cemaat vakıfları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cemaat vakıfları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2014 Perşembe

GAYRİMÜSLİMLERİN TÜZEL KİŞİLİKLERİ: "SORUNLAR VE HAKLAR" 2. KONFERANSI


30 Ocak’ta Gayrimüslimlerin Tüzel Kişilikleri: "Sorunlar Ve Haklar" 2. Konferansı, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Cemaat Vakıfları Temsilci Ofisi ortaklığı ve Venedik Komisyonu katkılarıyla, Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü, Mahkeme Salonu’nda gerçekleştirildi.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü adına izlediğimiz bu konferanstaki katılımcıların yaptığı konuşmalardan bir kısmını (özetle ve) yorum yapmadan sunum sıralamasına göre burada paylaşıyoruz.

Açılış Konuşmaları:

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı

Lozan’dan doğan hukuki eşitlik Türkiye açısından tartışmalıdır. Son 10 yılda ise daha çok sorun olan bu tüzel kişilik sorunlarını bugün tartışacağız. Azınlıklara Lozan’da verilen izinler uygulamada sağlanamamıştır. Türkiye Gayrimüslim azınlıkların haklarını tanımada negatif durumdadır. Bu bağlamda; bugün 37/45 maddeler, uygulamasında insan hakları açısından tartışmalıdır çünkü bu maddeler o günün şartlarına göre hazırlanmıştır. 1923’ten sonra uluslararası hukuk çok ileri gitti ama Türkiye şu anda bu hususlarda hayli geri kalmıştır. AB ve Avrupa Birliği Konseyi kararları referans alınmamaktadır. BM uygulama ve standartları ile AİHM kararları özellikle 9. Madde ki bu din ve vicdan ile ilgilidir uygulanmalıdır. 9 ve 11 aralarında elzem bir bağ kurularak uygulanmalıdır. Aslında 9 ve 11 bize Lozan hükümlerinin nasıl uygulanmasını da gösteriyor ancak bizde kötü bir hukuki hafıza bulunmakta. 70’li yıllarda Yargıtay Hukuk Kurulu’nun yorumu o tarihten sonra azınlıkların dini kurumlarının taşınmaz mal edinmelerini kısıtlamıştır. Mazideki olumsuz hususları hatırlamamamız ve düzeltmemiz için ne yapmamız gerekir? Bu konferans işte bu amaçla tertiplenmektedir.

AB Bakanlığı Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin Büyükkaya

Sevgi, saygı ve hoşgörü Osmanlının Balkanlardaki en büyük izidir. Bugün Dünya’da son 80 yılda dillerini unutmuş, unutturulmuş çok coğrafya var. Oysaki Osmanlının coğrafyasında bulunan tüm etnik unsurların din, inanç ve özellikle dil sorunları olmamıştır. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katkılarıyla 2010 yılında çıkartılan genelge ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından azınlıklara iade edilen taşınmazlar, yaklaşık 2.5 Milyar Euro’dur. Büyükada Yetimhanesi de bu süreçte Fener Rum Patrikhanesi’ne iade edilmiştir. Sümela ve Akdamar’da ibadet için verilen izinler, Diyarbakır Surp Griogorios Kilisesi bu konuda Türkiye’nin sağladığı önemli adımlardır. Lozan ise herkese yönelik olmalı, bir tarafa negatif, bir tarafa pozitif hak sağlamamalıdır. Mesela biz bu adımları atarken Atina’da şu anda bir cami yok! Selanik’te mezarlık yok! İnsanlar merhumlarını gömmek için Batı Trakya’ya gitmek zorundadır.

Biz Türkiye olarak kendi vatandaşlarımıza her türlü hakkı vermeliyiz ki bunu sağlıyoruz. Ama kendi hukukumuzu sorgularken diğer insanların da hukukunu sorgulayın. Dışarıdaki Türklere AB normuna uymayan çok şey yapılıyor, bunlar için de gayret gösteriniz. Burada Sümela açılırken orada Lozan’a taraf ülkeler ne yapıyor? Mesela Müftü seçimine yapılan engeller! Mesela Türk adlarının kullanılamaması! Bunları da gündeme getiriniz.

Biz Türkiye olarak AB’ye hazırız ama bakın elli yıl oldu sürekli bize zorluk çıkartılıyor. Açın fasılları gerekeni yapalım diyoruz. Bizden çok geriden gelen ülkeler AB üyesi oldular. Bakın Hırvatistan da AB üyesi oldu. Fakat bazı fasıllarla ilgili eğitimi biz onlara verdik. 1963-2014 biz hâlâ bekliyoruz! Bu kabul edilemez bir durumdur! Azınlık hakları diyorsunuz ama biz tüm vatandaşlarımızın refahı için zaten gayret içindeyiz. Madem Atina’da cami yok! Orada da lobi yapınız ki azınlık hakları tek taraflı olmasın, bunlar da söylenmeli ki adil olunsun. Bu toplantı bir ihtiyaçtır ama kazanımlar karşılıklı olmalıdır.

Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas 

13 Mayıs 2013’te ilki yapılan ve azınlıklar için çıkış yolları aradıkları bu toplantıyı tekrarlamaktan hoşnut olduğunu ifade etti. Çok hızlı gelişen ülke gündeminde önemli bir ihtiyaç olan dini özgürlükler için Venedik Komisyonu standartlarına uyulması gerektiğini vurguladı.

1. Oturum Gayrimüslim Cemaatler: Tarih, Toplum Ve Hukuk 

Prof. Dr. Arus Yumul - Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi “Temsil, Karşı temsil ve Gayrimüslimler” 

Gayrimüslim teriminin ayrıştırıcılığı hakkında konuştu Gayrimüslim teriminin Müslüman teriminin karşıtı olmadığını ve aşağılayıcı bir mana ifade ettiğini söyledi. Türkiye’nin 19 Y.Y.dan bugüne asimilasyon tutumu içinde olduğunu, Türkiye’deki Gayrimüslim düşmanlığını; vatanın bölünmez bütünlüğünün teminatı olarak kabul edildiğini söyledi. Türkiye’de birine “Ermeni” ya da “Ermeni Dölü” denmesinin çok büyük bir hakaret olarak kabul edildiğini, Türklerin Ermeniler ve diğer azınlıkları misafir olarak gördüğünü ve “Misafir ev sahibine müteşekkir olmalıdır” görüşünün bulunduğunu ve bazı Türklerin “Benim Ermeni arkadaşım da var” şeklindeki söylemlerini bir hakaret olarak kabul ettiğini belirtti. Sonra sosyal medyadan örnekler vererek; Ekşi Sözlük, Kötü Sözlük Uludağ Sözlük, Uykusuz Sözlük, Santral Sözlükten topladığı Ermeni karşıtı cümleleri ardı ardına ironi de yaparak Türkiye’deki Ermeni düşmanlığını eleştirdi.

Prof.Dr. Elçin Macar - Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi “Tüzel Kişilik Meselesi ve Ruhani Kurumların Geçmiş Deneyimi” 

Gayrimüslimlerin sıkıntılarında tüzel kişilik sorunları birinci husustur. Osmanlı döneminde bunun Babıali tanımlamıştı ve hiçbir sorun yaşanmıyordu ama Türkiye Cumhuriyeti bunu tanımlamaktan daima kaçınmış ve konjektüre göre davranmayı tercih etmiştir. Söylemde herkes eşittir denmekle birlikte uygulamada bu daima zıttı oldu ve Gayrimüslimler ulusun dışında kaldılar böylece Devletle ilişkilerinde zor anlar yaşadılar. Rum Patrikhanesi’nin kabul edilmeyen tüzel kişiliği ve Ekümenik vasfını Dünya tanımaktadır ama bizde “başpapaz” olarak kabul edilmektedir. Tüzel kişiliği olsaydı tabi ki başpapaz denemezdi ve Ruhban Okulu için de muhatap olarak dava açılabilirdi. 2007’de Yargıtay tarafından verilen bir kararla, yüksek mahkemenin hiç de görevi olmadığı halde Patrikhane’nin Ekümenik olmadığına hukuksal bir karar verilmiştir ve bu abesle iştigal demektir.

2. Oturum Azınlık Politikaları Işığında Tüzel Kişiliğin Önemi 

Laki Vingas - Cemaat Vakıfları Temsilcisi “Gayrimüslim Azınlıkların Temsili ve Tüzel Kişilik Eksikliği” 

Bu akademik çalışmalar bir başlangıçtır ve daha da devam edeceğiz. Ben 2008’de ve 2011’de bu göreve seçildim. Bu mesuliyetli bir görevdir ve bunu ifa etmeye çalışıyoruz, karşılıklı tartışarak sorunları çözmek için gayret ediyoruz. Tüzel kişilik olarak görülmüyoruz ama bir yandan da Devlet seçimleri takip ediyor. Bu seçimler 15/20 yıl arayla olunca tabi ki bir anlam ifade etmiyor ve seçim disiplinsizliği de yaratıyor. Bu yoruma açık seçimlerde kargaşa ve husumetler çıkıyor. Bu aksamalar da hizmetlerde inkitaya neden oluyor. Bu belirsizliği gidermek için bir ana statüye gerek var. Örgütlenme hakkımız olmalıdır. Bu nedenlerle Gayrimüslim cemaatlerin yapısı negatif gelişmektedir. 100 sene evvelki örgütlenme biçimini beklemek mutlaka doğru değildir ve Rum vakıfları süratle birleştirilmelidir. Fermanların devamıyla bu iş yürümez teori ve uygulamada amacım sıkıntılara dikkat çekmektir. 60 kadar mazbut vakfımız var. Devlet bu durumlarda mazbut İslam vakıflarına göre davranıyor. Mazbutaya alınan vakıflarda Devlet restorasyon yapmışsa bile cemaatin söz hakları yok olmamalıdır.

Dr. Adnan Ertem - Vakıflar Genel Müdürü “Cemaat Kurumlarının Osmanlı’dan Günümüze Yapılandırılması, Tüzel Kişilikler ve Mülkiyet Hakları” 

Bugün buradaki konuşmamda size iki farklı kimlikle hitap edeceğim. Konuşmamı bir akademisyen sıfatıyla yapmak istiyorum ancak mevzuat ile ilgili bir sorunuz olursa bu kez de size vakıflar Genel Müdürü olarak hitap ederim.

1935’teki Vakıflar Kanunu ülkemizde bu konuda bir milattır. Kamuoyunda bu kanun beyannamelerin verildiği yıl olan 1936 olarak bilinir ve “36 Beyannamesi” olarak tanımlanır. 1936’da Türkiye Cumhuriyeti azınlık vakıflarına pozitif anlamda bir yapı sağlamıştır. Burada şu an konuştuğumuz dini maksatlı cemaat vakıflarını yeni vakıflarla karıştırmamak gerekir. Bu vakıflar tarihsel bir süreç ve bu süreçten gelen taşınmazları ve dini hizmet verdikleri bir cemaatle birlikte tanımlanırlar ve Türkiye’nin bu vakıflara sağladığı haklar; kuruluş belgelerindeki ya da fermanlarındaki amaçların dışına çıkamaz. Bunlar dini vakıflardır ve en başta da ticari faaliyet yapamazlar. Aslında Türkiye’nin de bu vakıflara sağlayacağı imkânlar; dini ya da kendi kültürel hizmetleri için gereken sınırları aşamaz. Fakat biraz evvel değindiğim gibi ülkemizde bu iştigal alanları dışında vakıf kurmak Anayasal bir haktır. Her türlü yardım ve kültür amacıyla vakıf kurabilirsiniz. Musevilerin 500. Yıl Vakfı’nı bu konuda örnek olarak gösterebilirim. Ama Lozan’ın verdiği ayrıcalıklı statü sadece kilise, mezarlık ve hayratları ile sınırlıdır.  Bu statüyü yaşattığına inanılan vakıflar faal diğerleri ise mazbuttur. Mazbut vakıflardan olup restorasyonunu yaptığımız taşınmazlar vardır ki bunları restorasyonu tamamladıktan sonra faydalanma açısından kendilerine bırakmak niyetindeyiz. Hakların kısıtlanması noktasında mütekabiliyeti dikkate almadan yaptıklarımız ortadadır. Buna rağmen yapılan birçok tenkidin ise haksızlık olduğu kanaatindeyim.

3. Oturum Uygulamada Hukuk Ve Politika 

Av. Ali Elbeyoğlu “Patrikhanelerin Tüzel Kişiliklerinin Olmamasının Yol Açtığı Hak Arama ve Mülkiyet Sorunları” 

Patriklerin TC olmaması onları yok saymaktır. Bu da işlerini muvazaalı yapmalarına neden olmaktadır. Sansaryan Han evvelâ Ermeni Patrikliği tarafından yönetildi sonra elden çıktı ve İl Özel İdaresi’ne geçti. Tüm bu süreçte, tüzel kişilik var gibi de davranılmıştır. Tüzel kişilik idari yargıda çok önemlidir. Sansaryan Han davasında Devlet Ermeni Patrikliğini çok zararlı bir hasım olarak sayarak işlem yapmıştır. Sansaryan Han; Emniyet Müdürlüğü olduğu süre içinde bilindiği gibi işkence merkezi olmuştur. Şu anda gelinen iade edilmesi noktası ise malumun ilânıdır. Bu ülkede Kürt ve Aleviler de yıllarca yok sayılmışlardır. Başörtüsüne yapılan baskı da yakında hallolan bir başka husustur. Geçtiğimiz sürede Türkiye’de en az ilerleme sağlanan husus ise azınlık haklarıdır. Bir köy derneğinin bile tüzel kişiliğinin var olduğu bu ülkede patrikhanelerin tüzel kişiliği yoktur.

Av. Setrak Davuthan “Cemaat Vakıflarının Tüzel Kişilikleri” 

Osmanlı’da hükmü şahsiyet mevhumu vardı ve o günkü mevzuat gereği tapular “namı müstear” olarak ya bir aziz ya da bir saygıdeğer kişi adına tescil edilmekteydi. Bu kurumlar Osmanlı Hayri kurumları olarak sayıldılar. Patrikler millet başıydılar. Osmanlı’dan gelen bu vakıflar için 1935’te İsviçre’den gelen bir heyet ile birlikte Vakıflar Kanunu hazırlandı. Bugünkü sorunlar bu dini kurumların Vakıflar Kanunu çerçevesinde olmasındandır. 1935’te bu kurumlar vakıf olarak tanımlandılar. İsviçre’den gelenin heyetin başkanı Hans Leman bugün yaşananları öngörseydi Vakıflar Kanunu’na açıklık getirirdi. Ben bu yasayı tenkit ediyorum. Kullanım, 36 beyannamesinin uygulanması, süre, idarenin temsili ve seçim sistemi ile ilgili büyük sorunlar vardır. Günümüzdeki tek gelişme seçim esnasının polisin gözetiminden alınarak Dernekler Müdürlüğü’ne aktarılmasıdır.

Av. Ester Zonana “Cemaatlerin Tüzel Kişilikleri” 

Cemaatler Osmanlı’da millet sistemi ile yönetilmekteydiler. Sonra nizamnamelere geçildi. Eskiden dini reisler kabul edilirdi, Islahat’tan sonra seçimler başladı. 1935’te taşınmazlar liste olarak istendi ve sonra vakıf olarak kabul edildiler. Medya antisemitik davranarak halkı Hahamlığa karşı kinlendirmiştir. Eskiden haham delegelerle seçiliyordu. Şimdi ise seçimden sonra seçim kurulunu dağıtan bir uygulama var. Bir sorun olduğunda süratle organize olunamıyor.

Foti Benlisoy “Ekümenik Patrikhanenin Tüzel Kişilik Meselesi” 

Bu gün burada çok detaylı açıklamalar yapıldı. Egemen bir Devlet olan Türkiye’de evvelâ zihniyet dünyamızı düzelmeliyiz. 2007’de Yargıtay’ın Patrikhane’nin Ekümenikliği açısından vermiş olduğu bir karar bir rezalettir. Azınlıklara burada yabancı denmektedir ve halkın algısına göre kötüdürler ve tehdittirler. Rum Patrikliği’nin Ekümeniklik ve tüzel kişilik sorunları büyük sorunlardır Bir ruhani reisliğin tüzel kişilik sayılmamasın anlamak güçtür. Aziz Nesin’in dediğine göre; “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz”. Anlayacağınız, Devletin işine geldiğinde yaşar işine gelmediğinde yaşamaz.

Devlet bu argümanı; “Zaten cemaat vakıfları var sen neden tüzel kişilik olasın?” şeklinde algılamayı tercih ediyor. Diyanet bir yandan bu ülkenin vergilerinden ayrılan bütçe ile örgütlenirken diğer yandan bir başka dini reislik, tüzel kişilik dahi sayılmıyor. Bu bir din özgürlüğü ihlalidir, çoğulcu demokrasiye aykırıdır. Aslında Büyükada Yetimhanesi’nin tapusunun verilmesi ile tüzel kişilik resen tanınmıştır ama sadece orada kalmıştır. Ruhani bir kurum olan Patrikhane’nin kurumsal açıdan tüzel kişiliği ve dini açıdan Ekümenik ünvanı kabul edilmiyor. Esas bu kabul edilemez bir durumdur. Tüzel kişiliğin tanınması için yasal uygulamalar gerekiyor. Diğer Gayrimüslim toplulukların da örgütlenmesi için tüzel kişilik sorunları vardır. Gayrimüslim toplulukların içişlerinde özgür olması gerekir ama bizde bu böyle değildir. Yeni bir yapı ve düzenleme gerekiyor. Bu mesele demokrasi ve çoğulculukla ilgilidir.

4. Oturum Gayrimüslim Tüzel Kişilikler Ve Hukuk 

Prof. Dr. Ergun Özbudun - Şehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi “Venedik Komisyonu Raporu Işığında İnanç Gruplarının Tüzel Kişiliği İle İlgili Sorunlar" 

Venedik Komisyonu’nun 2010 tarihli raporu bugünkü konferanstaki ana konumdur. Bu rapor çok güzel hazırlanmış ve oybirliği ile kabul edilmiştir. Rapor; Türkiye’deki dini cemiyetlerin statüleri ile Ekümenik Patrikhane’nin durumuna ayrıntılı olarak bakmaktadır. Bu rapor; bir talep üzerine AB Parlamentosu Asamblesinin İzlemene Komisyonu’nun talebi ile hazırlanmış olup, tüzel kişilik ve Ekümenik sıfat ile ilgilidir. Heybeliada Ruhban Okulu talepte özel olarak yer almadığı için bu husus kısa olarak yer almaktadır.

AB standartlarının temel metinleri ve sözleşmenin din ve vicdan ile ilgili 9. Maddesi; din özgürlüğünün salt bireylerin değil kolektif bir olgu olduğunu belirtir. Din özgürlüğünün temel unsuru ise örgütlenme ve örgütlenme hakkıdır. Komisyon bu konuda standart bir uygulama olmadığını ve bazı ülkelerde “Devlet Kilisesi” mantığını ortaya koymaktadır. Örneğin Almanya’da kilise; kamu hukuku ile çalışır. Fransa; inanç dernekleri diyebileceğimiz bir yöntemi benimsemiştir. Yani AB ülkelerinde bu konuda standart ve özel bir düzenleme yoktur. Türkiye’de azınlık cemaatlerinin tüzel kişiliklerinin olmaması pratikte sorunlar yaratmıştır. Bunlar; hukuk, mülkiyet meseleleri, iş ilişkisi ile bağlı olarak da olmayan tüzel kişiliğin personelinin SGK sorunları… Avrupa’da Fransız sistemi olan inanç dernekleri bence en iyisidir. Türkiye’de bu sorunlar nasıl aşılabileceğinin uygulanabirliği araştırılmalıdır. Burada Türkiye’nin laikliğinin özelliği işleri zorlaştırmaktadır. Mesela Norveç’te diyanetin işlemesi bize benzer ama bizdeki gibi iktidarın dayatmacılığı yoktur. Gayrimüslimlere eğer özel haklar verirsek “Marjinal Müslüman gruplar da bunu ister mi?” endişesi de bir yandan vardır. Mesele sadece bir hukuk tekniği sorunu değildir. Gayrimüslimleri yabancı ve düşman gören ciddi bir zihniyetin de değişimine ihtiyaç bulunmaktadır. Ekümeniklik sorunu; Türkiye’yi ilgilendirmez ve Devletin bu konuda müdahalesi olmamalıdır. Devletin hiçbir resmi kurumu bu hususa karışmamalıdır.

Halki (Heybeliada Ruhban Okulu); Osmanlı’da ve tek parti döneminde var olmuş bir kurumdur. 1971’de kapatılması ise Türkiye’nin resmen bir ayıbıdır. Bu suretle insanların din adamı yetiştirme hakları ellerinden alınmamalıdır. Bu güne kadar açılması ya da hiç kapanmaması gerekirdi. Bunu Batı Trakya ile mütekabiliyet çerçevesinde değerlendirmek ise kabul edilemez bir durumdur ve hiçbir medeni ülke bunu yapmaz.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi – İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakülteleri Öğretim Üyesi “Hukuk Devleti İlkeleri Işığında Cemaat Tüzel Kişilikleri” 

Allah’ın emri mutlaktır kâfir demek de günahtır. Hz. İsa’nın dediği gibi ölüm günü önemlidir. İnsanların mutluluğu için inanç özgürlüğü önemlidir. Böylece tüzel kişilikten çıkıp yabancılara ayırım yapmaya hakkımız yoktur. Evrensel temel hukukun 3 temel ilkesi vardır. Eşitlik İlkesi, Hakkaniyet İlkesi ve Namuslu Yaşamak İlkesi ya da dürüstlük…

Tüm dinlerde temel unsur sevgidir. İlahi sevgiyi insanlar değiştiremez. Hukukun ana kaynağı da sevgidir. Evrensel hukuk da sevgiye dayanır. Hangi din inancından olursa olunsun eşit insanlık tanınmalıdır. Buna uymayanlara insan dememek gerekir. Hz. İsa’nın sözleri de Rab’ın sözleridir. Kuran’ı Kerim’de de çeşitli ayetlerde sevgiyi bulabilirsiniz. Hukuk insanların ayrımcılık yapmaması için icat edilmiştir. Biz tarikatları kapattık. Tüzel kişilik tarikatlarda yoktu ve önemsizdi. Bizde de bu bir engel olmamalıdır. Zaten son kanun da rezalettir. AB uyum süreci başlamadan önce bir hamle ile kayıt düzeltme davaları açıldı. Bundan sonra taşınmazlar için evvelâ güvenlik kurumlarından sonra da vakıflar Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekiyor. Ya da Jitem’den Mit’ten de izin almak mı lazım?

Katolik vakıflarına da yapılan haksızlıklar önlenmelidir. AKP son kanunla makyaj bir düzenleme yapmıştır. Yapılan için “Evet ama yetmez” diyorum. Ekümeniklik ise bizi ilgilendirmez. Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmış olması zaten Lozan’a aykırıdır. Maalesef biz azınlık haklarında Osmanlı’dan sonra geriye gittik. Lozan’dan sonra din haklarında çok daha geriye gittik. Lozan’dan sonra bir müddet haklara riayet ettik ama sonra felaketler başladı.

Gayrimüslim kelimesinden Arapça bilenler çok rahatsızdır. Bu kelime ile azınlıklara Arapçaya göre dinsiz demekle aynı olan bir sıfatlama yapılıyor. Azınlıklara tanınmayan haklar insanlık ayıbıdır. Çifte ölçütlülükten kaçınmak gereklidir. Bu işleri düzeltmek için mutlaka bir üst kurul kurulmalıdır.

Yazarın Notu: Bu konferansı baştan sona kadar izledik, ayrıntılı olarak not aldık ve kayıt yaptık. Bu yazımızın başında da belirttiğimiz gibi konuşmacıların bir kısmının söylemlerini özetle ya da satır başlarını vererek sunum sıralamasına göre paylaşıyoruz. Bu söylemleri hiç yorum katmadan verdiğimizi de özellikle belirtmek isteriz.

Süryani Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ ilk oturumun sonuna doğru konuşmacıların önüne gelerek beklemeye başladı ve sunumlar bitince mikrofonu alarak şu şekilde konuştu: “Neden burada Süryaniler temsil edilmiyor? Biz de Türkiye’de yerleşik çok eski bir toplumuz. 3500 yıllık İbrahim’in dilini konuşuyoruz. Biz Aremice ve Arapça biliriz. Gayrimüslim demek çok yanlıştır. Gayrimüslim Arapçada dinsiz demektir. Neden burada farklı inanç sahipleri denmiyor? Konferansın ilerleyen kısımlarında hatırlanmayı bekliyoruz.”

Süryani Ortodoks Kilisesi Metropoliti Yusuf Çetin ise sonraki oturumun öncesinde kürsüye çıktı ve Süryani Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ’ın konuşmasına benzer bir şekilde; 3500 yıllık bir topluluk olduklarını, hiç bir zaman Devlete sorun çıkaran bir cemaat olmadıklarını. Hz. İsa’nın dili olan Aramiceyi devam ettiren ve Arapça da bilen inançlı bir topluluk olduklarını, Gayrimüslim söyleminin Arapçada “dinsiz” anlamına geldiğini. Mesele azınlık sorunları olduğunda neden dışlandıklarını dile getirdi.




2 Mart 2012 Cuma

BOJİDAR ÇİPOF 28 ŞUBAT 2012'DE ULUSAL TV'DE



Araştırmacı Yazar Bojidar Çipof, 28 Şubat 2012'de Ulusal Kanal 19.00 Haberleri'nde... Rum Patrikhanesi'nin, Yeni Anayasa çalışmaları .çerçevesinde; Heybeliada Ruhban Okulu'nu açtırmaya ve Patrikhane'ye "Ekümenik" statüsü kazandırmaya yönelik çalışmalarını değerlendirdi.

24 Şubat 2012 Cuma

RUM PATRİĞİN ANAYASA UZLAŞMA ALT KOMİSYON ZİYARETİ ve RUM CEMAAT VAKIFLARINDA SON DURUM

Sene 2009 Aralık sonları… Rum Patriği Bartholomeos, Amerikan “CBS Televizyonu”nda yayınlanan “60 Dakika” adlı programdaki şu ifadesi ile Türkiye’de şok etkisi yaratmıştı: “Türkiye’de kendimi çarmıha gerilmiş hissediyorum...”Patrik Bartholomeos, sıkça tekrarladıkları gibi ayrıca şu sözleri de o programda söylemişti: “Biz Müslümanlardan çok önce buralardaydık…” Bu da sıkça tekrarladıkları ve bir gün İstanbul’un yine Konstantinopolis olmasıyla, Bizans’ın yine ihyasıyla özdeşleşen “Megali İdea” ülküsünün, hayalinin tezahürü idi… 

Yıllarca yazdığımız yazılarda maalesef ülkemizdeki azınlık mensuplarının bir kısmında ve burada tümünü kast etmediğimizin de altını çizerek, bizde oluşmamış olan bir olguya vurgu yaptık… Amerika örneğinde olduğu gibi bireylerin evvelâ Amerikalı, sonra kendi etnik yapısını ortaya koyan bir ruhu sergileyemediklerini teessürle belirttik… Sürekli “başkalaştırılma”nın öne konulduğunu ama Türkiye’den önce Yunanistan’ın menfaatlerini koruyan, evvelâ Yunanlı olan bir yapı ile karşı karşıya olunduğunu ve dînî değil siyasi bir yapılanma içinde olunduğunu hep delilleri ile ortaya koyduk ve “olacak” dediğimiz her husus da oldu. 

2010 ve 2011 yılları, Rum Patrikhanesi’nin belki aklına bile getiremeyeceği kadar fazla edinimler, haklar kazanıldığı bir süreç oldu… Ama her aldıklarının ardından “daha” dediler ve sonra da “daha, daha” dediler ki bunu hâlâ sürdürüyorlar…

Aman dedik! “Yeni Anayasa” sürecinde çok dikkat edilmesi gerektiğini ısrarla vurguladık ve bunu bir kez daha şöyle vurguluyoruz: Tek tek irdelendiğinde masum ve hoşgörü çerçevesinde, “ne olur ki?” şeklinde ve hümanist bir bakış açısıyla bakılabilecek edinimleri alt alta yazınca ortaya çıkan tablonun ürkütücü olduğunu sürekli yazdık durduk…

2009 Aralık’ta “…çarmıha gerilmiş hissediyorum...” diyen ses 20 Şubat 2012’de davet edildiği “TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu”nda şöyle dedi:

Yeni anayasanın hepimizin anayasası olmasını istiyoruz. Biz ikinci sınıf vatandaş olmak istemiyoruz. Maalesef bugüne kadar azınlıklara karşı haksızlıklar oldu, haksızlıklara maruz kaldık. Bütün bunlar yavaş yavaş düzeltiliyor, değiştiriliyor, yeni bir Türkiye doğuyor. Ayrımcılık istemiyoruz, eşitlik istiyoruz. (…) bugüne kadar olan haksızlıkların tekrar olmaması için ricada bulunduk…

Gazetecilerin “Yeni anayasa konusunda somut olarak ne istediniz?” sorusuna ise Patrik Bartholomeos şunları söyledi: 

Biz eşitlik istedik. Eğitimde Ruhban Okulu'nun tekrar açılmasını istedik. Din ve vicdan hürriyeti, ibadet özgürlüğü istedik. İbadet ve eğitim alanına devletin yardımlarını istedik. Çünkü şu ana kadar herhangi bir kiliseye ve azınlık okuluna maddi yardımda bulunulmadı devlet tarafından… (…) Bütün hukukçularımızın, yani bütün azınlıkların hukukçularının yardımıyla hazırladığımız bir metin takdim ettik. Bu metinde bütün bu konular mevcuttur…

TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu üyesi MHP Milletvekili Oktay Öztürk’ün “Türk vatandaşlığınızı nasıl tanımlamaktasınız?” sorusuna ise “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, din, mezhep, dil ve etnik köken gözetilmeksizin Türk’tür. Türklük bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir.” dedi.

İşte tam buraya, Rum Patriği Bartholomeos’un eski söylemlerini “bir başkasının mı?” seslendirdiğini sormak ve de “Batı Trakya ile Yunanistan’daki Türkler için hiç bir zaman işlemeyen mütekabiliyet” ile ilgili çok şey de yazmak mümkün…

Rum Cemaat vakıfları ile ilgili çok önemli bir gelişme var! Rum vakıflarının seçimlerinde doğal olarak o bölgede oturan Rum Cemaati mensubu, TC vatandaşı Rumlar oy kullanıyor ve vakıf yönetimini aday olabiliyor... Bu yöntem; alâkasız bir ilçede oturan bir kişinin başka bir ilçedeki yönetime müdahil olamamasını sağlıyor. Şu şekilde düşünülürse ve bu vakıfların asli işlevlerinin, cemaat mensuplarının dînî ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan kilise ve akarlarının ayakta kalmasını sağlamak olduğu hususundan yola çıkılırsa; bir bölgedeki yönetimlerde de o bölge insanlarının söz sahibi olması en doğru olanıdır.

Rum Patrikhanesi ve Yunan Başkonsolosluğu’nun ortak çalışmaları ile Rum Cemaati mensuplarının neredeyse tümünde ve gizli olarak Yunan Pasaportu (da) vardır. Zira Türkiye’nin Yunanistan ile böyle bir “çifte vatandaşlık” anlaşması bulunmuyor. 60 yaş üstü kişilere ise “Yunanistan Sosyal Yardım ve Sosyal Sigorta Bakanlığı” bütçesinden üç ayda bir (Başkonsoloslukta) “1300 Euro” ödeme yapılır. Bu ödemelerin alınması için gerekli olan gizli Yunan pasaportlarının temdidinin ise ancak mahalli kiliselerden alınacak olur yazısı ile mümkün olduğunu önceki makalelerimizde çok kez yazdık. Patrikhane ve tabi de Yunanistan Muhalif sevmiyor... Pasaportun aidiyeti ve Avroların cazibesi…

Peki, muhalif cemaat mensupları ve vakıf yönetimi var mı? Birkaç muhalif vakıf arasında olan, “Balıklı Rum Hastanesi Vakfı” çok sayıda mülkü ve dolayısı ile kira geliri olan en önemli Rum vakfıdır ve başkanı “Dimitri Karayani”dir çok uzun yıllardır bu vakfın başında olup kendisine efsane başkan denir. Bu vakıf önceki dönemlerde zor durumda ve işlevsiz iken şu an gerçekten fevkalade iyi durumdadır ve de rant düzeylerinin iştah kabartıcı olması nedeniyle bu vakfın yönetimi bir zamandır ele geçirilmeye çalışılıyor, önümüzdeki sonbaharda seçime gitmesi için yönetimin üzerinde çok büyük baskı var. 

Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesindeki Vakıflar Meclisi’nde 2. Döneme girilen bir uygulama ile ise artık bir “Azınlıklar Temsilcisi” bulunuyor ve bu temsilci de 2. Kez seçilen “Pandeli Laki Vingas”tır… Kendisine 25 Mart 2011’de Boyacıköy Rum Kilisesi’nde Rum Patriği tarafından “Archon” ünvanı verilmiştir ve ABD’deki Archonlarla ilişkileri ve Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ile Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik kazandırılması için yapılan çalışmaların organizasyonunu sağlamaktadır. (Laki Vingas için eski yazılarımıza bakınız)

Ve şu anda Laki Vingas, Rum vakıflarının yöneticilerinin “dar bölge”den çıkılarak “geniş bölge“ uygulaması ile seçilmesini yani, aday nerede ikamet ediyorsa etsin yönetime aday olabilmesini sağlamanın çalışmasını sürdürüyor. 

Bu çalışma ise Balıklı Vakfı örneğinde olduğu gibi “aykırı” seslerin olmamasını sağlamaya yöneliktir. Bu noktada vakıf yöneticilerinden hizmet mi isteniyor, yoksa Patrikhane’ye ve Yunanistan’a “biat” mı isteniyor? Bu tartışılması gereken bir husustur… Aslında her vakıf kendi içinde özerktir ve her bir vakıf bir tüzel kişiliktir. Bu durumda; halen tüzel kişiliği olmayan Rum Patrikhanesi tüm Rum vakıflarının yönetiminde “egemen” olursa seçimler niye yapılıyor? Patrikhane’ye vakıflara yönetici atama gibi Vakıflar Kanunu ile tamamen tezat bir görev/yetki de mi yüklenecek?

Laki Vingas’ın bir başka hususta da etkin çalışmaları var. O da “Cemaat Vakıfları Yönetim Kurulu Seçimlerinin Seçim Esas Ve Usullerine İlişkin Yönetmelik” üzerinde son bir “iyileştirme” yapılmasını sağlamak… 

2008’de bu yönetmelikte yapılan bir düzenleme ile daha eski uygulamada, genelde 7 kişi olan vakıf yönetim kurullarında idarenin takdiri ile ve gerektiğinde 7.den daha fazla sayıda yöneticiye mazbata vermesi önlenmişti. 

Bazı büyük vakıflarda -ki özellikle Ermeni Cemaati’nde 7 kişi ile yönetilmesi zor olan büyük vakıflar var- bu uygulama bazı sorunlar yaşatmıştı. O tarihte bir şekilde 7 kişi şartı yönetmelikle sabitlendi ve bunun çıkması için bizim şahsımızın da etkenler arasında olduğu kanaatindeyiz. Zira 1993 ile 2007 yılları arasında “Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı”nda yöneticilik yaptık ve bu süreçte yapılan seçimlerde 2 kez 7 kişiden daha fazla sayıda yönetici mazbata aldı. 

O gün 7.den fazla olmasın diye bağıranlar şimdi de bu sayı az çoğaltalım diye talepte bulunuyorlar. Bu talep; diğer cemaat vakıflarının istekleri değildir ve Rum Patrikhanesi’nin, tüm Rum cemaat vakıflarında egemen olmasını, tamamen kendi adamlarını yerleştirmeye yöneliktir. Dikkat edilirse, sürekli yeni bir bürokratik ya da yasal değişiklik talepleri ardı ardına sıralanmaktadır.

Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde ise ne kadar çok hak alınırsa yetinilmeyeceği son Alt Komisyon ziyaretinden sonra anlaşılmıştır ve “daha, daha” istekler devam edecektir.

İstenen haklar, her Türk vatandaşı ile “eşit” değil “imtiyazlı” bir cemaat doğurmaya yöneliktir ve aklımıza daha sıkça “Batı Trakya” ile olmayan “Mütekabiliyet” gelmeye devam edecektir.