bulgar kiliseleri vakfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bulgar kiliseleri vakfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Aralık 2010 Salı

BOJİDAR ÇİPOF BENGÜTÜRK TV'DE "PATRİKHANE İLE MÜCADELEM" KİTABINI ve SÜMELA AYİNİNİ TARTIŞIYOR BÖLÜM 3



BÖLÜM 3: BOJİDAR ÇİPOF; 13 AĞUSTOS 2010'DA, BENGÜTÜRK TV'DE SÜRMANŞET PROGRAMINDA, EBRU GÜL'E KONUK OLDU. YENİ ÇIKAN KİTABI "PATRİKHANE ile MÜCADELEM"İ TANITTI ve 15 AĞUSTOS 2010'DA SÜMELA MANASTIRI'NDA, RUM PATRİĞİ TARAFINDAN YAPILACAK AYİN ÖNCESİNDE, KONU İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİNİ AÇIKLADI.

BOJİDAR ÇİPOF BENGÜTÜRK TV'DE "PATRİKHANE İLE MÜCADELEM" KİTABINI ve SÜMELA AYİNİNİ TARTIŞIYOR BÖLÜM 2



BÖLÜM 2: BOJİDAR ÇİPOF; 13 AĞUSTOS 2010'DA, BENGÜTÜRK TV'DE SÜRMANŞET PROGRAMINDA, EBRU GÜL'E KONUK OLDU. YENİ ÇIKAN KİTABI "PATRİKHANE ile MÜCADELEM"İ TANITTI ve 15 AĞUSTOS 2010'DA SÜMELA MANASTIRI'NDA, RUM PATRİĞİ TARAFINDAN YAPILACAK AYİN ÖNCESİNDE, KONU İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİNİ AÇIKLADI.

BOJİDAR ÇİPOF BENGÜTÜRK TV'DE "PATRİKHANE İLE MÜCADELEM" KİTABINI ve SÜMELA AYİNİNİ TARTIŞIYOR BÖLÜM 1



BÖLÜM 1: BOJİDAR ÇİPOF; 13 AĞUSTOS 2010'DA, BENGÜTÜRK TV'DE SÜRMANŞET PROGRAMINDA, EBRU GÜL'E KONUK OLDU. YENİ ÇIKAN KİTABI "PATRİKHANE ile MÜCADELEM"İ TANITTI ve 15 AĞUSTOS 2010'DA SÜMELA MANASTIRI'NDA, RUM PATRİĞİ TARAFINDAN YAPILACAK AYİN ÖNCESİNDE, KONU İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİNİ AÇIKLADI.

6 Aralık 2010 Pazartesi

SÜMELA'DAN SONRA AYA SOFYA'YA YÖNELİK TALEPLER GELMEYE BAŞLAR MI?


Geçtiğimiz 15 Ağustos Pazar günü, Sümela Manastırı’nda, Rum Patriği Bartholomeos tarafından yönetilen bir ayin yapıldı. Ayinin seçilen (ya da izin verilen) tarihi, ayin öncesinde Yunanistan kamuoyunun coşkusu ve Yunan Basını’nda çıkan haberler, ayinden bir gün evvel Trabzon’da yaşananlar ve sonraki günlerde Yunan Basını’nda çıkan haberler çok düşündürücüydü.

Bu ayinde yapılacak olan gövde gösterisini aslında çok önceden Türksam’da yazdığımız, “Üç Aya Sofya ve Megali İdea”  aslı makalemizde dile getirmiş ve hassas olunmasına çağrı yapmıştık.

15 Ağustos 1461; Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon Rum İmparatorluğu’nu yıktığı gündür ve aynı günde bir rövanş almaya geleceklerini bildirmiştik.

Ne yazık ki bu çok önemli ayrıntı basınımızda yer almadı hiç önemsenmedi. Birkaç Karadeniz haber portalında bu konuda, çok ufak yazılar çıktı ama işin özüne pek değinilmedi ve hatta bu haberler “kimilerince”  aşırı “milliyetçi” kişilerin bir hezeyanı olarak telakki edildi.

Yunanlılar rövanşa geldiler ve kendilerine göre çok mutlu oldular. Ayinden sonra çıkan gazetelerinde bu mutluluk abartılarak dile getirildi. Tüm Yunan gazetelerinin kullandığı şu ortak bir kelime ise düşündürücü oldu: “Huşu

Evet, adamlar huşu içinde geldiler ve huşu içinde gittiler. Organizasyonun Drama Metropoliti tarafından yapıldığı ortaya atıldıysa da, anlaşıldı ki çok büyük bir organizasyonla geleceklerdi. Başta Drama Metropoliti olmak üzere rütbeli din adamları Yunan televizyonlarında boy gösterip Fatih Sultan Mehmet’in rövanşını almaya geleceklerini açıkça ifade ettiler. Bu nedense bizim basınımızda yer almadı ya da orada görevli Türk gazetecisi statüsündeki muhabirler olayı sempatikleştirerek yansıttılar. Yunanistan’daki Türk Medyası’na bağlı çalışan bu haber kaynakları ayin öncesinde çıkan haberlerini sempatikleştirerek yolladılar ve Pontus’un rövanşı ile ilgili söylemlere -ki bu konuda çok haber vardı- hiç değinmediler.

Bu da akla Osmanlı’nın çöküş sürecinin başlamasına neden olan Fenerli tercümanları getirdi. Osmanlı’nın sarayda istihdam ettiği, çoğu Fenerli Rum ailelere mensup “Dil Oğlanları”nın çok önemli tercümelerde yaptığı ihanetler; Osmanlı’nın çöküş sürecinin başlamasına sebeptir.

10 Ağustos’ta “Patrikhane ile Mücadele” adlı yeni çıkan kitabımızın basın toplantısında buna da değinildi. Hatta basın toplantısının duyurusunda da Sümela ayini ile ilgili açıklama da yapacağımız yer aldı. Sadece İHA bu açıklamamıza çok önem verdi, hatta “özel haber” olarak geçti. Basın açıklamamızın ardından İHA’da çıkan özel haberin de etkisiyle aniden haber portallarında, özellikle Karadeniz’in neredeyse tüm haber portallarında 15 Ağustos’un önemi ve anlamı yer aldı.

Bu adamlar hiçbir şeyi plansız ve programsız yapmazlar.” Bu deyişi birçok yazımızda farklı söylemlerle ifade ettik. Yapılan ayinlerin “Din ve İman Adına” değil de “İdeolojik” etkinlikler olduğu ve bir planın parçalarının yavaş yavaş yerine getirilmesi olduğu şeklindeki söylemimiz şimdi haklılığını gösterdi!

Ayin esnasında üzerlerindeki giysilerin altından çıkarılan tişörtler üzerindeki “Ben Pontus’luyum” yazıları ya da mavi tişörtler üzerindeki “Pontus Rum İmparatorluğu”nun Yunanca haritası neden basımızda gösterilmedi? Bu da bir başka anlaşılmayan konudur.

Ayin yapılacak mahale beş yüz dolayında kişi alınacağı ve kalan katılımcıların ören yerinde toplanacağı biliniyordu. Basın açıklamamızda toplamda altı bin kişi olacak diyorlar ama katılacak olanlar on bine yaklaşacak diye elimizdeki bilgileri paylaştık. 

Ayinden sonra basımızda; ayin mahaline beş yüz katılan oldu şeklinde bu bilgi doğrulandı. Ancak medyamızda ayin alanı dışında kalanların bin ile iki arasında olduğu şeklinde haberler çıktı.  Oysaki katılım yedi binden fazladır ve bu Yunan gazetelerinde de teyit edilmektedir. Bazı Yunan gazeteleri katılımı yedi bin olarak manşetten duyurdular. Kim doğru söylüyor? Bu haberler takip edilmeden mi yazılıyor? Neden ayinden sonraki Yunan gazetelerinin başlıkları da basınımız tarafından haber edilmedi? Ayin esnasında yapılan bazı hareketler de var ki milli değerlere sahip çıkma adına,  bunlar çok soru işareti oluşturdu.

15 Ağustos’tan sonraki bazı Yunan gazetelerinin başlıkları şöyledir:

Ethnos: “Sümela Manastırı’nda Ekümenik Huşu

Avriyani: “Trabzonda duygusal anlar; Sümela Manastırı’nda tarihi ayin
 
Vradini: “Pontus’un Meryem Anası,  artık daha güzel günlerin garantisi

Espresso: “88 yıl sonra huşu ve gözyaşı, Pontos’un Meryem Anası için ağladık

Elefteros Tipos: Meryem Ana artık gözyaşı dökmüyor

Bu ana başlıkların altında, rüyalarının gerçek olduğu, her sene bu tarihi günün artık Sümela’da kutlanarak gelenekselleşeceği ve en önemli olarak da bir “galibiyet sevinci” yaşanmaktadır. Esas organizasyonları çok sayıdaki Yunan ve Rus Pontus dernekleri yaptı ki bu derneklerin her fırsatta yaptığı Türkiye aleyhtarı söylemler için arama motorlarına bakmak yeterlidir. Facebook’ta da çok sayıda grup ve sayfa bu doğrultuda oluşturulmuştur.

Şimdi şu soru da sorulmalıdır: Sümela bir müze ya da ören yeridir. Orada ülkemizdeki 1500 kişiden az olan bir Hıristiyan cemaatin dini önderinin yönetiminde ayin yapılmasına izin verildi ve buna çok sayıda sivil toplum örgütü ve basın kuruluşu alkış tuttu. Çok büyük bir gelişme, hatta çağdaşlaşma işareti sayıldı. Neden bu tertipleri yapanların aslında Hıristiyan köktendincileri olduğu ve olayın simgesel bir başka boyutunun olduğu idrak edilemiyor? Ve ne yazık ki bu tür etkinliklerde sadece “milliyetçi” vasıflı parti ya da örgütler ortaya çıkıyor da kendini entelektüel sayan (ya da tanımlatan) kişi ya da sivil toplum örgütlerinden hiç ses yok?

Gelen papazlar ki bunlar katılımcılar arasında çok sayıdaydılar, üzerlerinde “raso” denilen siyah papaz cübbeleriyle Trabzon sokaklarında boy gösterirken hiç bir tepki olmadı. Resmi görevlilerce, bu kişilerin ikaz edildiği, ancak terbiyesizce tepki ile karşılaştıkları, bir anlamda başa çıkılamadığı bilinmektedir. Şimdi bu “raso” ile gezenlere şak şak edenlerden ve “Ne var ki Rum papazlar sokakta böyle gezseler, bundan Türkiye ne kaybeder?” şeklinde “hoşgörü” ile yaklaşanlardan “sarıklı cübbeli” kişilere de aynı hoşgörü ile bakmalarını beklemek hatta “laiklik elden gitti” de dememelerini beklemek gerekir.

Yasa varsa uygulanmalıdır. Dini giysi ile sokakta dolaşmak yasaktır! Bu; Anayasa’nın değiştirilemez olan 174. Maddesi (İnkılâp Kanunlarının Korunması) dâhilinde olan 8. Fıkrasındaki; 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı “Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun” hükmüne göre yasaktır. Bu eski tarihli ama hala yürürlükte olan kanun gereği; sadece Diyanet İşleri Başkanı ve Gayrimüslim cemaatlerin dini liderleri sokakta dini kisve giyebilir. Ya da şöyle de ifade edilebilir: Sadece dini reisler ibadethane dışında dini kisve giyebilirler. Sokaklarda “Raso”lu dolaşan papazlara hoşgörü ile bakanların dikkatine!

Bu vesile ile şu hususu da vurgulamak gereklidir: Gündemde olan, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının istendiği biliniyor. Aslında Türkiye bu okulu kapatmadı. 1971 yılında çıkan YÖK Yasası gereklerine uymak istemeyen Rum Patrikhanesi bu okulu kendi kapattı. Kendi gerekçelerinden biri okulda eğitim esnasında öğrencilerin “raso” giyemeyeceğiydi. Buna da sıcak bakanlardan, “Ne var ki okul açılsın.” diyenlerden, türbanlı olduğu için okula alınmayan üniversiteli kızlara da sıcak bakmalarını beklemek gereklidir. Arada hiçbir fark yoktur. Yasa varsa herkese uygulanır. Anayasamızın 14. ve 24. Maddelerinden yola çıkarak bir eşitlik varsa, bu eşitlik herkese olmalıdır ve uygulanmalıdır.

Bir başka yazımızda; Heybeliada Ruhban Okulu’nun istenirse bir günde Devletçe nasıl açılabileceği, ancak hiçbir yasa ve yönetmeliğe uymadan açılmak istenen Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Patrikhanece istenen şekilde neden açılamayacağı irdelenecektir.

Şimdi yine bir “eşitlik” benzetmesi yapalım: Bir Müze olan Sümela’da Rum Patriği yönetiminde ayin yapılmasına izin verildi. Bu sadece Meryem Ana Günü Yortusu değildi. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in, Trabzon Rum İmparatorluğu’nu yıktığı gündü.

Peki, bir başka müze statüsünde olan yerde, Sultanahmet’teki Aya Sofya’da bir bayram namazı, mesela önümüzdeki bayram namazı neden kılınmasın?

Yukarıda kısaca yazıldı. Anayasa herkesin eşit olduğunu vurgulayan maddeler içeriyor. Bu “eşitlik” sadece sayıları birkaç bin olan Rumlara mı geçerlidir? Bu “eşitlik” sadece kendini “Ekümenik” sayan Patriğe mi geçerlidir?

Şu anda Aya Sofya’da bir namaz için ortaya bir söylem atılsa, bilinen entelektüel geçinen çevreler anında inanılmaz bir reaksiyonda bulunurlar ve de zaten öyle de oldu! Bir avuç kendilerini Alperen olarak ifade eden kişi, Aya Sofya önünde yaptığı bu yöndeki bir tepki gazetelerde anında haber oldu ve bunun karşıtı çok yazı yazıldı. Ama Pontus tişörtlerinin gömlekler altından aniden Sümela’da ortaya çıkması manşet olmadı. Aynı mantalitede olanlar Aya Sofya’da Patriğin yöneteceği bir ayine mutlaka “şak şak” ederler ve de “Ne güzel işte barış ve özgürlük. İşte dinler arası diyalog” denir. Yanlış ve eksik olan bu tür tepkilerin “Ülkücü” ve “Alperen”  ya da “Dinci” tanımlamasında olanlarca yapılmasıdır. Bu tepkilerin; sadece kendilerini yukarıda verilen sıfatlarda tanımlayanlarla sınırlı olmaması gerekmektedir.

Aya Sofya’da senede bir gün “namaz” idrak edilebilir mi? Olacağına bizce ihtimal yoktur. Ancak Rum Patriğince yapılacak bir ayin için; “Ne güzel işte adamlara hoşgörü ile yaklaştık ve dinler arası diyalog adına büyük bir adım attık” demeye hazır olan çok kişi ve sivil toplum örgütü maalesef var.

Sümela için ben çok önceden yazdık ve yöneticileri ikaz ettik. Şimdi de Aya Sofya için ikaz ediyoruz…

Patrikhanenin “eylem” sırasında artık Aya Sofya’da ayin yapmak var. Bundan ne olur ya da çıkar? Elbette ki “Megali İdea Doktrini”ne göre İstanbul yine “Konstantinopolis”  olamaz ama bu onların “ütopik” idealarına da engel olmaz ve yine 15 Ağustostan sonra çıkan Yunan gazetelerinde görülen ortak kavram olan “huşu” ve “galibiyet” sevincini yaşatırız.

Fatih Sultan Mehmet’in imparatorluğu yıktığı güne biz hoşgörü ile baktık ve 15 Ağustos’ta Sümela’da ayin yapıldı. Peki, 1821’de Patriği Kin Kapısı’nın önünde astıran Sadrazam Ali Paşa için Yunanistan’da bir anma yapılabilir mi? Komik olunmamalıdır. Yunanistan; derneklerin, okulların adlarında dahi Türk tanımlamasına müsaade etmemektedir. Orada (onlara göre) Türk değil Müslüman Yunan vatandaşları vardır! Bu bağlamda şuna işaret etmek gereklidir: Yazımızda çok soru işareti oldu. Aslında bunlar bilerek yazıldı ve çok dikkat edilmesi gereken sorulardır.

Bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz. Sıra artık “Aya Sofya” dadır. Orada da ayin yapma girişimleri başladı. Bunu duyumları alınıyor.

Şunu bugünlerde çokça tekrarlamakta da fayda görüyoruz: Dikkat!  Artık sıra Aya Sofya’dadır. Uyanık olalım. Ya da 15 Ağustos’ta, Sümela’da görülen çok sayıdaki, üzerlerinde İngilizce “Ben Pontuslu’yum” ve Yunanca “Pontus” yazılmış ve Pontus Haritası olan tişörtlere alışalım.

Bunun devamında Sultanahmet’teki Aya Sofya’da Yunanlılarca ve Patrikhanece arzulanan ayin gerçekleşirse, Sümela’da olduğu gibi gömlekler altında çıkacak tişörtlerde “Konstantinopolis” ve “Bizans” haritaları görmeye de alışalım.

BOJİDAR ÇİPOF SÜMELA ve AYA SOFYA'YI DEĞERLENDİRİYOR



Bojidar Çipof; 24 Ağustos 2010'te Bengütürk TV 17 Haber Bülteninde Çiğdem Akdemir'e 15 Ağustos'ta Sümela Manastıırı'nda yapılan ayinle ilgili görüşlerini, ayin öncesi ve sonrasında yaşananları, Yunan Basını'nda çıkan haberler ile Aya Sofya'da ayin yapma girişimleri hakkındaki görüşlerini açıklıyor.

PATRİKHANE ile MÜCADELEM ve SÜMELA AYİNİ BASIN TOPLANTISI (İHA)

PATRİKHANE ile MÜCADELEM ve SÜMELA AYİNİ BASIN TOPLANTISI from Bojidar Çipof on Vimeo.



10 AĞUSTOS 2010'DA "PATRİKHANE ile MÜCADELEM" ADLI KİTABIMIN TANITIMI ve 15 AĞUSTOS'TA, SÜMELA MANASTIRI'NDA YAPILACAK OLAN AYİNLE İLGİLİ "TEPKİSEL" AÇIKLAMALARIMI YAPTIĞIM BASIN AÇIKLAMASININ İHLAS HABER AJANSI TARAFINDAN ÇEKİLEN ve YAYINLANAN GÖRÜNTÜLER

PATRİKHANE ile MÜCADELEM ve SÜMELA AYİNİ BASIN TOPLANTISI




10 AĞUSTOS 2010 "PATRİKHANE ile MÜCADELEM" ADLI KİTABIMIN TANITIMI ve 15 AĞUSTOS'TA, SÜMELA MANASTIRI'NDA YAPILACAK OLAN AYİNLE İLGİLİ "TEPKİSEL" AÇIKLAMALARIMI YAPTIĞIM BASIN AÇIKLAMASI

NOt: Çekim amatör kamera ile yapılmış olup, IHA'dan alınacak görüntüler bilahare video haline getirilecektir.

“Patrikhane ile Mücadelem - Bulgar Eksarhlığı Vakfı’nda 15 Yıl” Yazan: “Bojidar Çipof”



“Patrikhane ile Mücadelem”adlı kitabım piyasada bulunmaktadır. 656 sayfa, 220 belge ve 110 görsel içeren bu kitapta; 1993 ile 2007 yılları arasında, Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığım dönemde olanlar belgelerle gözler önüne serilmektedir. Bu süreçte; Rum Patrikhanesi’ne karşı açtığım ve Türk Hukuk Tarihi’ne Yargıtay İçtihadı olarak giren iki dava da belgelerle sunulmaktadır.

1996’da açılan ve 1997’de sonuçlanan ilk dava TCK 175,1 Maddeden içtihat olan ilk davadır. 2002’de açtığım ve 2007’de sonuçlanan ikinci dava ise 2007 AB İlerleme Raporumuza da girmiştir. Bu kitap; Ortodoks kiliseleri tarihi, Rum Patrikhanesi ve Bulgar Eksarhlığı tarihi ile ilgili araştırmacılara ve yukarıda zikredilen davalarla ilgili de hukukçulara çok yararlı olacaktır.

Aşağıda kitabın künyesi ve “İçindekiler” listesi bulunmaktadır.

PATRİKHANE ile MÜCADELEM
BULGAR EKSARHLIĞI VAKFI’NDA 15 YIL

Bojidar Çipof Kitapları 1

İletişim: bojidarcipof@hotmail.com
Adres: Sıraselviler Caddesi 67/11 Taksim İstanbul

Birinci Baskı
Temmuz 2010 (5000 Adet)

©Bojidar Cipof

Bu kitabın her türlü yayın hakkı; Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince yazarına aittir. Kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Kapak, Dizgi ve İç Grafik
Bojidar Çipof

ISBN 978-605-61505-0-0

Basıldığı yer
Kitap Matbaacılık
Merkez Efendi Mah. Davutpaşa Cad. No:123 K.1

ÖNSÖZ

1. BÖLÜM / Sf. 15-74
GİRİŞ, TARİHSEL KRONOLOJİ, TEMEL KAVRAMLAR,
İstanbul Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin Kısa Tarihi
1945 Protokolü ve Shizmanın Kalkması
Bulgar Eksarhlığı’nın Patrikhane Olması
İki Başlı Bulgar Patrikhanesi’ndeki İhtilafların Kronolojisi
İki Başlı Kilise ve İki Patrik
Bartholomeos Döneminde Bulgar Kilisesi ve Rum Patrikhanesi
İstanbullu Bulgarlar Hakkında
Nasıl Başladı?
Rum ve Yunan Düşmanı Değilim
Kitaptaki Temel Kavramlar Hakkında
Bu Kitabın Öyküsü
“Ahtapot” Daha Yazılmadan Bir Gazeteye Manşet oldu!
Patrik de Ahtapotu Yorumluyor
Bartholomeos'un Patrik Seçilmesi
Patrik Seçimi Sonrası Gazeteler
Bartholomeos'un Taç Giyme Töreni
Taç Giyme Töreninde Bulunan Ziyaretçiler
Taç Giyme Töreninin Ekümenik davetiyesi
Bulgar Kiliseleri'nde Rumca Ayinler
Ortodoks Ayinleri (Yortu) Hakkında Açıklama
1989'dan Sonra Yapılan Rumca Ayinler
Patrik Bartholomeos Döneminde Yapılan Rumca Ayinler
Patrikhane’nin (Gizli) İzin Belgeleri

2. BÖLÜM / Sf. 75-246
1993’TE YÖNETİME KATILMAMDAN SONRAKİ DÖNEMİ
Seçim Öncesi Toplantı ve Neden Aday Oldum?
Barholomeos’u Ziyarete Gidiyoruz
Şubat 1994’te Dini Belgeler Krizi Patladı
Rum Patriği Asimilasyona Başladı
Bulgar ve Türk Basını Devreye Giriyor
Bulgar Sinodu Kıpırdandı “Enerjik” Adımlar Atacakmış!
Bulgar Basını Olayı Çözdü
Ortodoks Haftası Bayramı’ndan Sonra Yapılan Toplantı
Başkonsolos Kiril Momçilov’u Anlayamadım!
15 Mayıs 1994 Bulgaristan’dan Gelen Heyet
Bulgaristan Diyanet İşleri Müdür Yardımcısı Emil Velinov
Cumhurbaşkanı Jelyu Jelev’in Eksarhlık Ziyareti
Temelski’nin Bulgar Patriği Maksim’e Sunduğu Gizli Rapor
Aleksandır Kaçarof Asil Üye oluyor
Gelenekselleşmiş Çorbacı Usullerinin Sonu
Bu Gazeteyi Nasıl Atlamışız ve Kim Yalan Söyledi?
Bulgar Gazetelerinde Kostoff Aleyhtarı Haberler
Yönetime Bulgar Gazetelerini Zimmetle Veriyorum
Denetim Kurulu Başkanı Nikola Pogena’nın İstifası
9 Ekim 1994 Cemaati Bilgilendirme Toplantısı
Georgi Kostandov’un Raporu
Bana Casus Dahi Dediler
Metropolit İnokentiy Örnek Belge Getirdi
Kanada’dan Gelen Evlenme Belgesi
Georgi Kostandov’un Evindeki Toplantı Alternatif Dini Belgeler
Bartholomeos’un Bulgar Gazetelerine Öfkesi
27 Aralık 1994 Demir Kilise’nin Günü
Sonunda Dini Belgeler Geldi
1945’ten İtibaren “Vula” Meselesi
1934
1945
Bir Vekâletname ve Bir Zarf
Patrik Kiril’in Gizli Raporu
İktibas İle İlim Olmaz
Bulgar Eksarhlığı’nın 125 Kuruluş Yıldönümü
Bir Radyo Röportajı
300.000 Dolar Masalı Devam Ediyor
Eksarh Yosif’in Varisleri Miras Peşine Düşüyorlar
Paskalya Yaklaşırken Maksim’e Yollanan Açık Mektup
Açık Mektubun Bulgar Basını’nda Yankısı
Konstantin Kostoff Kimdir

3. BÖLÜM / Sf.247-354
1996 PASKALYA DAVASI ve 1.YARGITAY KARARI
13 Nisan 1996 Gecesi
14 Nisan 1996 Paskalya Bayramı
14 Nisan 1996 Paskalya Bayramı’ndaki Ses Kaydı
Olaylı Paskalya’dan Sonra
Kostoff’un Vatandaşlık İşlemleri
Çok Keyifli Bir Yönetim Kurulu Toplantısı
Bulgar Diplomatlar Kostoff’u Mezarlıkta Sıkıştırıyor
Paskalya Skandalından Sonraki Süreç
Evde Yönetim Kurulu Toplantısı
Doktor Gergana Nikolova Mihaylova
Bulgar Basını Nasılsa Paskalya Skandalını Tekrar Hatırladı
Doktor Gergana Mihaylova İçin Casus Haberi
Burada Türk Vatandaşlarının Mahkemesi Görülüyor
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden Gelen Belge
Georges Marovitch Devreye Giriyor
Masonlar da Devrede
Bermuda Mason Üçgeni
Mason Yapılanmasının Şeması
Mason Devlet Bakanı Dimitır Kalçev
Vakıf Yöneticiliğim Süresince Masonlar
1996’da Bartholomeos’un Sofya Ziyareti
Barholomeos’un Gezisinin Ardından İkinci Açık Mektup
Truva Atları: Metropolit Gelasiy ve Dometyan
Mahkeme Başlıyor
Paskalya Ayini’ne Gelen Polislerin Şahitliği
Bulgar Konsolosluk (!) Görevlisi İntikam Peşinde
Kiryako Liaje’nin Bulgar Basını’na Beyanatları
Çok Ağır Bir Manşet: Sen Sinod Rumların Önüne Çömeldi
Patrik Maksim’e 3. Açık Mektup
Mahkemeye Verilen Tercümelerde Dahi Hile Var!
Paskalya Davası Bitiyor
1997’de Yine Vula Meselesi

4. BÖLÜM / Sf.355-458
1997 ve 2002 SEÇİMLERİ, BAŞKAN KOSTANDOV DÖNEMİ
1997 Seçimleri
Demir Kilise’nin 100. Yıl Kutlamaları Öncesi Olaylar
Ve Vakıf Yönetim Kurulu Resti Çekti
Kostandov’un Bulgar Patrikhanesi’ne Yolladığı Rapor
Bulgaristan Büyükelçisi’nin Ricası
İsteyene Bulgar Vatandaşlığı Dağıtılıyor
Bülten ve Duyuru
Anıtkabir Ziyaretimiz
Bulgaristan IPA Üyesi Polisleri Eksarhlık’ta Ağırladım
Demir Kilise’nin 100. Yıl Kutlamaları
Akşam Yemeğindeki Protokol Krizi
Tarsus’taki “İnanç ve Hoşgörü Çağında Dinler Toplantısı”
2000’deki Bulgaristan Gezimiz
Troyan Manastırı’nda Patrik Maksim’le Görüştük
Papaz Aleks Çıkrık
Lionslar’la Birlikte “Dünya Hoşgörü Günü” Kutlaması
2002 Seçimleri ve Görev Dağılımı
4 Temmuz 2002 Patrikhane’ye Ziyaretle Başlayan Süreç
Başbakan Simeon‘a Ziyaret ve İkona Krizi
Başbakan Simeon’un İstanbul Ziyareti
Konstantin Kostoff Ani Bir Kararla Papazlıktan Azledildi
Kostoff’un Papazlıktan Azli Duyurusu Tüm Dünyaya Gönderildi
Bulgarlar Şaşırıyor
Kostoff Bu Durumu Kabul Etmeyerek Basın Açıklaması Yaptı
Başkan Georgi Kostandov’un Çarpıtılan Sözleri
Bulgar Basını Bu Olaya Çok Az Yer Verdi
Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı’na da “Tebligat” Yolladılar
Patrikhane’ye Cevap
Kostoff’un İstanbul Valiliği’ne Yazısı
Diyanet’le İftar Krizi
2 Aralık 2002’de Başkonsolosla Toplantı
Aralık 2002’de Cemaati Bilgilendirme Duyurusu
Türkleri Katleden Rus Grand Dükü ve Askerlerine Şişli’de Fatiha
93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi

5. BÖLÜM / Sf.459-490
2007 EKÜMENİZM DAVASI YARGITAY KARARI’NA DOĞRU
Kostoff’un Azli ile İlgili Suç Duyurum
26 Aralık 2002’de Başkonsolosla Toplantı
27 Aralık Olaylı Sveti Stefan Bayramı
Para Yardımını Kesme Tehdidi Başladı
7 Ocak 2003’te Başkonsolosla Toplantı
Kaç Metrekare Haber Yapacaksınız?
Lalkovski’nin Mektupları
Erken Seçim Kararı
2003 Seçimleri

6. BÖLÜM / Sf. 491-647
GIRKOMANLAR (GREKOFİLLER) DÖNEMİ BAŞLADI
Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’na 2. (Ek) Dilekçe
Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’na 3. (Ek) Dilekçe
Yeni Başkana Bulgar Diyanetinden Gelen Mektup
Cumhuriyet Gazetesi’nin Haberleri ve Bana İhtarlar
Vakfa 25 Temmuz 2003 Tarihli İhtarnamem
Kostoff’un Azil Sürecinde Yaşananlar
İçişleri Bakanlığı’nın Bana Verdiği 1. Cevap1
8 Eylül 2003 İlk Duruşma
İçişleri Bakanlığı’nın Bana Verdiği 2. Cevap
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne Dilekçe
Mahkeme Sen Sinod Kararını Getirmeye Uğraşıyor
2. Duruşmadan Önce Verilen Belgeler
16 Ocak 2004 2. Duruşma
5 Nisan 2004 3. Duruşma
2004 Paskalya Bayramı
Hemen Bana İhtar Geldi
4 Mayıs 2004’te Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na Dilekçe
Yeni Şafak İçin Bana Çekilen İhtar
Patrik Efendi Sonunda 4. Duruşmaya Geldi
Papaz Angel ile İlgili Valiliğe Dilekçe
13 Eylül 2004 5. Duruşma
29 Kasım 2004 6. Duruşma
20 Aralık 2004 Son Duruşma ve Gerekçeli Karar
Temyiz Dilekçemiz
Savcının Yargıtay Başvurusu
Konjektür Artık Bize Uygundur Dediler
Kilisede Noter Tespiti
Av. Kezban Hatemi, Av. Ayşegül Topuz ve Dimitri Atanasof
Hakkımda İçişleri Bakanı’na Yapılan Özel Şikâyet
Archonluk
Archonların Yarattığı Ekümenik Kepazelik
Yargıtay’ın 13 Haziran 2007 Ekümeniklik Kararı
Karardan Sonra Avrupa Birliği ile Yunanistan’ın Tepkisi
Yargıtay Kararının Tam Metni Anadolu Ajansı’nda
27 Haziran’da Türk Basını
Kararın Dünya’daki Tepkisi
AB Raporunda Bizim Yargıtay Kararı
Kararın Ardından Gelen Telkinler
Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda Bugüne Kadar Görev Almış Yönetim Kurulu Üyelerinin Listesi
SONSÖZ

93 ya da 1877-1878 OSMANLI RUS HARBİ ve BULGAR MİLLİYETÇİLERİNİN TÜRK DÜŞMANLIĞI


Bulgaristan; 2. Meşrutiyet’in (1908) karışık ortamında bağımsızlığını ilan ederek ortaya çıkan bir ülkedir. 3. Çarlık Dönemi olarak da bilinen süreç; 1908’den, ülkenin komünist rejime döndüğü 1944’e kadar sadece 36 yıl sürdü. 1944’ten, Todor Jifkov yönetiminin yıkılarak yerine cumhuriyet rejiminin geldiği 1991’e kadar da 47 yıl sosyalist cumhuriyet dönemi oldu. Halen devam eden demokratik cumhuriyet ise 19 seneden beri süregelmektedir. 102 yaşında olan ve bu yüz yıl içinde 3 farklı yönetimle idare edilmiş Bulgaristan; bu mevcudiyetini, (Rumi) 1293 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nin getirisi olan Aya Stefanos Antlaşması’na bağlar ve ona şükran duymaktan geri kalmaz.

1870’te, Sultan Fermanı ile kurulan Eksarhlık’tan doğan şükran, 1878’de Rusya’ya şükran olarak saf değiştirdi. Bu zaman diliminde Bulgarlar ile Rum Patrikhanesi birbirlerini tanımamaktadırlar. Zaten 1870’ten itibaren de (Rumlarca) aforozludurlar. Nasıl olduysa ülkenin komünist rejime geçmesinden sonra (Kiliselerin) birbirlerini tanıdıkları 1945 yılından itibaren, Bulgarlar tamamen başka yöne döndüler. Sultan Fermanı ile bağımsızlık kazanan kilisenin yönü; Rum Patrikhanesine döndü ve Patrikhaneye bağlılık adına yapılmadık entrika kalmadı.

Panslavizm ile Megali İdea’nın ortak bir yanı vardır. Bu iki akım da ilgili ırkın dışında kişilerce yönlendirilmiş ve yüceltilmiştir. 1789 Fransız İhtilali’ni müteakip; “Esaret Altındaki Irklar” diye bir kavram ortaya atıldı. Bu en çok Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren bir kavramdı. Çünkü o tarih diliminde, Osmanlı idaresi altında çok sayıda ırk vardı. Avrupa’da oluşan ya da ustaca oluşturulan Yunan hayranlığı semeresini verdi ve bugün Yunanistan adlı bir ülkenin kurulmasına kadar gitti. Nasıl ki “Yunancılık”, Yunan olmayan unsurların hayranlık ya da menfaatleri ile ortaya atıldıysa, aynı şekilde “Panslavizm” kavramı da Slav olmayan unsurlar tarafından ortaya atıldı.

Panslavizm; daha önceden de var olmakla birlikte en önemli ivmesini 1848’de Çek tarihçi “Frantisek Palacy”in topladığı bir kongrede, Avusturya yönetimi altındaki Slav unsurların temsilcilerinin de katılımıyla kazandı.  Fakat Panslavizm’in en büyük destekçisi; mucidi ya da mucitleri Avrupalılar değil, Çarlık Rusya’sı oldu. Çünkü Rusya; Slav ırklarına yapacağı desteksel yatırımın, Osmanlı’nın zayıflamasına neden olacağını çok iyi görmüş ve bu işin çok iyi bir şekilde gitmiştir. Bu çok uzun ve yoğun bir programdır ve en çok da Bulgarları ilgilendirmiştir.

1875’te Sırplar ve Karadağlılar ayaklandığında, Osmanlı bunu çok çabuk bastırdı. Bu isyanın bastırılması Rusya’ya önemli bir koz verdi ve Ortodoksların, Osmanlılarca katledildiğini öne sürdü. Avrupa’yı da ayağa kaldıran Rusya’nın, Osmanlı’ya verdiği nota sonucunda ise Osmanlı Sırplarla süren savaşı durdurdu, durdurmak zorunda kaldı.

Rusya’nın en büyük yatırımı Bulgarlara yaptığı belirtilmişti. Aynı alfabeyi kullanan, aynı dinin aynı mezhebinde olan Bulgarlar; Rusya için kullanılmaya hazır bir malzemeydi. Osmanlı tebaası Bulgar gençleri -ki bunlar genelde fakir ailelerin çocuklarıydı- Rusya’ya götürüldüler ve bunlara eğitimle birlikte maddi imkânlar sağlandı. Bu gençler aşırı Türk düşmanı olarak yetiştirildiler ve isyan için geri gönderildiler. Bu işler Osmanlı’nın gözü önünde, hatta bilgisi dâhilinde oldu. Ne yazık ki Osmanlı Yönetimi, her taraftan kıskaç altına alındığı bir ortamda, buna karşı Rusya’ya bir hareket yapabilecek konumda değildi.

Bulgar İsyanı” ya da Bulgarların penceresinden söylendiği şekliyle “Bulgar İhtilali”; üç farklı koldan ilerleyerek sonunda Bulgaristan’ın kurulmasına giden süreci tamamlamıştır.

1-Bugünkü Bulgar toprakları üzerindeki komitacıların, başta yağma olarak başlayan ve sonra ihtilal ile birleşen isyanları.

2- Bulgar aydınlarının uyanma hareketi diye tanımladıkları ve gazete dergi gibi yazılı materyallerle desteklenen süreç.

3- İsyancılarla ve uyanışçılarla hiç alakası olmadan başlayan, Rum Patrikhanesi’nin baskılarından bıkan kilise önderlerinin, Patrikhaneye baş kaldırması ki bunun sonucu olarak 1870’de çıkan Eksarhlık Fermanıyla gelişen süreç.

Bulgarların “Bulgar Paskalyası”, Bulgarca söylemi ile “Çarigradski Viligden”; 1 Nisan 1860’ta Haliç’te yaşandı. Bu tarih; Bulgar kilise hareketinin başlangıcı kabul edilir. O gün kilisede olanlar Patriğin adının anılması gereken an geldiğinde, hep bir ağızdan, dini önder İlarion Makariopolski’ye şöyle bağırmışlardır: “Patriği anma Sultan’ı an… Patriği anma Sultan’ı an...”  Sonraki 10 yılda yaşananlar sonucunda ise 27 Şubat 1870 Cuma günü, Sultan Abdülaziz’in verdiği fermanla Bulgar Eksarhlığı resmen kurulmuştur.  Panslavcıların ve Rusların en az etkili olduğu kanal zaten kilisedir. Kilisenin Osmanlı yönetimi ile sorunu olmayıp sadece Rum Patrikhanesi’ne karşı ayaklanmıştır.

Osmanlı Rus Harbi”; Rumi takvimle 1293 yılına isabet ettiğinden “93 Harbi” ya da “1877 1878 Rus Harbi” olarak bilinir. Bu savaş Balkanlarda Tuna ve Kuzey Doğu Anadolu’da Kafkas cephelerinde cereyan eden en büyük ve çok kanlı bir savaştır. Savaşın başlaması ile Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve Avusturya tarafsızlık ilan ederken; Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile birlikte, Bulgar çeteleri de Rusların yanında savaşmışlardır.

Gazi Osman Paşa ile Plevne’de ve Ahmet Muhtar Paşa ile de Doğu Anadolu’da bazı başarılar elde edilmişse de bu savaş, Türk Tarihi’nin en büyük felaketlerinden biri olmuştur.  Savaşın kaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878’de Aya Stefanos (Yeşilköy) Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, Doğu Anadolu ve Rumeli’de büyük Osmanlı toprak kaybının yanı sıra; Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın bağımsızlığı ile “Tuna Eyaleti”nde kurulacak geniş bir “Bulgaristan Prensliği” de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupa devletleri, “Aya Stefanos Antlaşması”nı kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran 1878’de “Berlin Kongresi”ni tertiplemişlerdir. Bu anlaşmaya göre ise; Doğu Anadolu’daki bazı yerler Osmanlı’ya iade ediliyor (Beyazıt ve Eleşkirt), Romanya, Sırbistan ve Karadağ meselesi aynen kabul ediliyor, Büyük Bulgaristan küçültülerek Balkan Dağları kuzeyinde oluşuyor, Makedonya ve Balkan Dağları ile Ege Denizi arası topraklar Osmanlıya bırakılıyordu. Ayrıca Balkan Dağları güneyinde kısmi özerk bir statüde “Doğu Rumeli” adlı yeni bir eyalet kuruldu. Böylece 93 (1293) Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalanan “Berlin Antlaşması” ile nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devleti doğmuştur.

Osmanlı’nın bu savaştaki en büyük kaybı ise Askeri ve siyasi yardım karşılığında Kıbrıs’ın yönetiminin İngilizlere verilmesidir ki bu anlaşmanın doğurduğu kayıplar bu gün dahi önemini korumaktadır. Bu harpte Bulgarlar, Türklere karşı katliam yapmışlar, on binlerce Türkü öldürmüşlerdir. Bu savaşın komutanı aynı zamanda Rus Grand Dükü olan “Aleksandır N. Nikolayeviç”tir.

İşte bu onbinlerce Türk’ün öldürülmesinin emrini veren “Grand Dük Nikolayeviç” için bu gün hala Bulgaristan’da kiliselerde yapılan ayinlerde tercümesi şu olan bir pasaj okunur:

Blagjenopoçivşago osvoboditelya naşego Aleksandır Nikolaeviça i vse voynov padsih na pole brani da pomyanet gospog bog vo tsartvii svoem, vsega i ninye i prismo, i veki vekov

Bunun tercümesi şöyledir:

Kurtarıcı Merhum İmparator Aleksandır N. Nikolayeviç ve dinimiz ve vatanımızın hürriyeti için şehit olan bütün askerleri Allah katında analım.”


Bu söylem; Bulgaristan’ın hala düşmanca davranışları terk etmediğini ispatlar. Zaten Plevne’de bir soykırım müzesi vardır. Ayrıca Batak kentinde de buna benzer kiliseden bozma içinde yüzlerce kafatası bulunan ve Türklerin soykırımını anlatan afişler de bulunan bir soykırım müzesi daha vardır.

Bulgaristan’ın, Türklük karşıtı söylemleri bırakmadığı gibi, bırakmayacağı da anlaşılmaktadır. Zaten Rum Patrikhanesi’ne karşı, tüm yasalarımızı hiçe sayarak aldığı tutum ya da destek de bilinmektedir.

Türk katili Grandük için dua etmek ve şükran ortaya koymak anlamındaki bu söylem; Osmanlı yönetimi süresince ve Cumhuriyet’ten sonra İstanbul’daki Bulgar Kiliseleri’nde hiçbir zaman söylenmemişti.

İstanbul’daki Bulgar Cemaati Başpapazı Konstantin Kostoff; 2002’de rahatsızlanarak ameliyat olduğunda Bulgaristan’dan Milko Topuzliev  adında bir papaz getirtildi. Bu papazı Patrikhane destekleyicileri çok güzel bir şekilde kullandılar. Topuzliev geldiği andan itibaren, Aleksandır N. Nikolayeviç ve askerleri için o fatihayı okumaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini soranlara ise Bulgaristan’daki kiliselerde yapılan duaların aynısını okuduğunu belirtti.

Topuzliev gitti yerine yine Bulgar uyruklu papaz “Angel Velkov” geldi ve o da bu söyleme devam etmeye başladı. Papaz Angel, daha da ileriye gitti ve yanında getirttiği bir ayin ritüelini şu an Rum Patrikhanesi’nin güdümünde olan Bulgar Kiliseleri Vakfı Yönetimi’ne bastırttı. Bu kitapçık halen Şişli’deki kilisede dağıtılmaktadır.

 Ritüelin 13. Sayfasında; Rum Patriği’ne “Ekümenik” denmekte ve Rus Çarı ile askerleri için söylenen Fatiha da içinde yer almaktadır. Son sayfasında (27.) ise; Türkiye’deki Bulgar Ortodoks Kilise Cemaati yazmaktadır. Bu bir anlamda; Bulgaristan’ın 1878’de Osmanlıları birlikte kestikleri/katlettikleri Rus askerleri ve onların Çarına olan ve bu gün dahi devam eden şükranlarının göstergesidir.

İstanbul’daki T.C. vatandaşlarının cemaatine ait bir kilisede,  aynen Bulgaristan’da olduğu gibi, Türkleri katleden Rus Grand Düküne ve Rus askerlerine Fatiha okunmaya halen devam edilmektedir. Çoğunda başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere başka ülkelerin pasaportları da (gayri yasal olarak) olan Bulgar Kiliseleri Vakfı Yöneticileri bunu desteklemekte ve hâlâ atılamayan bu kine ortak olmaktadırlar.

BOJİDAR ÇİPOF SÜRMANŞET RUM PATRİKHANESİ 2007 YARGITAY KARARI HAKKINDA


BOJİDAR ÇİPOF SÜRMANŞET RUM PATRİKHANESİ  2007 YARGITAY KARARI  1. BÖLÜM from Bojidar Cipof on Vimeo.

2002’de Bojidar Çipof'un, Rum Patriği Barholomeos ve 12 Sen Sinod üyesi papaza açtığı dava, 13 Haziran 2007’de Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin verdiği kararla sona erdi. 26 Haziran 2007’de Anadolu Ajansı’na haber düştüğü anda tüm Dünya'da ve yerel basında ve televizyonlarda yer aldı. Bu haber; 29 Haziran 2009'da Bengütürk TV'de, Gülgün Feyman'ın sunduğu Sürmanşet haber programında, Bojidar Çipof'un stüdyodan, Araştırmacı Yazar Aytunç Altındal ve Prof. Mehmet Çelik'in telefonla katılımı ile yapıldı. Tartışma programında Yargıtay kararının sonucu, etkileri ve Dünya'daki yansımaları ele alınıyor.

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ HAKKINDA SÖYLEŞİ 4.BÖLÜM (ULUSAL TV)

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ HAKKINDA SÖYLEŞİ 3.BÖLÜM (ULUSAL TV)

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ HAKKINDA SÖYLEŞİ 2.BÖLÜM (ULUSAL TV)

BOJİDAR ÇİPOF'LA RUM PATRİKHANESİ HAKKINDA SÖYLEŞİ 1.BÖLÜM (ULUSAL TV)

BOJİDAR ÇİPOF'UN 1996'DAKİ PASKALYA DAVASI




ATV TV'de, Eylül 1996'da yayınlanan ADLİYE KORİDORLARI adlı programda, Bulgar Ortodoks Kilisesi ile Rum Patrikhanesi arasindaki sorunlar ele alınıyor. Rum Patrikhanesi, 1993'ten itibaren, Bulgar Kiliselerinde yapılan ayinleri, Bulgarca olması gerekirken Rumca yapmak için baskı yapıyordu. 14 Nisan 1996'da Rum Patrikhanesi'nden akovos adlı bir rütbeli papaz ile ona yardım eden Bulgar Kiliseleri Vakfı Başkan Yardımcısı Kiryako Liaje Paskalya Bayramı Ayini'ni yine rumca yaptılar. Vakıf yöneticisi Bojidar Çipof buna karşı bir dava açtı ve Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandı. Sanıklar daha sonr a beşer ay hapis cezası aldılar. Bu kayıt mahkeme esnasında çekilerek ATV'de ADLİYE KORİDORLARI adlı programda yayınlandı. Haber; mahkemesinin sonuçlanması ile Yargıtay'ca onanması arasındaki süreçte yayınlanmıştır.

BİR KİTABIN ÖYKÜSÜ: “PATRİKHANE ile MÜCADELEM”


Bu ay içinde çıkacak olan bir kitabım var. “PATRİKHANE ile MÜCADELEM” Sonunda matbaanın merdaneleri dönmeye başladı.

1993 ile 2007 yıları arasında yaptığım Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda geçen yılları belgelerle anlatıyor. Bu kitap; 780 sayfa ve 300 belge ile fotoğraf ve gazete kupürü içeren, Fener Rum Patrikhanesi ile Bulgar Ortodoks Cemaati arasında o yıllarda geçen hadiseleri gözler önüne serecek.

Bu süreçte 1996 yılında Patrikhane’nin bize yapmaya çalıştığı asimilasyona karşı açtığım bir dava; 1997 yılında Yargıtay’ca onaylandı. Bu aslında Türk Ceza Kanunu’nun 175,1 Maddesinin ilk defa Yargıtay’ca onayladığı bir dava olarak hukuk tarihimize girdi.

2002 yılında açtığım bir başka dava ise 2007’de Yargıtay’ca onaylandı ve Dünya’da büyük ses getirdi. Bu konudaki televizyon haberleri linklerden izleyebilirsiniz. 2007’deki dava bu gün Devletimizin elindeki “Rum Patrikhanesi Ekümenik Değildir” şeklindeki söylemin en büyük mesnetidir.

Aşağıda metin; bu kitabımın içinde bulunan ve kitabın yazılmaya başlamadan önceki, biraz da trajikomik şekilde anlatılan “Bu Kitabın Öyküsü” bölümüdür.

Bu Kitabın Öyküsü

Ben kitap okumayı çok severim ve zengin bir kitaplığa sahibim. 1993’te Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda göreve aldığımda baktım ki 40 yaşına kadar Bulgar Kilisesi ve Eksarhlığı ile ilgili pek az şey biliyorum. Evvela Türkçe literatürdeki kaynakları toplamaya başladım ve ne yazık ki bu konuda çok az kaynak bulabildim. Bulgaristan’daki tanıdıklarım vasıtasıyla kitaplığım ve arşivim zenginleştikçe bir kitap yazmaya niyetlendim ve hazırlıklara başladım ve bu niyetimi bazı arkadaşlarımla paylaştım. Bunun sonucunda çok trajikomik bir sonuç ortaya çıktı.

“Ahtapot” Daha Yazılmadan Bir Gazeteye Manşet oldu!

Tarihe not düşülmesi adına böyle bir kitap yazmak çok iyi olacaktı. Fakat henüz ortada daha hiç bir şey yoktu. Bu sadece bir karardı, niyetti. Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda olan bitenle ilgili bir kitap yazmak istediğimi ve gerçekleri insanların önlerine sermek düşüncesinde olduğumu, Temmuz 1994’te, İstanbul’a gelen Bulgar Patrikhanesi Arşiv Müdürü Hristo Temelski ile konuşmuştum. Bana laf arasında kitabın adını sorduğumda espri olsun diye “ahtapot” olabilir dedim. Kendisi bu çalışmamı ciddiye aldı ve bana yardım edeceğine de söz verdi. Zaten ilerde Temelski ile birçok defa daha görüştük, karşılıklı belge ve bilgi alışverişimiz çok oldu.

Bir gün, Bulgaristan’dan telefon aldım. Bir tanıdığım bana faks çekeceğini söyledi. Faksı alınca hayretler içinde kaldım. Çünkü bizim daha bir sayfası dahi yazılmamış kitap yazma tasarımız; birinci sayfadan ve manşet olarak Bulgaristan’ın en büyük tirajlı gazetelerinden birinde ana haber olmuştu. Ben bir gazeteci ile bunları paylaşmamıştım. Ancak, yazıdaki ifadeler benim kendi söylemlerim ve düşüncelerimdi. Bunları nereden almışlardı, bulmuşlardı? Bir saat kadar sonra durum anlaşıldı!

Bizim Hristo kitap yazma niyetimizi, abartarak ve sanki kitap basıma hazırmış da yakında basılacakmış gibi bir gazeteciye aktarmış. Bu gazeteci de benimle hiç tanışmadığı halde, olayların gündemdeki yerini ve Rum Patrikhanesi’nin o esnada Bulgar Ortodoks Cemaati’nde yarattığı kepazeliği göz önüne almış ve bizim ortada olmayan kitabımızı ve Rum Patrikhanesi ile olan mücadelemizi manşete taşımış.

İşin garibi “Duma” (Söz) Gazetesi, Bulgaristan’daki tirajlı ve saygın bir gazetedir. Bu habere nasıl irdelemeden atladıklarını ve ana haber olarak verdiklerini ise bu kadar sene geçti, hâlâ anlayabilmiş değilim!

Daha sonraları ise durum daha da komik bir hal aldı. Birçok Bulgar yayın evi benimle temasa geçerek, kitabın aynı anda Bulgaristan’da da yayınlanması için tekliflerde bulundular. Aslına bakarsanız bu komik durum beni böyle bir kitabı mutlaka bitirmeye teşvik etmedi değil. Çünkü ortada olmayan kitap için, benimle bir şekilde temasa geçen her arkadaş ve gazeteciler bana Ahtapot’un (Bulgarca söylemi ile “Ahtapota”nın) durumunu, ne aşamada olduğunu sorar oldular.

Hristo Temelski’nin ayrıca, 27 Temmuz 1994 tarihli, Bulgar Patriği Maksim’e yazdığı bir gizli rapor var ki daha sonra o da benim de elime geçti. Raporda da bu “ahtapot” işi fevkalade ciddiye alınmış ve şu ifadeler yer kullanılmıştır: “Bay Bojidar Çipof; elde etmiş olduğu deliller ve ifşa edici materyaller bazında “Ah­tapot" adlı bir kitap yazmaktadır. Bu Ahtapot; İstanbul’daki Bulgarların hayat suyunu emmek isteyen ve onları sarmış olan sayısız kollarıyla İstanbul Patrikhanesi’dir.”

Duma Gazetesi’ndeki Haberin tercümesi şöyledir:

"Ekümenik Patrikhanesi Ahtapot Olarak İlan Edildi
 
5 Ekim 1994 Duma Gazetesi Sofya -Radka Petrova
Metropolit Neofit bu gibi suçlamalar
Ortodoks birliğini kuvvetlendirmiyor dedi

İstanbullu Bulgarlardan Bojidar Çipof’un yazmakta olduğu bir kitapta İstanbul’daki Ekümenik Patrikhanesinin sinsi faaliyetleri, “ahtapot”un zehirli kollarına benzetilmekte­dir. Soydaşımız evvela Türkçe olarak yayınlamayı düşündüğü kitabının adını “Ahta­pot" olarak koymuş.

Yazara göre düşünceleri belki acemice nakledilmiş de olabilir, fakat hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da artık herkesin "Grekomanya” yayıcılarının hain fikirlerini bilmesi gerekmektedir. İşte, Ahtapot’un meydana çıkış sebebi de aslında bu imiş.

Bojidar Çipof İstanbul’daki 600 kişilik Bulgar cemaatinin bir üyesidir. Firmasının adı da “Bojidar” olup elektronik ses cihazları ticareti ile uğraşmaktadır. Bojidar Çipof ilk eserini kendi imkânları ile yayınlayacaktır. “Ahtapot”tan anlaşıldığına göre İstanbul’daki cemaatimizin 190 ailesinden 25 kadarı, kendilerini Patrikhanenin zararlı Rum tesirine terk etmiş durumdadırlar.

Yazara göre, soydaşlarımız; Bulgarlık yerine sevimli bahanelerle ve Hıristiyanlığın birliği adıyla “Rum Davası” saflarına çekilmektedirler. Kitabında; Bulgarların vaftiz belgelerinin Bulgarca değil de Patrikhane’nin istekleri doğrultusunda Rumca yazılması istenmesi üzerine, Bulgaristan’da yankılanan olay, tüm detaylarıyla anlatılmaktadır. Skandal ancak Bulgar Patrikhanesi’nin müdahalesi ile bastırılmıştır.

Ekümenik Patrikhane; İstanbul’daki Bulgar Kilisesi ve cemaatinin kendi yetki alanında altında olduğu ve kendi kanonları (dini kanunlar) çerçevesi içinde hareket edebileceği gerekçesi ile kendi müessesesinin faaliyetlerini haklı çıkarmaya çalıştı. Her iki taraf arasında görünürdeki suskunluktan aylar geçtiği halde; İstanbul’daki Bulgar Cemaati hâlâ Bulgaris­tan’dan gelecek olan özel vaftiz belgelerini bekliyorlar.

Bojidar Çipof, kitabı için şimdiye kadar yayınlanmamış olan verilerden faydalan­mıştır. Kendisi bunların inanırlığını garantilemekte ve Gırkoman soydaşlarını tekrar özüne döndürebileceğini ümit etmektedir.

Yazar kitabında; bazı Bulgarların ve hatta kendisinin de üyesi olduğu Kilise Yönetim Kurulu üyelerinden birkaçının, talimatlar almak için, Rum Patrikhanesine sürekli gitmeye de­vam ettikleri gerçeğini ortaya koymaktadır.

Ağustos ayında "Duma" gazetesinde çıkan habere göre, Türkiye son nüfus sayımında, sınırları içinde 28 etnik gurubun varlığını resmen kabul etti. Ancak bunların içinde Bulgarlar yok. Bu durumda Patrikhanenin gizli etkinliklerinden söz edilebilir mi? Yazara göre ilgisiz kalır, kayıtsızca davranılırsa İstanbul’daki kolonimizin (cemaatin) son ferdi de Rumlar tarafından asimile edilmiş olacaktır.

Bulgar Patrikhanesi Sen Sinod Üyesi Dorotolski ve Çervenski Metropoliti Neofit’e göre ise (Rum) Patrik Hazretleri; İstan­bul’daki Bulgarları Rumlaştırmak gibi bir hareket yapmamıştır. Şimdiye kadar Bulgar Kilisesi onların (
Rumları kastediyor) ruhani bölgesinde bulunduğu halde; dil, gelenek ve bayram gibi Bulgar adetleri aynen kalmaktadır. Ona göre Ortodoks Kilisesi’nin başına (Rum Patriği kastediliyor) yapılan bu suçlamalar, Ortodoks birliğine bir yarar sağlamamaktadır. Neofit, vaftiz ve evlenme belgelerinin hazır olduğunu ve yakın bir gelecekte basılıp İstanbul’daki Bulgar Ortodoks Cemaati’ne gönderilebileceğini sözlerine ilave etti.
"

Patrik de Ahtapotu Yorumluyor

Bu gazetenin haberinden iki hafta sonra, 19 Ekim 1995 günü, yine Bizans oyunları ile Şişli İvan Rilski Kilisesi’nde yapılan, kilisenin gününde Rum Patriği Bartholomeos ortaya çıktı.

Son zamanlarda yaptığı gibi bu kutlama ayinini de ele geçirip, Rumca olarak yöneten, Rum Patriği Bartholomeos; ayinin sonunda cemaate Rumca olarak şöyle hitap etti: “Bizim hakkımızda yakında çıkacak olan “Ahtapot” isminde bir kitap hakkında bilgimiz vardır. Ancak ahtapot; sayısız kolları vasıtasıyla insanların kanını emen bir canavardır biz ise kollarımızı sevgiyle uzatarak bu cemaati kucaklamak isteğindeyiz.

Bu tabi şimdi tebessümle hatırladığımız bir husus. Ahtapot gibi bir adı bir kitaba verirseniz, daha ilk andan itibaren ön yargıyla karşılaşmak kaçınılmazdır.

Ben çok eski bir bilgisayarcıyım. Firmamı kurmamla birlikte daima bilgisayar kullandım. İşim gereği, neredeyse tüm grafik programlarını ileri düzeyde kullanırım. 1994’ten itibaren bir tarih kitabı yazmaya başlayınca evvela tarih araştırmalarında usul üzerine bilgilenme sürecine girdim. Bu usulleri bilgisayarımda nasıl uygulayacağımı araştırmaya başladım. Bir yöntem belirledim ve işe koyuldum. Bir araştırma esnasında ”sınır” koyma gerekliliğine maalesef uyamadım.

Malzeme çoğaldıkça sınırlar taştı. Buna geçirdiğim mali krizlerin getirdiği yükler de eklenince bu proje hep ötelendi. Ama süreç içinde bölüm bölüm yazmaya da devam ettim. Evime gelen akademisyen dostlarım arşivimi görünce şaşırıyorlardı. İlk başta Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili bir kitap projesi olarak başlayan bu çalışmalar; zamanla Rum Patrikhanesi ve Bulgar Eksarhlık ya da Bulgar Kilise Tarihi olarak ikiye ayrıldı. Bu iki konuda ileride birçok kişiye kaynak olacağını sandığım, çok fazla belge ile desteklenmiş başka çalışmalarım çıkacaktır.

Sonunda boşanmayla biten ailevi bir sorun nedeniyle bir ara çalışmalarım tamamen durmuştu. İşlerimi yoluna koyup, boşanma sürecinin de bitmek üzere olduğu 2008’in Ağustos başında, bu artık ikiye ayırdığım kitaplara yoğunlaştığımda, uzun bir süredir ihmal ettiğim arşivimi de dikkatlice gözden geçirdim. Baktım ki elimde bilimsel bir kitaba girmemesi gereken, ama bir anı çalışmasında ilgi çekecek yüzlerce belge ve resim var. Ben de evvelâ bir anı kitabı yazmaya ve bu kitapta elimdeki bu belgeleri insanlarla paylaşmaya karar verdim. Bu anı kitabı bilimsel bir çalışma değildir. Bunu defaten tekrarlamamım bir nedeni var. Mutlaka bu çalışmamız birilerini ve onların kalemşorlarını rahatsız edecektir. Bundan kesinlikle eminim. Anılarımız bahanesiyle her türlü belge -ki bunların çoğu beş on kişi arasında kalmış, yani gün ışığı görmemiş evraklardır- bunları paylaşma arzusu içinde bu kitap yazıldı. Bu kitabın yazılmasının başlıca gayesi “Paylaşmaktır” başta İstanbul Bulgar Cemaati olmak üzere Rum Cemaati’nden ve Bulgaristan’dan konuyla ilgili olanlar. Şu soruyu sorarlarsa ben amacıma ulaşmış olacağım: “Şu 15 yıl içinde neler olmuş da haberimiz olmamış.

5 Aralık 2010 Pazar

BARTHOLOMEOS NASIL PATRİK OLDU VE BU GÜN NE İSTENİYOR


Bu çalışmamızda; çok kısa bir süre önce Amerikan CBS Televizyonu’nda “Kendimi Türkiye’de çarmıha gerilmiş hissediyorum” diyebilen, oysa Batı Trakya Türkleri ile kıyaslandığında ortalama bir Türk vatandaşından kat kat öte ayrıcalıklar edinen, VIP salonlarında ağırlanan, Rum Patriği Barholomeos’un nasıl patrik olduğunu ve Patrik seçimi ve töreni esnasında neler yaşandığını irdeleyeceğim.  Ayrıca şu anda gündemde olan ANAYASA açısından da konunun nasıl aykırılık içerdiği de yazının sonunda ortaya konmuştur.

1991’de Bartholomeos'un Patrik Seçilmesi

Patrik Dimitrios'un ölümünden sonra, yeni bir patriğin seçilebilmesi için İstanbul Valiliği'ne aşağıdaki şu 15 kişilik aday listesi verildi:

1-Dimitri Arhondoni
2- Dimitri Kara
3-İliya Neranevli
4-Kostandinos Harisiyadi
5-Panayot Vasil Havyarcıoğlu
6-Tano Papas
7-Yanaki Atanasiyadis
8- Simo Aleksandiros
9-Evangelos Galanis
10-Dimitri Peremetidis
11-Simeon Amariliya
12-Hrisostomas Emilyanos Konstantinidis
13-Dimitri Savaiyadis
14-Manuel Yeramisos Konstantinidis
15-Yani Pazaridis

Bu aslında temayüllerle bağdaşmayan bir durumdu. Çünkü Cumhuriyet tarihi süresince, (Athenagoras hariç) boşalan makama daima üç aday gösterilir ve Valilik onayına sunulurdu. Bu kadar çok kişinin, patrik adayı gösterilmesi üzerine, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu bir gazeteye şunları söyledi: Biz millet olarak, Selçuklulardan, Osmanlılardan bu yana daima insanların inançlarına saygı göstermiş, hudutlarımız içerisinde yaşayan insanlara din ve vicdan hürriyeti tanımışızdır. Bu millet, bunu asırlardır yapmıştır. Patrikhane'nin bildirdiği 15 kişilik listeden hiç kimsenin ismini çizmedik. Bu nedenle (bazı metropolitler sakıncalıdır) da demedik. Bu adayların arasından patrik tespiti için listeyi aynen Patrikhane'ye gönderdik. Sen Sinod Meclisi kendi patriğini seçmelidir. Tayin yöntemine gitmiyoruz.”  [1]

Aslında bu listede bazı sakıncalı isimler olmasına karşı liste onaylanmıştı. [2] Çünkü o güne kadar yapılan uygulamalarda; Sen Sinod Meclisi üç adayın adını Valiliğe vermekteydi. Sen Sinod Meclisi'nin tümünün aday listesinde yer alması alışılmadık bir uygulama oldu. Valilik; bu adayları incelerken başta güvenirlik olmak üzere gerekli vasıflara sahip olup olmadıklarını dikkate alıyordu. Ayrıca adayın Türk vatandaşı olması ve patrik olmak için gereken dini rütbeye de sahip olması aranan şarttı. Bu incelemelerden sonra Valilik isterse -ki bunda daima güvenirlik faktörü esas alınmaktadır- bazı adayları listeden çıkarma hakkına da sahipti. Sen Sinod Meclisi de teamüle göre. Listenin son şeklini aldıktan sonra üç gün içinde bir adayı seçmekle yükümlü bulunmaktadır. [3]

İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu yapmış olduğu basın toplantısında aday olan 15 metropolit için sadece Türk vatandaşı olmaları ve Türkiye'de daimi ikamet etme şartı arandığını bildirdi.[4] Bu seferki uygulamada güvenlik faktörünün pek fazla incelenmemiş olduğu ve listedeki sakıncalı isimlerin ayıklanmamış olduğu basında çıkan haberlerden anlaşıldı!

Patrik Dimitrios'un ölümünün ardından, Yunanistan'ın ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush'un, Amerika'da yaşayan, tescilli Türk düşmanı Kuzey ve Güney Amerika Rum Başpiskoposu Yakovos'u da patrik seçtirmek için bir takım çabalar gözüktü. Bu kişinin, New York Times Gazetesi'nde yayınlanan ve Türk düşmanlığını gözler önüne seren, 16 Nisan 1966 tarihli bildirisi hala akıllardaydı. 1959 yılında, Rum Patriği Athenagoras'ın atamasıyla Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu olan ve Türk düşmanı olduğu için Türkiye'ye girişi yasaklanmış olan Yakovos'u; Cumhurbaşkanı Turgut Özal bir Amerika gezisi sırasında affederek, Türkiye'ye girişine tekrar izin vermişti.  Yakovos'un adının A.B.D Başkanı’nın da desteğiyle ortaya patrik adayı olarak atılması bir kargaşa yarattı. Konunun uzmanlarından, Fahir Armaoğlu Tercüman Gazetesi'ndeki Yorum kösesinde bu konuya şöyle bir görüş getirdi: 

... Esasına bakılırsa “Yakovas meselesi” Özal'ın eseridir (...) Başkan Bush'a kızmamak gerekir. Bush yeşil ışığı Özal'dan almıştır ve Özal gitmeden önce, bu politikasını da gerçekleştirerek, Yunanistan'ın ve Amerika'daki Yunan lobisinin hoşnutluğunu sağlamak istemektedir (...) Patrikhane, Türkiye'nin sırtına saplanmış bir bıçaktır. Patrik seçimine Yunanistan'ın ve Amerika'nın burnunu sokarak meseleyi milletlerarası hale getirmeleri, Patrikhane'nin Türkiye için ne menem bir dert olduğunu göstermiştir ...”  [5]

Yakovos ve Özal'ın görüşmeleri ve verilen tavizler ile ilgili olarak, Hüsamettin Cindoruk çok daha önceleri Hükümet tuzağa düşmüştür.”demiştir.[6]  Aslında Yakovos'un adaylığı T.C vatandaşlığından atılmış olduğu ve Türkiye'de ikamet etmediği için uygun değildi.[7] Fakat Dimitrios’dan önceki Patrik Athenagoras'un da 1948'de, A.B.D vatandaşı olarak ve Başkan Truman'ın özel uçağı ile geldiği ve Türkiye'ye geldiği gün, uçağın kapısından henüz inerken kendisine T.C. pasaportunun verilmiş olduğu da unutulmamalıdır. O zaman da aynı kanunlar ve yönetmelikler geçerli idi. Athenagoras da Yakovos gibi daha önceleri Türkiye'de bulunmuş, Heybeliada Rum Ruhban Okulu'nda okumuş ve Türkiye'nin hayrına çalışmadığı da biliniyordu. Fakat buna rağmen politik yollar kullanılarak patrik olmuştu. 

Bu nedenle; Athenagoras'a yapılan uygulama gibi, Neden Yakovos için bir daha olmasın. beklentisine girilmiş olması ihtimal dâhilindedir. Bu konuda dış güçlerin de baskısı ile bir hayli uğraşılmış olduğu da basından anlaşılmaktadır. Ancak sonradan edinilen bulgular ışığında; Yakovos'un adaylığı, verilen 15 kişilik listedeki sakıncalı isimleri kamufle edebilmek ve yöneticiler ile kamuoyunu bu doğrultuda meşgul ederek, zaten belirlenmiş olan bir kişiyi patrik seçtirme maksadıyla ortaya atılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Zaten Patrikhane de Valiliğe verdiği 15 kişilik listeye rağmen, kendi aralarında patrik seçimi ile ilgili olarak yapılan gizli oylamada Sen Sinod sadece şu 3 kişiyi aday gösterdi: 

1-Kadıköy Metropoliti Dimitri Arhondoni
2-Terkos Metropoliti Konstandinos Harisiyadis
3-Listra  Metropoliti Simo Aleksandiros

Yapılan oylamada Kadıköy Metropoliti Dimitri Arhondoni (Bartholomeos) oy birliği ile patrik seçildi. Ezelden beri Kadıköy Metropoliti olan kişiye müstakbel patrik gözüyle bakılmaktadır. Patriklerin bir evvelki durağı genellikle Kadıköy Metropolitliği’dir. Bu suretle de bu gelenek yine bozulmamıştır.

Seçim sonrası bazı gazetelerde patrik seçimi ile ilgili şu haberler çıktı: 

İstanbul Valiliği patriklik makamı için kararı Sen Sinod Meclisine bıraktı.
SAYGISIZ YUNANLI UTANSIN
23 Ekim 1991 Tercüman

Batı Trakya'da dini lider seçimini ipotek altına almışlardı.
PATRİKHANE'DE ÖZGÜR SEÇÎM
23 Ekim 1991 Güneş

PATRİK ADAYLARINA KISITLAMA OLMADI
23 Ekim 1991 Hürriyet

Gazetelerde bu gibi tepkilerin çıkmasına sebep; o günlerde Batı Trakya'da seçilmiş Türk Müftüleri gerekçe göstermeden görevden alarak Batı Trakya Türkü'ne dini baskı uygulayan Yunanistan'a rağmen İstanbullu Rumlara verilen kendi Başpapazlarını serbestçe seçebilmeleri ile ilgilidir. Bu seçim ile ilgili analizleri yapmadan önce seçimden evvel gelişen olayları da incelemek lazımdır. İlk olarak neden daha evvelki patrik seçimleri gibi üç kişilik patrik adayı listesi yerine tüm metropolitlerin listesinin Valiliğe verildiği ve bu listenin tamamının onaylanmasına rağmen kendi aralarında yapılan seçimlerde yine üç aday arasında yapılmış olmasının üzerinde durmak gereklidir. Çünkü insanın aklına bazı sakıncalı isimleri gizlemek için listenin 15 kişi olarak Valiliğe şişirilmiş olarak verildiği gelmektedir. 

Yazarın Notu: Bartholomeos’un patrik olmasının hemen ardından, Fener Rum Patrikhanesi bir atağa kalkarak bünyesinde birçok organizasyon gerçekleştirmiştir. Bu organizasyonların birinde Bartholomeos'un davetlisi olarak, Bulgar bilim adamı Prof. Cristo Cristov'un İstanbul'a gelmiş olduğunu duydum ve işyerime çok yakın bir otelde kaldığını öğrendim. Bir vesile ile otele giderek kendisi ve eşi ile tanıştım. O tarihte patlak vermiş olan İstanbul Bulgar Kilisesi ile Rum Patrikhanesi arasındaki ihtilaf konusunda aramızda fikir alış verisinde bulunduk, çok faydalı bir görüşme oldu.

Prof. Cristov'un, teoloji tahsili yaparken Bartholomeos ile aynı birlikte okuduğunu ve Rum Patrikhanesi'nin İstanbul'da gerçekleştirdiği bir etkinlik nedeniyle Bartholomeos'un misafiri olarak davet edilmiş olduğunu, bu fırsatı değerlendirerek İstanbul'a geldiğini öğrendim. Barthalomeos'un sınıf arkadaşı olarak öğrencilik yılları hakkında kendisinden biraz bilgi edinmeye çalıştım. Bartholomeos'un okulda çok parlak bir öğrenci olduğunu, kendisinin seçilmiş bir kişi olduğunu, ilerde yapacağı çok önemli bir göreve hazırlanmak üzere eğitim gördüğünü her fırsatta ifade ettiğini bana söyledi. Bartholomeos'un bu güne kadar alışılmış patriklerin dışında birisi olduğunu da burada bir kez daha belirtmek gerekir sanırım. Bartholomeos askerliğinden sonra 5 yıl süreyle İtalya, İsviçre ve Almanya'da öğrenim görmüş ve 7 lisan bilmektedir. Nitekim patrik olur olmaz, daha patriklik nutkundan başlayarak bu “Büyük ideal” için seçilmiş bir kişi olduğu ortaya çıkmıştır.

Rum Patriği Bartholomeos'un Taç Giyme Töreni

Dimitri Arhondoni'nin (Bartholomeos) 2 Kasım 1991 tarihinde yapılan taç giyme töreninden itibaren Patrikhanenin “ekümenikliğini” tescil ettirme çabası içine girildi. Yeni patrik asasını alarak göreve başladığı ilk gün kendini, Yeni Roma Bizans” patriği yerine koydu ve daha da ileri giderek Konstantinopolis Kilisesi'nin görevine layık görüldüm, dedi. Yaklaşık 45 dakika süren bu ilk konuşmada, herkese nasibini veren çeşitli sivri mesajlar vardı.

“... Ancak bunu belirtirken bu arzumuz ve çabamızı sadece İstanbul kilisesi ile sınırlı bırakmayıp dünyadaki bütün Ortodoks kiliselerini ilgilendiren konularla genişletiyoruz...” diyen Bartholomeos, daha sonraki günlerde, yerli ve yabancı basında da görüldüğü üzere, diğer ulusal kiliselerin içişlerine karıştı ve birçok ulusal kilise ile arasında anlaşmazlıklar çıktı, içişlerine karıştığı için bazı kiliseler ile ilişkiler koptu veya bozuldu.  “... Görevin bu Ekümenik yönünü üsteleniyor ve beyan etmek istiyoruz ki; biz bu görevi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Kanunlarının koruması altında üstleniyoruz ve İstanbul'un Fethi'nden sonra gelen patriklerin geleneklerim sürdürerek bu ülkenin kanunlarına uyan bir yurttaş olarak kalacağız...” cümlesini anlamak mümkün olmadı. Bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Kanunları’nın güvencesinden bahsederken, diğer yandan bu kanunlara göre sadece İstanbul Rum Cemaati'nin ruhani başkanı, başpapazı olduğunu dikkate almadan, Ekümenik Patrik olduğunu daha ilk andan itibaren belirtmek, vurgulamak istedi.

Ortodoksluk dışında kalan tüm dini oluşumları ilk andan itibaren küçük gördü ve şunları söyledi: “... Ortodoksluk bugünkü Dünyaya çok şey sunma şansına/imkânına sahiptir. Çünkü sadece Ortodokslukta gerçek Tanrıya, gerçek inanç vardır. Sadece onda Tanrının bir varlığı olarak insan, cihan ve oluşum için doğru bir anlayış mevcuttur...”

Ayrıca; “... Athenagoras ile Dimitrios'un büyük düşlerini sonuçlandırmak için bizim de bu yönde çok ciddi çalışmalar yapacağımız doğrultusunda temin ediyoruz...” diyerek kendinden evvelki patrikleri andı. Bartholomeos, Heybeliada Rum Ruhban Okulu'nun tekrar açılabilmesi için de şu mesajı verdi:
“... Resmi Makamlarımızdan yirmi yıldır çalışmasına ara vermek zorunda bırakılan Halki'deki (Heybeliada) kutsal teoloji okulunun yeniden çalışmasını sağlamak için izin talep edeceğiz. Ayrıca; Teolojik düşünce ve gelenekleri yayınlayan Eklisiyastik/Teolojik, Patrikhaneye bağlı resmi bir mecmuanın yayınlanması, acizane çabamız olacaktır,..” dedi.

“... Irkımızı koruyacağımızdan ve destekleyeceğimizden, bu kutsal taht'ın, benim de büyük bir hazla imza ettiğim ayrıcalık ve haklarım koruyacağımızdan emin olunuz...”  işte konuşmanın bu bölümünde Patrikhane'nin, Rum Kilisesi olduğunu ve din adına milliyetçilik, ırkçılık yaptığım, kendi ağzından tescil etmektedir. Bartholomeos, zamanı gelince Rum Patriği, zamanı gelince Ekümenik Patrik olmaktadır. Eylül 1994 yılı içinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen. Sayın Tayyip Erdoğan'ı ziyaret ederek Rum Cemaati ve şahsımız adına tebrik etmeye, ayrıca çok yoğun ve zor olan görevlerinde basanlar dilemeye geldik.” [8] Demiştir. Bir yandan Ekümenik (Evrensel), diğer yandan Rum Kilisesi olabilmektedirler.

Taç Giyme Töreninde Bulunan Ziyaretçiler:

Fatih Kaymakamlığı'na bağlı ve herhangi bir cemaat kilisesinden farkı olmayan Fener Rum Patrikhanesi'nin yanında yer alarak Türkiye'de bir statü kazanmasına çalışan devletlerin temsilcileri de taç giyme törenini şereflendirdiler. Yunanistan Başbakanı: Konstantin Mitsotakis, Yunanistan Başbakan Yardımcısı: Atanasios Kanellopulos, Yunanistan Dışişleri Bakam: Andonis Samaras, Yunanistan'ın Ankara Büyükelçisi: Dimitris Makris, Mitsotakis'in kızı: Dora Bakoyanni, Pasok Genel Sekreteri: Alkis Çuhacopulos, Komünist Parti'den bir milletvekili: Stavros Korakhas, Yeni Demokrasi Partisi Milletvekili: Mitiades Evert, Selanik Belediye Başkanı: Kozmopulos, Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu: Yakovos, ABD Başkanı Bush'un kardeşi: William Bush ve bir Amerikan heyeti, Yorgo Papandreu ile diğer Ortodoks Patrikler ve ulusal kiliselerin temsilcileri törene katılanlar kişiler arasında bulundular. Yunan asıllı birçok ziyaretçi de tören için İstanbul’a geldi. 

(Üsteki paragraf, 3 Kasım 1991 tarihli, Bugün, Cumhuriyet, Duvar, Güneş, Hürriyet, Tercüman, Türkiye ve Sabah gazetelerinden -alfabetik sıralamayla- derlenmiştir.)

Törende, Rum metropolitler tarafından, ritüelik çeşitli konuşmalar yapıldı, mesajlar verildi. Yunanistan Başbakanı Konstantin Mitsotakis, siyasi liderlerimizle telefon görüşmeleri yaptı. Erdal İnönü ile de bir telefon görüşmesi yapan, Mitsotakis'e Sayın İnönü Son günlerde sık Türkiye'ye geldiniz. Türkiye'deki olumlu havanın Yunanistan'da yaşayan Türk azınlığın sorunlarının çözümüne de aynı şekilde yansıması için yardımlarınızı bekliyoruz.  dedi.  İnönü’nün bu söylemi gazetelerde yer aldı. [9]

Mitsotakis, törenden sonra Yunanlı gazeteciler ile de bir basın toplantısı yaptı. Bu toplantıda kendisine Heybeliada Rum Ruhban Okulu hakkında sorular soruldu. Bu sorulara Heybeliada Rum Ruhban Okulu'nun mutlaka açılması gerektiği ve bunu sağlamaya çalışacakları” cevabını verdi. [10]


Taç Giyme Töreninin Ekümenik Davetiyesi

Patriğin taç giyme töreninden sonra, Ekümenik Patrikhane adına içlerinde o zamanın Amerika Devlet Başkanı olan Bush'un kardeşinin, Yunanistan Başbakanı Mitsotakis'in de bulunduğu çok sayıda misafir için Sheraton Oteli'nde bir yemek verildi. Bu yemeğin davetiyesine de “Ekümenik Patriklik” yazıldı. Davetiyenin Tercümesi Şöyledir:

Ekümenik Patrikliği (Davetiye) Kutsal Tanrısal Sayın Ekümenik Patrik I.  Bartholomeos’un Taç Giyme Törenine 2 Kasım 1991 Tarih Ve Saat 14.30 Da Sheraton Otelinde Verilecek Yemeğe Davet Ediyoruz. Büyük Din İşleri Bürosu

Bazı Temel Kavramlar Hakkında

Rum Patrikhanesi ile ilgili yazılan kitaplarda bazı isim ve sıfat farklılıkları oluyor. Emekle hazırlanan bu çalışmalardaki bazı terminolojik farklılıklar, içeriğinde kusur bulamayan ve ne yazık ki akademik sıfatları da olan “Kalemşörler” tarafından şiddetle tenkit ediliyor. Burada; kısa teknik açıklamalara yaparak, çokça dillenen iki konu hakkında bilgi bulunmaktadır.

Yunanca’da “B” (β) harfi (Beta) “V” olarak okunur. Dolayısı ile “Vartholomeos” denir. Ancak, ülkemizde Bartholomeos olarak seslendirilmektedir. Slav dillerinde de buna benzer bir durum vardır. Örneğin; Bulgarcada “B” harfi aynı bizdeki gibi yazılır, fakat “” olarak okunur. Bu nedenle Vartolomey diye seslendirirler.

Bartholomeos, Patriğin dini adıdır. Ruhbanlar, kutsandıklarında dini anlamı olan, genellikle bir havari ya da aziz adı alırlar.  Bu kimliklerinde görülmez. Bu nedenle de bazen araştırmacılar kavram kargaşasına düşer. Bartholomeos, Patrik olduktan bir süre sonra, mahkemeye başvurarak Dimitri Arhondoni olan kimliğini “Dimitri Bartholomeos Arhondoni” olarak değiştirmiştir ve bir anlamda doğru bir iş yapmıştır.  Aşağıda Rum Patriğin iki farklı resmi evrakta kullandığı imzalar bulunuyor. Burada artık Bartholomeos ya da Vartholomeos demeyi bir kenara bırakıp, kişinin hüviyetine dahi işlediği ada saygı duymak ve öylece yazmak gerekir.


Farklı söylenen bir başka ve önemli husus: “Patrikhane Fatih ya da Eyüp Kaymakamlığı’na bağlıdır” denmesidir. Cumhuriyetin ilanı esnasında Fatih Belediyesi ve dolayısı ile de Fatih Kaymakamlığı yoktur. Ve söylem olarak “Eyüp Kaymakamlığı’na bağlı bir dini müessesedir” denmesi o tarih zikrediliyorsa doğrudur.  Zaten Eyüp Belediyesi tarihi bir belediye ve kaymakamlıktır. Fakat şimdi bulunduğu coğrafi bölge;  daha sonra tesis edilen Fatih bölgesidir. Günümüz resmi konumu açısından Rum Patrikhanesi; Fatih Belediyesi sınırları içindedir ve Fatih Kaymakamlığı’na bağlı, tüzel kişiliği olmayan sadece dini bir müessesedir.

1991’de Seçildi  2010 Patrik Halâ Bartholomeos

Değişen hiçbir şey yok. Hala “Heybeliada Ruhban Okulu açılmalıdır” ve “Patrikhane Ekümeniktir” bu söylemler devam ediyor. Bu iki hususun gerçekleşmesi durumunda -ki bu ülkemiz açısından kaotik bir durum yaratır. Kaç Anayasa ve Kanun maddesine aykırılık teşkil edeceği üzerinde de biraz duracağız.

Bu isteklerin gerçekleşmesi için bazı Anayasa ve kanunlar üzerinde değişiklik yapılması şarttır. Başta Askeri Yüksek Okullar ve Polis Meslek Yüksek Okullarının statüsünü belirleyen Madde. 132 değişmelidir. 

Bu da şu anlama gelir: Türkiye’de Askeri ve Polis Yüksek Okulları ve Heybeliada Rum Ruhban Okulu; YÖK’e tabi değildir.

Ruhban Okulu’nda okutacak öğretmen var mı? 

Ruhban Okulu’nda okuyacak öğrenci var mı? “YOK GETİRTİRİZ

“Peki, tüm Dünya’daki ruhban okullarında papaz adayları üzerlerinde “RASO” denilen siyah cübbe ile okumak zorundadır ve bu dini simgedir. 

OLSUN CANIM NE OLACAK

O zaman sormazlar mı? Üniversitelerde türban yüzünden okuyamayan kızlarımızın günahı nedir? Türbanı hakikaten inanarak takan gençlerimize verilmeyen -ki bu konuda, burada kesinlikle; yanda ya da karşıda bir görüş ortaya konmamaktadır- bu hakkı sadece 1200 kişi kalmış Rum Cemaati’ne nasıl verilecek. Hoş ortada okulda okuyacak öğrenci de yok, varsa da Dünya’da o kadar çok okuyabilecekleri okulları var ki. Sadece Madde. 132 değil, YÖK’ü tanımlayan Madde 130 ve 131 de bu arada güme gidiyor, deliniyor.

Çok önemli bir husus daha var: Anayasa değişikliklerinde ellenmeyen, ellenemeyen bir madde var “Madde.174” Bu Atatürk’ün Devrim Yasalarını koruyan maddedir.  Adı: “İnkılâp Kanunlarının Korunmasıdır”.

Orada “Bazı kisvelerin giyilemeyeceği hakkında” bir kanun da vardır ve korunmaktadır. Yukarda zikredilen dini cübbe (RASO) da bu yasaya göre ibadet yerleri dışında giyilemez.  Bu hak sadece Diyanet İşleri Başkanı’nda ve patriklerdedir. 

Fakat denilecektir ki zaten biz Adalar’da, Beyoğlu’nda sırtında RASO ile gezinen papazlar görmeye alıştık. O zaman kusura bakılmasın ama sarıkla, fesle dolaşılmasın da demeyin… O ne ise bu da aynıdır. Hoş adamlar artık havaalanlarının VIP salonlarından, pasaport kontrolünden bu giysilerle girip çıkıyorlar.

Bojidar Çipof
30 Mart 2010

[1]  23 Ekim 1991 Tercüman ve Hürriyet Gazeteleri
[2]  23 Ekim 1991 Hürriyet
[3]  20 Ekim 1991 Milliyet  
[4]  23 Ekim 1991 Sabah
[5]  8 Ekim 1991 Tercüman
[6]  26 Ocak 1990 Yeni Nesil
[7]  23 Ekim 1991 Sabah
[8]  28 Eylül 1994 Sabah
[9]  3 Kasım 1991 Hürriyet
[10]  3 Kasım 1991 Tercüman