Misyon Derneklerinin Bilgilendirme Servisi” olarak tanımlanan “Agenzia Fides”te Rum Patriği’nin 7 Ocak’taki dini törene katılacağı ile ilgili olarak 1 Aralık’ta haber vardı!

Haliç Üzerindeki "Demir Kilisesi"nin Açılış Törenine Erdoğan ve Bulgaristan Başbakanı Borisov Katılacaklar” başlıklı bu haberde: “Konstantinopolis Ekümenik Patriği Bartholomeos ve Bulgaristan Ortodoks Patriği Neofit de bu açılışa katılacaklar” ifadeleri yer aldı.

http://www.fides.org/en/news/63329-ASIA_TURKEY_Erdogan_and_Bulgarian_Prime_Minister_Borisov_will_participate_in_the_inauguration_ceremony_of_the_Iron_Church_on_the_Golden_Horn

SEGABG” (Sega=Şimdi) ajansında ise 28 Kasım’da “BGNES”in haberi kaynak gösterilerek verilen haberin sonunda ilave olarak alttaki paragraf da yer almaktadır.

 “Dışişleri Bakanı Ekaterina Zaharieva, eski Kültür Bakanı Vecdi Raşidov, Bulgaristan Patriği Neofit ve Ekümenik Patrik Bartholomeos ile her iki ülkeden yaklaşık 1000 konuk açılışa katılacaktır…

27 Kasım’da “VESTIBG” haber ajansında çıkan bir haberde de “Açılışı Ekümenik Patrik Bartholomeos onurlandıracak” şeklinde bir cümle yer aldı.

https://www.vesti.bg/bulgaria/zheliaznata-cyrkva-shte-sybere-erdogan-borisov-i-mozhe-bi-putin-6076611

Bir başka haber ajansı olan “KMETABG”de 30 Kasım’da yayınlanan bir habere göre de Rum Patriği Bartholomeos’un ayine katılacağı “Ekümenik Patrik” olarak tanımlanarak yer aldı.

 “FAKTORBG” adlı haber ajansında çıkan bir haberde ise; “Bulgaristan Başbakanı Borisov ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve diğer yetkililerin katılımıyla 7 Ocak 2018’de Bulgar Patriği Neofit ile Ekümenik Patrik Bartholomeos tesisin açılışını yapacaklardır.” Şeklinde bir ifade yer aldı.

http://www.faktor.bg/bg/articles/politika/na-vseki-kilometar/zhelyaznata-tsarkva-sv-stefan-v-tsarigrad-vazkrasva-za-nov-zhivot

Resmi olmayan Bulgar haber ajansları ve sitelerinde 5 Ocak’tan itibaren Ekümenik Patriğin sıfatı ve ayini Rumca olarak yöneteceği yer almaya başladı.

Mesela BNR’de 5 Ocak’ta verdiği haberin içeriğinde “Ekümenik Bartholomeos’un Bulgar Patriği Neofit ile birlikte ayini yöneteceği”ni yazdı.

http://bnr.bg/post/100916369/remontiraniat-balgarski-hram-sv-stefan-v-istanbul-shte-bade-oficialno-otkrit-na-ivanovden

5 Ocakta bir başka önemli Bulgar kanalı olan Manager.BG’deki haberde de şu ifade yer aldı: “Ayin; Ekümenik Patrik Bartholomeos tarafından Bulgar Patriği Neofit ile birlikte yönetilecektir

5 Ocakta bir başka önemli Bulgar kanalı olan Manager.BG’deki haberde de şu ifade yer aldı: “Ayin; Ekümenik Patrik Bartholomeos tarafından Bulgar Patriği Neofit ile birlikte yönetilecektir

Resmi olmayan Bulgaristan medya kaynaklarında Aralık başından itibaren Rum Patriği’nin ayini yöneteceği hususunda bilgiler çıkarken Bulgaristan Resmi Haber Ajansı susmuş ya da susturulmuş!

Esas komedi 7 Ocak’ta saat 11.00’de yaşanıyor!

Tören başlamış, konuşmalar yapılıyor ama BTA saat 11.14’de sadece Cumhurbaşkanımız ve devlet erkânı ile ilgili haber veriyor. Rum ve Bulgar patrikleri ile ilgili bilgi henüz yok!

Tören bitti ve Türk devlet büyükleri mekândan ayrıldılar ve hele şükür artık Bulgaristan Resmi Haber Ajansı BTA haber ajanslığını nihayet gösterdi!

Saat 14.54’te yaptığı haberde nihayet Konstantinopolis Ekümenik Patriği sıfatını özetle şu şekilde kullandı: “Bulgar Patriği Neofit ve Ekümenik Patrik Bartholomeos, restore edilen kiliseye ilk giren kişilerdi ve kutsama görevini üstlendiler

Şunu vurgulamak istiyoruz ki yapılan her şey Rum Patriği’nin bu ayini yapmasının engellenmemesi içindi…

TÖREN

Açılış seremonisi ve konuşmalar kilisenin yanında İBB tarafından kurulan bir çadırda yapıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım ve beraberindekiler konuşmaların ardından kilisenin kapısında kurdele kesip içeriye göz attıktan sonra ayrıldılar. Korumalar dışında devlet erkânından hiçbir kişi Rum Patriği’nin yönettiği ayin esnasında kilisede bulunmadı…

BARTHOLOMEOS

Çadırdaki seremonide Rum Patriği en ön sırada ama en solda oturdu. Türkiye’deki diğer dini liderler ikinci sırada Cumhurbaşkanı’nın arkasında oturdular. Cumhurbaşkanı geldiğinde aralarında Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş’in de bulunduğu din adamlarının elini sıktı.

Konuşmacılardan ilki Bulgar Kiliseleri Vakfı Başkanı tarafından yapılırken Bulgar Başbakanı ayağa kalktı ve Bulgar Patriği Neofit’i de kaldırarak Cumhurbaşkanı’nın elini sıktırdı. Ekteki videoda görüleceği gibi Rum Patriği; hayli iri bir adam olan Bulgar Patriği’nin arkasında ayağa kalkarak bekledi ve Bulgar Başbakanı Bartholomeos’u çekerek Cumhurbaşkanı ile tokalaştırdı.

Bir patrikhane haber portalında en solda oturan Rum Patriği’ni sanki özel protokol konuğu gibi gösteren montaj bir foto ile üç beş saniye süren Bartholomeos ile Cumhurbaşkanı’nın el sıkma anını sanki özel bir sohbet gibi gösteren bir foto aynı gün yayınlandı.

Kurdele kesme esnasında ise çok komik bir görüntü oldu. Kurdeleyi kesmek için sırasıyla: Bulgaristan Başbakanı, Bulgar Patriği, Musevi Hahambaşı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Bulgaristan Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş, Enerji Bakanı Berat Albayrak dizildiler. Rum Patriği Baş Müftü Mustafa Hacı Aliş’in arkasından öne çıkmak için uğraştı ama ortaya videoda da görüleceği gibi çok komik görüntüler çıktı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve resmi erkânda olanların hepsi; kurdelenin ardından kilisenin içinde kısa bir incelemede bulunduktan sonra mekândan ayrıldılar.

AYİN

Cumhurbaşkanı ve devlet erkânı kiliseden ayrıldıktan sonra başlayan ayin bambaşka bir vaziyete bürünerek tamamen Rum Patriği’nin, Konstantinopolis Ekümenik Patriği sıfatıyla ve büyük bölümünün Rumca olarak icra edildiği bir hal almıştır.

Tarafımızdan açılan 2 ayrı mahkemenin Yargıtay kararlarında Bulgar Cemaati’ne kendi dininde ve dilinde ayin yapma hakkı verilmiş ve bu hakkın Rum Patrikhanesi tarafından gasp edilemeyeceği yasa ile de tescillenmişti.

Bulgar Patriği Neofit ayinde Rum Patriği’ne, Bulgaristan Başbakanı’nın huzurunda “Konstantinopolski, Selenski Patriarh” olarak hitap etti. (Selenski=Slavcada Ekümenik demektir)

Türk devlet yöneticileri bu ayinde yer almış olsalardı, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye tarafından kabul edilmemiş olan Ekümeniklik tescillenmiş olmaz mıydı?

Rum Patriği, büyük kısmını Rumca olarak icra ettiği ayinden sonra Türkçe bir konuşma yaptı ve ev sahibi gibi devlete ve konuşmadaki üsluptan görüldüğü gibi sanki kilisenin hâkimi gibi Cumhurbaşkanı’na teşekkür etti. Oysaki Sayın Cumhurbaşkanımız konuşmasında özellikle Bulgar Cemaati’nin kendi dininde ve dilinde ayin yapma hakkına da yer vererek bu hususu vurgulamıştır.

Demir Kilise daha Bulgaristan’ın devlet olarak yer almadığı bir tarihte Türkiye’deki Bulgar ve Makedon Osmanlı vatandaşlarının paralarıyla inşa edilmiştir.

Bulgaristan hem devlet olarak dost görünüyor ama bir yanda da neden bu oyunun içinde yer alıyor ve “Ekümenizm”i destekliyor?

Burada şu soru da sorulabilir:

Parayı ve gereken izinleri veren Türkiye…

Bulgaristan’a ve Bulgar Cemaati’ne en üst düzeyde saygı gösteren de Türkiye!  

Peki, Rumlar bunun neresinde?

Bu kepazeliğe alet olan, Bulgar Kiliseleri Vakfı yöneticileri ve Bulgaristan Devleti’nin maksatları nedir?

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında Bulgar Cemaati’nin kendi dininde ve dilinde ayin yapma özgürlüğüne dikkat çektiğini yukarıda yazmıştık. 7 Ocak’ta olan hadise; Türkiye’nin tüm Gayrimüslim topluluklara verdiği “Kendi dilinde ve dininde ibadet etme hakkı”nın gaspıdır.

----------------------

Bulgar Cemaati’nden her bireyin bu konuda TCK’ya istinaden dava açma hakkı vardır.

Türkiye vatandaşı olan her bireyin ise (Yazının yukarısında ayrıntısı bulunan) İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinde; Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okuyan papaza ve buna göz yuman vakıf yöneticilerine dava açma hakkı da vardır.

----------------------


SVETİ STEFAN DEMİR KİLİSE'NİN RESTORASYONDAN SONRA AÇILIŞI 7 OCAK 2018


7 Ocak 2018 Pazar günü, İstanbul’un Fener Semti’nde bulunan ve halk arasında “
Demir Kilise” olarak bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin 7 sene süren restorasyonundan sonra yeniden açılışı seremonisi; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un katılımıyla yapıldı.

5 Haziran 2014 Perşembe

PAPA 1.FRANCİS’İN KUDÜS ZİYARETİ


Hıristiyanlığın Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında, bu mezheplerin ortaya çıkışından itibaren bir ayrışma ve kavga görülmektedir. 1054 yılında Katolik ve Ortodokslar karşılıklı olarak birbirlerini aforoz ettiler ve bu küslük 1964’te Papa 6.Paul ile Patrik Athenagoras arasında Kudüs’te yapılan bir dostluk anlaşması ile sona erdi. Geçtiğimiz 25 Mayıs Pazar günü Papa 1.Francis ve Patrik Bartholomeos, Kudüs’te bir araya gelerek bu barışmanın 50. Yılını 1964’te iki kilisenin barıştığı noktada andılar ve ortak bir deklarasyona imza attılar. Her iki din adamı bu buluşmanın dışında Kudüs ve bölgede çeşitli temaslarda bulundular.
Katolik ve Ortodoks mezhepleri arasında asırlarca süren kavga ve bu kavganın neticesindeki ayrışma; zaman zaman belirgin, zaman zaman ise el altından faaliyetler şeklinde süregelirken Papa 9.Leon 1054 Yılında İstanbul’a bir heyet gönderdi.
Kardi­nal Umberto başkanlığındaki bu heyet Bizans Patriği tarafından kabul edil­miş, ancak heyet başkanı Kardinal Umberto, iki mezhep arasında ortak nokta ve karşılıklı anlam ortamı oluşturmak yerine, Patriğin huzurunda uyulması gereken kurallara bile uymamış, ona karşı emredici bir tavır takınmıştı.  Bunun üzerine Bizans Patriği kardinali huzurdan kovarak bir daha kabul etmedi. Kardinal Umberto ise 15 Temmuz 1054'te, Patrik ve diğer rütbeli din adamlarını Papa adına aforoz eden bir belgeyi Ayasofya'da okuduktan sonra İstanbul'dan ayrıldı. Akabinde ise Bizans Patriği de hemen Sen Sinod’u (Dinî Kurul) topladı ve mütekabiliyet olarak Vatikan’ı aforoz etti. Böylelikle her iki Kilise arasında asırlardır süregelen anlaşmazlıklar, birbirlerini karşılıklı aforoz edecek noktaya gelmiş oldu.
Bu süreç; 1204 yılında, Kudüs’e gitmek üzere yola çıkan Haçlı Ordusu’nun Kudüs yerine yön değiştirerek Konstantinopolis’i ele geçirmesi ile sonuçlandı. 4. Haçlı Seferi olarak bilinen bu süreç; Papa 3. Innocentius’un Kudüs’ü kurtarmak adına topladığı ordunun, başta Venedik Dükü Enrico Dandolo ve 4. Haçlı Seferi’ne yağma için katılan diğer soyluların gözlerini ihtişam içindeki Konstantinopolis’e çevirmeleri ile sonuçlandı ve Haçlı Ordusu şehri ele geçirilerek “Konstantinopolis Latin İmparatorluğu” kuruldu.
Bizans İmparatorluğu ve kilise İznik’e sığındılar ve ancak 57 sene sonra Latinlerin kendi istekleri ile şehri terk etmelerinden sonra geri gelebildiler. Latinler Konstantinopolis’i boşaltırken taş taş üstüne bırakmadılar ve burada bulunan, Hıristiyanlığın ne kadar dinî mirası ve kutsal emanetleri varsa yağmaladılar ve hepsini götürdüler. (Bu kutsal emanetler halen Vatikan’dadır.)
Katolik ve Ortodokslar 1204’ten sonra zaman zaman bu karşılıklı yapılan aforozu ortadan kaldırma çabaları gösterdiler ise de yazımızın başında belirttiğimiz gibi kavga 1964’e kadar sürdü.
1024’teki karşılıklı aforoz sürecine gelinceye kadar da Hıristiyanlar arasında çok sorunlar vardı. Dinî anlaşmazlıkları ve görüş farklılıklarını gidermek adına tarihsel süreç içinde genel konsiller düzenlenmiş, bunlardan bazıları müştereken, bazıları ise sadece Katolik ya da Ortodokslar tarafından kabul edilmiştir.
Katolikler ile Ortodoksların 1204’teki ayrışmasına kadar olan konsiller kronolojik olarak şöyledir:
325 İznik Konsili: İznik Konsili’ni hem dinî hem de siyasi açıdan ayrı ayrı irdelemek gerekir. Çünkü o tarihte Hıristiyanlığın serbest bırakılması tamamen siyasi bir olgudur. İmparator 1. Konstantin (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ) Hıristiyanlığı serbest bırakmış, bunda annesi Elena’nın ise çok fazla payı olmuştur.
Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etken; kitlelerin inanç ile baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır. Ancak bu kolaylık bir şekilde kaybolmaya başlamıştı! Çünkü henüz din ile ilgili birçok kavramın tam olarak oturmadığı yıllarda, İskenderiye’den yükselen bir akım olan “Ariusçuluk” İmparatoru ve din adamlarını rahatsız etmeye başlamıştı. Bu akım din bilgini İskenderiye’li Rahip Arius’un, Oğul’u Baba’ya bağlayarak, o güne değin kabul edilenin bir hata olduğu ile bu hataya diyalektik bir formül kazandırmasıydı. İznik Konsili, birçok etken ile birlikte esasta, kitleleri dalga dalga sarmaya başlayan ve de Roma’yı korkutan Arius’çu akıma karşı tertiplenmiştir. Bu konsilde; başta “Teslis” unsuru (Baba, Oğul, Kutsal Ruh) olmak üzere Hıristiyanlığın birçok temel amentüsü karara bağlandı. (Amentü= İman etmek için inanılması lazım olan esaslar)
Bu konsilde kabul edilen “Baba Oğul ve Kutsal Ruh” kavramına bir Hıristiyan karşıysa sapkındır, din dışıdır.  Ancak bu kavramın doğruluğu kadar bir de kabul ediliş biçimi hâlâ tartışma konusudur. Çünkü bu konsili yöneten İmparator 1. Konstantin o esnada Hıristiyan değildi ve “Ateş Kültü”ne tapmaktaydı. Kaynaklarda 1. Konstantin’in hasta yatağında, son nefesini verirken, Hıristiyan olduğu yazılıdır. (Bunun o esnada orada bulunan papazların uydurmuş olabileceği de asırlardır tartışılır.)
1. Konstantin, ilk genel konsilde henüz Hıristiyan değildir ama bu gün de geçerli olan Hıristiyanlığın ana kuralları, onun isteği ve yönetimindeki İznik Konsili’nde karara bağlanmıştır ki bu da asırlardır Hıristiyan din bilimcileri tarafından tartışılan bir başka konudur.
381 Birinci İstanbul Konsili
431 Birinci Efes Konsili: İskenderiye, İstanbul ve Antakya arasındaki rekabet ile İskenderiye’nin üstünlük iddialarına karşı düzenlendi.
451 Kadıköy Konsili
553 İkinci İstanbul Konsili
680 Üçüncü İstanbul Konsili
787 İkinci İznik Konsili
869 Dördüncü İstanbul Konsili

Papa 1.Francis bu ziyaret öncesinde yaptığı açıklamalarda, ziyaret ile ilgili iki amacının olduğunu belirterek, “Bu kesinlikle dinî amaçlı bir gezidir” demişti. Gezinin amacını ise şöyle açıklamıştı: Çeşitli görüşmelerin ardından, Papa 6. Paulus ve Patrik Atenagoras'ın Kudüs'te buluşmalarının 50. yıldönümünde Patrik Bartholomeos  ve bölgedeki diğer Hıristiyan din önderleri ile bir araya gelmek ve acı çeken kutsal topraklarda barış için dua etmek!
Papa 1.Francis bu 3 günlük ziyaret kapsamında, bu söyleminin aksine; Ürdün, Filistin ve İsrail’de çeşitli siyasi görüşmeler ve ziyaretler de gerçekleştirdi. Bu seyahat; Papa’nın seçildikten sonra gerçekleştirdiği Brezilya seyahatinin ardından yaptığı ikinci yurt dışı ziyarettir. 72 saat olarak planlanan bu seyahat boyunca Papa 3 ayin yönetti ve 14 konuşma yaptı. Bu seyahatin Vatikan Tarihi’nde bir ilki de var! İlk kez bir Papa'ya, seyahati boyunca bir Müslüman ve bir Yahudi din adamı eşlik etti. Bu kişilerin Papa'nın Arjantin'den arkadaşları olduğu açıklandı. (İmam Omar Abboud  ve Haham Abraham Skorka)
Papa Ürdün'de Kral 2. Abdullah ve Kraliçe Rania tarafından törenle karşılandı. Ürdün'ün başkenti Amman’da stadyumda düzenlenen bir toplu ayine katıldı. Daha sonra Hz. İsa’nın vaftiz olduğu Ürdün Nehri kıyısındaki Mitas’a geçti ve Deyr Latin Kilisesi’nde Suriye ve Iraklı mülteciler ve özürlü yakınlarıyla görüştü. Ed-Dehişe Kampı'ndaki çocuklarla bir araya geldi. Pazar sabahı Ürdün’den özel bir helikopterle Beytüllahim’e gidildi ve burada Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir görüşme gerçekleşti.  Doğuş Kilisesi'ndeki ayine de katılan Papa Francis, Pazartesi sabahı ise Kudüs Müftüsü Muhammed Hüseyin ile birlikte Mescid-i Aksa’yı ve Ağlama Duvarı’nı ziyaret etti.
Papa 1.Francis Kudüs’ü ziyaret eden dördüncü papadır. Bu ziyaret öncesinde ise Siyonizm’in mimarı olan Teodor Herlz'in mezarını da ziyaret edeceği açıklanmış ve bu büyük bir tepki almıştı. Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Parolin başta olmak üzere Vatikan yetkilileri ve çok sayıda gazeteci de bu seyahatte Papa’ya eşlik ettiler.
Bu seyahatin bir diğer özelliği ise, başta Patrik Bartholomeos başta olmak üzere bölge kiliselerinin temsilcileriyle dinî bir buluşma da tertiplenmesi ve 1964’teki barışmanın 50. Yılının kutlanmasıydı ki Rum Patriği Bartholomeos ile Papa görüştüler ve ardından ortak bir deklarasyon verdiler.
Bartholomeos da kendi programı dâhilinde, Soykırım Müzesi’ni (Yad Vashem) ziyaret etti ve ardından İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile görüşmeler yaptı. Patrik Bartholomeos, Siyonizm’in mimarı Teodor Herlz  anısına yapılmış olan ormana da ağaç dikti.
8 Haziran’da, Papa Franciscus’un ev sahipliğinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Vatikan’da bir araya gelecekler ve bir dua zirvesi gerçekleştireceklerdir.  “Vatican Insider” adlı  internet sitesindeki bir habere göre Papa bu zirveye Patrik Bartholomeos'u da davet etmiştir. 8 Haziran aynı zamanda Hıristiyanların başlıca bayramlarından olan Pentekost Bayramı ile Yahudilerin Şaloş Bayramı’na da denk gelmektedir.






28 Aralık 2013 Cumartesi

BALAT’TAKİ DEMİR KİLİSE’NİN YAPIM SERÜVENİ

Bu makalemizi, Demir Kilise’nin anıldığı aziz adı olan  “Sveti Stefan”ın, bir dini ayin ile de kutlanan anma tarihi, 27 Aralık münasebetiyle yazdık. Bu yapı, Türkiye’deki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşımaktadır.

865 yılında Bulgar Çarı (Knyaz) 1.Boris Bulgarları vaftiz etti ve beş yıl sonra da Bulgarların dinsel egemenliğini ilân etti. Bu suretle, 4 Mart 870 tarihinde Bulgar Kilisesi tarihteki yerini aldı. Bu; Bulgarların, Bizanslılarla büyük bir mücadele içinde oldukları bir zaman dilimidir.

Boris’in oğlu Çar Simeon, Aheloy Nehri kıyısında, Bizans’a karşı kazandığı büyük zaferden sonra (Ağustos 917) kendisini “Bulgarların ve Bizanslıların Kralı” ilân etti ve Bulgar Kilisesi’nin statüsünü “Patriklik” seviyesine yükseltti. Bu süreç; 1018 yılında, Bulgaristan’ın tekrar Bizans egemenliği altına girdiğinde “Bulgar Patrikliği”nin lağvedilmesi ile sonlandı.

1235 yılında Çar 2.İvan Asen’in tahta geçmesi ile merkezi “Tırnovo” olmak üzere, Bulgar Patrikliği yeniden canlandırıldı. 14. Asırda Bulgar Devleti’nin bağımsızlığı sona ererek Osmanlı İmparatorluğu’na katılınca (1416-1438) Tırnovo Patrikliği’nin yine sonu geldi ve Bulgarlar dinsel açıdan bu kez İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar.

19.Yüzyılın birinci yarısında İstanbul’da yaşayan Bulgarların en önemli iş merkezleri; Balkapan Han, Kurşun Han, Zümbük Han gibi hanlar olmuştur. Bulgarların çok sayıda loncaları bulunuyordu ve “çorbacı” tabir edilen zengin tüccarların sayısı da hayli fazlaydı. İşte bu zaman diliminde İstanbul’da bağımsız bir Bulgar Kilisesi kurmak fikri cemaat arasında yeniden doğdu. Bu fikrin babası, Arhimandrit [1] "Neofit Bozveli" şöyle demektedir:

Burada bir merkez ve bir kilise inşa edilmelidir, faaliyet gösterecek olanlar burada padişahın gözü önünde olmalıdırlar; Fener ruhaniliği burada patrikhanenin yuvasında yenilgiye uğratılmalıdır.”     

Neofit Bozveli’nin ölümünden sonra 1849 yılında, "Stefan Bogoridi"nin Haliç’teki eski evinin arsasını Bulgar Cemaati’ne hibe etmesi üzerine, İstanbul’da bir kilise inşasının hayali alevlendi.

Bir yandan sarayda söz sahibi ve padişah ile yakın dost da olan, fakat öte yandan tamamen Rumlaşmış (Grekofil) ve Osmanlı Tarihi sürecinde; "Stefanaki Paşa" ya da "Aleko Paşa" diye bilinen bir Bulgar olan Stefan Bogoridi, Rumların soydaşlarına yaptığı baskılardan rahatsız olmaktadır. Bogoridi bu vicdan azabıyla Bulgarların lehine bir takım girişimlerde bulunmaya başladı ve nitekim 18 Eylül 1848’de Padişaha bir mektup yazarak İstanbul’da yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi kurulması için müsaade istedi. Stefan Bogoridi’nin mektubuna,  23 Eylül 1849  (6 Zilkade 1265) tarihli Padişah iradesi ile izin verildi. [2]

Stefan Bogoridi, şu anda üzerinde “Demir Kilise”nin (Sveti Stefan)  bulunduğu, kendi mülkü ve üzerinde eski evi bulunan arsayı papaz evi yapımı için bağışlayınca,  9 Ekim 1849’da papaz evi ya da küçük kilise denilen eski ahşap ibadethane, 23 Ekim 1849’da yapılan törenle Arhidyakon Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi. [3]

Hemen sonrasında ise karşısında, rahiplerin kalacakları “Metoh Binası”nın inşasına başlandı. 14 Mart 1850 tarihli toplantıda İstanbul Bulgarları Kilise ve Metoh’u [4] “Milli Mülk” olarak ilan etiler. Bunun ardından da “Bulgar Kilise Cemaati” resmen kuruldu.

Kırım Savaşı’ndan sonra 1856 yılında verilen “Hattı Hümayun Fermanı” Bulgarlara kanuni mücadele olanağı da verdi ve bundan sonraki 14 yılda yaşananlar kilise bağımsızlığının kazanılmasında etken oldu. Bunlardan 1860’da, 3 Nisan Paskalya Bayramı’nda yaşanan bir olay çok önemlidir. O gün tarihi ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nde Episkopos "İlarion Makariopolski", Rum Patrikhanesi’ne olan bağımlılığı ret ederek, Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığını ilan etmiştir. 3 Nisan 1860’da yapılan bu Paskalya Ayini’nde, Rum Patriği’nin adının anılması gereken bölüme gelindiğinde halk bir ağızdan şöyle bağırmaya başladı: [5]

Patriği anma Sultanı an ... Patriği anma Sultanı an ...

Bunun üzerine İlarion  evvela Sultanı ve  daha sonra Rum patriğini anmadan bütün eski  Bulgar Ortodoks piskoposlarının adını andı ve bu hareket ile  Rum Patrikhanesi’ni artık tanımadığını ilân etti. Bu ayinden hemen sonra karşıda bulunan Metoh Binası’nın balkonunda gençler Sultan onuruna yazılan ve bestelenen bir şarkıyı okudular. İstanbul’da bulunan Bulgarlara ait 33 esnaf loncası da binlerce imzalı bir mazbatayı saraya yollayarak durumdan Osmanlı Hükümeti’ni haberdar etti ve  Padişah’a bağlılıklarını sundu.

Diğer şehirlerdeki piskoposlar ve aynı amacı destekleyen cemaat ileri gelenleri, İstanbul’da bir “Karma Ulusal Konsey” oluşturdular. Bu arada bazı siyasi parti oluşumları da faaliyetlerini arttırdılar. Bunlardan en önemlisi, başında "İlarion Makariopolski" ile "Dr. Stoyan Çomakof"un olduğu “Ulusal Hareket Partisi”dir. Halk, cemaat toplulukları, entelektüeller ve demokrasi yanlıları da onları desteklemişlerdir.

Diğer guruplar şunlardır:

Nayden Gerov, Todor Burmov gibi mülayimler,

Gavril Krısteviç, Tıpçileşov Kardeşler, İvanço Hacıpençoviç v.s gibi Osmanlı taraftarları,

Dragan Tsankov, Dr. Georgi Mirkoviç v.s gibi Batı yanlıları.

Hepsinin ortak arzuları kilise probleminin Bulgar Ulusu yararına neticeye vardırılması olsa da. 19. Yüzyıla gelindiğinde Bulgarların açısından iki farklı hareket yan yana ilerlemeye başladı. Bunlardan biri Fransız İhtilali’nin ardından yayılan milliyetçilik akımlarının, Balkanlarda da zuhur etmesi ve Bulgarlar arasında Osmanlı yönetiminden ayrılarak bağımsız bir Bulgaristan kurma düşüncesiydi. Diğer bir akım ise Osmanlı’dan ayrılmayı düşünmeden, hatta Osmanlı’nın ve de Sultan’ın desteği ile Rum Milleti içinde telakki edilmekten kurtulmaktı.[6] Bu bir anlamda dinsel, diğer anlamda ise Patrikliğin cismani yetkilerinden kurtulmaktı. Rum despotların topladığı vergiler, Bulgar Dili’ne olan baskı ve bu baskı neticesinde kiliselerde Yunanca ibadet etmeye zorlanma ile Bulgarların okullarda da Yunanca eğitime zorlanmaları başlıca sıkıntılardı. Bulgarlar özetle; Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise çatısı altında idare edilmek isteğindeydiler. Bulgarların patrikhanenin idaresinden kesinlikle ayrılma eğilimine girmeleri ve büyük bir kilise inşa etmek üzere padişaha bir dilekçe vermek üzere hazırlık yapmaları, Rum Patriği Kirilos’u da harekete geçirdi ve Bulgarların dostluğunu kazanmayı amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat kendisi saraya götürdü. [7]

27 Şubat 1870 Cuma günü, "Sultan Abdülaziz", Patrikhaneden bağımsız bir kilise kurulmasını sağlayan “Ferman”ı imzaladı. Ertesi gün, 28 Şubat Cumartesi, Todor Günü, "Veziriazam Ali Paşa", Bulgar heyetini temsil eden "Gavril Krısteviç" ve "İvanço Hacıpençoviç"e ve Rumlardan oluşan bir heyeti makamına çağırarak Padişah fermanının birer kopyasını iletti.

Ertesi gün, 1 Mart 1870, "Ortodoksluk Bayramı"nda, Haliçteki eski ahşap kilise ve bahçesini mutlu bir cemaat doldurmuştu. Ayinden ve şükran duasından sonra İlarion Makariopolski halka şöyle hitap etti:

3 Nisan 1860’da ulusal ve dinsel bağımsızlık hareketimizi doğduğu kutsal bir gündür. Bu gün ise 1 Mart 1870 çok daha önemli ve kutsal bir gündür. Halkın arzusunun gerçekleştiği gün, Sultan Fermanı ile her şeyin neticeye bağlandığı, noktanın konduğu gündür. Hasat yapmak, tohum ekmekten daha tatlıdır. Ümit ile tohum eken, hasadını da yapar. Evlatlarım, biz 3 Nisan 1860 günü tohumumuzu ektik, bu gün 1 Mart 1870 meyvemizi alıyoruz. İşte bu ferman evlatlarım, yüksek idare tarafından dün Bulgar Halkına verildi.

İlarion Makariopolski aynı anda; deri bir kılıftan fermanı çıkartarak cemaate gösterdi. İstanbul Bulgarları sevinç gösterileri yaptılar. Herkes “Yaşasın Sultanımız, yaşasın onun vekilleri, yaşasın İlarion Makariopolski” diye bağırıyorlardı.

Hemen her tarafa kutlama telgrafları gönderildi. “Milli kilisemiz kutlu olsun. Kilise meselemiz bizim lehimize halledildi.” Sultan’a ve Babıali’ye kilise olarak ve tüm loncalar birer teşekkür telgrafları gönderdiler.

Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da yapılan bir törenle, bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı. Törene Fener Rum, Kudüs, İskenderiye ve Antakya patrikleri de katılmışlardır. Bir süre sonra zeminin sağlam olmadığı ve kaydığı ortaya çıkacak ve inşaat işi duracaktır. Zemine buharlı bir şahmerdan kullanılarak, birkaç yüz adet çam ve meşe kazık çakılarak sağlamlaştırılma yoluna gidilmiş fakat bundan kesin bir sonuç alınamamıştır. Bu arada kilise yapımı için toplanan para da bitti ve temelleri zemine kadar atılmış bir şekilde kilise inşaatı yarım kaldı.

Yıllar geçtikçe Rum ve Bulgarlar arasındaki anlaşmazlıklar daha da arttı. 1869 yılına gelindiğinde; bu çok uzayan mücadeleden ve kilise kavgalarından artık rahatsızlık duyan Bab-ı Ali ve Ali Paşa meseleyi ele aldılar ve önemli bir adım atarak 1869 yılında Rum ve Bulgarlardan itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kuruldu. Ortaya çıkan mazbatanın maddelerine patrikhanenin itiraz etmesine rağmen bu mazbata Ali Paşa tarafından 5 Mart 1870’de Babıâli’ye sunuldu. Meseleyi bir ferman ile çözmeye karar veren "Sultan Abdülaziz" de 6 Mart 1970’de Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan Patrikhaneden ayrılmalarını kabul etti. [8]

Nihayet 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11 maddeden oluşan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” kabul edildi. [9]

27 Şubat 1870 tarihli ferman ile 15.Asrın başlarında kaybedilmiş olan Bulgar Kilisesi’nin bağımsızlığı tekrar tescil edilmiş oldu. Bazı çevreler; fermanın temelde Bulgar Kilisesi’ne “Otonomi” tanıdığı, Babı-Ali’nin ruhani bir problemi çözmeyi denediği, Bulgarların Ortodoksluktan koptukları ve İstanbul Patrikhanesi’nin önderliğini kabul etmedikleri anlamında algılandı. Ancak ferman hukuki bir vesika olarak analiz edildiğinde 1856-1870 dönemi içinde yaşananlar da göz önünde bulundurulduğunda, bunun doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

Böylece Babıali, İmparatorluğun genel refahı ve ikbali için, aynı din mensubu Bulgarlar ve Rumlara hakkaniyetli davranıyordu. Fermanda, Türk tarafından, herhangi bir "antikanonik" durum yoktur. (Kanon=Kilise yasaları.) 1867’de Rum Patriği 6. Grigorios tarafından hazırlanan bir proje ile yine kendisi tarafından revize edilmiş olan Bulgar-Rum Komisyonu’nun 1869 tarihli projesi de fermanda temel olarak alınmıştır.

Fermanın, 4. 6. ve 7. maddelerine göre Bulgar Egzarhlığı’nın İstanbul (Fener Rum) Kilisesi ile doğrudan münasebeti olmaktadır. Fermanın diğer maddeleri de kilise kanonları ve faaliyetleri ile ahenk içindedir. Sadece 10. Madde Rum Patrikhanesi için -kendilerince- bir engeldir. Bu madde; Bulgar Egzarhlığı’nın dinsel faaliyet sahasını belirlemekte ve aşağıdaki şu episkoposlukları kapsadığını belirtmektedir:

Ruse, Silistra, Şumen, Tırnovo, Sofya, Vratsa, Loveç, Vidin, Niş, Pirot, Köstendil, Samokov, Veles, Varna (kısmen), Sliven Sancağı, Sozopol Kazası, Filibe (kısmen)

8 Mart 1870 günü Ortaköy’deki Egzarhlık Binası’nda[10] getirdiği bir muvakkat karma kurul oluşturuldu:

Siviller: Gavril Krısteviç, Hacı İvanço Pençoviç, Georgi Çaloğlu, Hacı Nikola Minçoğlu, Dr. Stoyan Çomakov, Dr. Hristo Stambolski, Hristo Tıpçileşkov, Dimitır Geşoğlu, St. Kamburov, Velyu Mişoev

Din adamları: İlarion Lovçanski, Paisiy Plovdivski, Pamaret Plovdivski, Antim Vidinski, İlarion Makariopolski

Bu kurul 30 Mart 1870 günü Sultan “İradesi” ile onaylandı. Kurulun birincil görevi; Bulgar Egzarhanesi’nin idaresi için bir tüzük projesi hazırlamaktı. Böylece "Gavril Krısteviç" tarafından amaçla kaleme alınmış olan bir tüzük taslağı, temel olarak alındı. 27 Eylül 1870’de bu muvakkat kurul, tüzüğün hazırlığını bitirdi ve bir broşür halinde bastı. Aynı zamanda Bab-ı Ali de bu tüzük taslağını görüşmek, kabul etmek ve Egzarhı seçmek üzere İstanbul’da bir ulusal dini kurultayın toplanmasına izin verdi.

1871 Ocak ayından itibaren seçilen delegeler İstanbul’a gelmeye başladılar. Hazırlık mahiyetindeki birkaç toplantıdan sonra 23 Şubat 1871 günü, “Ulusal Kongre” törenle açıldı. Bu kongreye 11’i din adamı, 39’u sivil olmak üzere toplam 50 kişi katıldı. Kongrenin başkanlığına en yaşlı episkopos olan "İlarion Lovçanski", sekreterliğe de "Marko Balabanov" seçildiler. Toplam 37 içtimadan sonra 14 Mayıs’taki oturumda “Bulgar Egzarhlığı”nın tüzüğü kabul edilip imzalandı. Kongre, Egzarhı seçmek için ise 2 ay netice alamadan bekledikten sonra, 24 Temmuz 1871 tarihinde sona erdi.

Egzarhlığın tesisinde; Osmanlı Devleti de yardımcı/yol gösterici olmuştur. 11 Şubat 1872’de toplanarak Egzarhı seçmelerini istemiş, hatta dayatmıştır. Ertesi gün seçim yapılmış ve 2 ay sonuç alamadan çalışan kurul bu kez biraz da kerhen, en yaşlı metropolit olan İlarion Lovçanski’yi ilk Egzarh olarak seçti. Ancak Bab-ı Ali’nin ve bazı politik çevrelerin baskısı sonucu Lovçanski derhal istifasını verdi ve 16 Şubat’ta yapılan ikinci seçimde "Vidin Metropoliti Antim" Egzarh olarak seçildi. 23 Şubat’ta Bab-ı Ali bu seçimi onaylamış ve 17 Mart 1872’de görevini üstlenmek üzere Egzarh Antim İstanbul’a gelmiştir. 1876 Nisan’ındaki başarısız Bulgar ayaklanmasından sonra Egzarh Antim fazlaca öne çıktı ve bu Osmanlı Hükümeti’nin hoşuna gitmedi ve uzaklaştırılması istendi. 12 Nisan 1877 tarihinde Egzarhlık makamından indirilerek Ankara’ya sürgüne gönderildi.

24 Nisan 1877’de Ortaköy’deki Egzarhlık merkezinde toplanan 3 metropolit ve 16 sivilden oluşan seçici kurul, "Loveç Metropoliti Yosif"i (1840-1915) yeni Egzarh olarak seçti ve Padişah bu seçimden memnun olarak kendisine “Birinci Rütbe Mecidi Nişanı” verdi.[11]

Egzarh Yosif; çok güç bir dönemde Bulgar Kilisesi’nin başına geçmiştir. Çünkü Türk-Rus Savaşı başlamış ve Bab-ı Ali’nin Egzarhlıktan memnuniyetsizliği ise gün be gün artmıştı. Sen Sinod’un birliği de bu arada sarsılmış, karma Egzarhlık kurulu da dağıtılmıştı. Bulgarlar da kendi aralarında ikiye ayrılmışlar Osmanlı taraftarları ile bağımsızlık peşinde olanların kavgaları ayyuka çıkmıştı.

Görkemli bir kilise inşa etme fikri ise bu geçen süre içinde düşünce bazında kalacak ve ancak 1877’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından sonra tekrar ivme kazanacaktır. Bulgar Prensliği’nin kuruluşundan sonra,  1878’de yarım kalan kilisenin bitirilmesi için ciddi girişimlere tekrar başlandı ve Aralık 1887’de sonuçlandı. Prenslik de kilise yapımına devam edilmesi için gereken maddi kaynağı sağladı.

Rusya ise yapılacak bu kilise için gün hâlâ kullanılan altı adet çan hediye etti. [12]

Egzarh Yosif, Rusların farklı isteklerine tereddüt göstererek şu net neticeye vardı: Egzarhlığın İstanbul’da kalması gerekir. Çünkü ancak oradan Makedonya ve Trakya halkı ile direkt temasta olabilir. Onu iktidarın ve diğer yabancı ülkelerin her türlü propagandalarından bu suretle koruyabilirdi.  Küçük ve dış görünüşü hayli çirkin olan eski ve ahşap Sveti Stefan Kilisesi’nin yerine inşa edilen Demir Kilise’nin tamamlanmasında Yosif’in rolü büyüktür. Yosif, 20 Mayıs 1889’da (20 Ramazan 1306) saraya tekrar müracaat ederek kilisenin yapımına devam edilmesi için gereken izni aldı. [13]

Projeler ünlü Ermeni mimar "Josef Aznavur" (Hovsep) tarafından yapılmıştır. Uzun arayışlardan sonra varılan sonuca göre kilise Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen sökülebilir özelliği olan bu kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilâhare sökülerek İstanbul’a nakledilmiş ve bir kez daha burada monte edilmiştir. Haliç’te demirden inşa edilen Aziz Stefan (Sveti Stefan) Kilisesi birçok mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşır.

Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti Stefan Kilisesinin açılış günü 20 Eylül 1898’dir. [14] Fakat bazı Bulgar kaynaklarında ise bu tarih 8 Eylül 1898 olarak belirtilmektedir. Demir Kilise’nin açılış töreni ile ilgili olarak birçok Başbakanlık Arşiv Belgesi bulunmaktadır. Alınan istihbarat bilgilerine istinaden, açılış esnasında bazı Rumların taşkınlık yapabilecekleri ve bunun şehrin asayişini bozacağı ve bunun için önlem alınması defalarca saraya iletilmiştir. Bu nedenle Balkanlardan gelecek Bulgarların engellenmesi ve hatta gelecek kişi sayısının sınırlı tutulması için resmi görevlilerce saraya tavsiyelerde bulunulmuştur. 

Bu belgelerden birisi ise taşıdığı imzalar nedeniyle ayrı bir önem taşır. 7 Eylül 1898 tarihli bu belgenin altında Şurayı Devlet Reisi, tüm nazırlar ve Şeyhülislam ile müsteşarların imzaları bulunmaktadır. Belgeden bazı alıntılar şöyledir:[15]

Rumlarla Bulgarların mezhepçe olan ihtilafları malumdur. İnzibatı ihlal edebilecek bazı münasebetsizlikler vukuuna ihtimal vardır (...) Bulgarların nakline muvafakat olunmamasının şimendüfer kumpanyalarına tebliğine...

Demir Kilise’nin devreye girmesinden sonra Egzarh Yosif’in ısrarı üzerine Edirne’deki Papaz Okulu da 1891’de İstanbul’a taşınmış ve zamanla 6 sınıflı tam bir ruhban okuluna dönüştürülmüş, Egzarhlık, 1897 tarihinde itibaren Şişli’de büyük bir bahçenin içindeki kendi binasında faaliyet göstermeye başlamıştır.

1895 yılında, fermanın 25. yıldönümü nedeniyle “Hayırsever Derneği” de kuruldu. Bu derneğin temel gayretlerinde biri ise İstanbul’da bir hastanenin yapılmasıydı. Hastanenin inşaatına 1896 sonbaharında başlandı. Binanın temel taşı 20 Nisan 1897 tarihinde atıldı, açılışı ise 25 Nisan 1902’de yapıldı. Bu tarih aynı zamanda Egzarh Yosif’in 25, Egzarhlık hizmet yılına denk getirilmiştir.

Bu hastane, günümüzde Bulgar Vakfı’nın yapmış olduğu idari hatalar sonucunda hukuksal açıdan mazbut hale düştü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimine girdi. Daha sonra ise Vakıflar Müdürlüğü’nce yapılan kiralama ihalesi sonucunda "İhlas Grubu"na kiralandı ve halen “Türkiye Gazetesi Hastanesi” olarak faaliyet göstermektedir. [16]

Bu makalemizi, başında da zikrettiğimiz gibi Demir Kilise’nin anıldığı aziz adı olan “Sveti Stefan”ın anma günü olan ve bir dini ayin ile kutlanan 27 Aralık münasebetiyle yazdık ve ağırlıklı olarak, Türkiye’deki ilk prefabrik yapı özelliğini taşıyan Demir Kilise’nin yapımına kadar oluşan tarihsel bilgileri paylaştık.

Yukarıda bahsettiğimiz “Eski Bulgar Hastanesi” (Evlogi Georgiev) ve 1895 yılında kurulan “Hayırsever Derneği”  hakkında ise ayrıntılı bir başka makale kaleme alacağız. Zira hastanenin cemaatin elinden çıkmasında çok fazla ihmal ve yolsuzluk vardır. Hayırsever Derneği ise kapanana kadar hastanenin hizmet kollarından biri olarak da çalışmıştır ve günümüzde “Radost Derneği” (Sevinç) adı altında, vakıftan bağımsız olarak, yoksul cemaat mensuplarına yönelik hayır işleri yapmaktadır.


[1]  Arhimandrit=Episkopostan alt bir dini rütbe.

[2] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1. Egzarh Yosif 1889 yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade için Bab-ı Ali’ye müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i Zilkade 1265) verildiğini belirtmektedir.

[3] Bir kilise kutsanması esnasında o kiliseye verilecek adın, bir aziz adı olması gerekir. Burada Aziz Stefan adının seçilmesindeki maksat; Stefan Bogoridi’yi de çağrıştırması ve onun da anılmasının sağlanması amacını taşımaktadır.

[4] Metoh Binası; İstanbul’dan geçen Bulgarların konuk edilebileceği 3 katlı ve 25 odalı taş bir bina olarak bir süre sonra tamamlanmıştır. Bina üzerinde bu gün de muhafaza edilmiş ve binayı boydan boya saran, Slavca bir yazı ile Padişaha teşekkür vardır.

[5] Bulgar Paskalyası ya da Çarigradski Viligden olarak tanımlanan gündür.

[6] Bu dönem ile ilgili daha fazla ayrıntı için: “19. Yüzyıl’da İstanbul’daki Bulgar Basını
makalemizi http://bojidarcipof.blogspot.com/2012/10/19-yuzyilda-istanbuldaki-bulgar-basini.html

[7] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri,   Bulgaristan İradeleri, No:876, Lef 7

[8] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri,  Bulgaristan İradeleri, No:104’den naklen.

[9] Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı.

[10] Kiralanan bir Musevi evi

[11] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, İrade-i Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen.

[12] Bulgar Eksarhı 1. Yosif’in günlüğü Eksarh Yosif 1, Dnevnik Günlüğün tıpkıbasımı ve güncel Bulgarca ile tercümesi birlikte basılmıştır.  Sofya 1992, s.216

[13] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:876, Lef 13

[14] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:1290

[15] Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:1290, Lef 1/b

[16] İstanbul Bulgar Cemaati mensupları için her ay belli bir kontenjan sağlık hizmeti bedelsiz olarak verilmektedir.