aihm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aihm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Şubat 2014 Perşembe

GAYRİMÜSLİMLERİN TÜZEL KİŞİLİKLERİ: "SORUNLAR VE HAKLAR" 2. KONFERANSI


30 Ocak’ta Gayrimüslimlerin Tüzel Kişilikleri: "Sorunlar Ve Haklar" 2. Konferansı, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Cemaat Vakıfları Temsilci Ofisi ortaklığı ve Venedik Komisyonu katkılarıyla, Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü, Mahkeme Salonu’nda gerçekleştirildi.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü adına izlediğimiz bu konferanstaki katılımcıların yaptığı konuşmalardan bir kısmını (özetle ve) yorum yapmadan sunum sıralamasına göre burada paylaşıyoruz.

Açılış Konuşmaları:

Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turgut Tarhanlı

Lozan’dan doğan hukuki eşitlik Türkiye açısından tartışmalıdır. Son 10 yılda ise daha çok sorun olan bu tüzel kişilik sorunlarını bugün tartışacağız. Azınlıklara Lozan’da verilen izinler uygulamada sağlanamamıştır. Türkiye Gayrimüslim azınlıkların haklarını tanımada negatif durumdadır. Bu bağlamda; bugün 37/45 maddeler, uygulamasında insan hakları açısından tartışmalıdır çünkü bu maddeler o günün şartlarına göre hazırlanmıştır. 1923’ten sonra uluslararası hukuk çok ileri gitti ama Türkiye şu anda bu hususlarda hayli geri kalmıştır. AB ve Avrupa Birliği Konseyi kararları referans alınmamaktadır. BM uygulama ve standartları ile AİHM kararları özellikle 9. Madde ki bu din ve vicdan ile ilgilidir uygulanmalıdır. 9 ve 11 aralarında elzem bir bağ kurularak uygulanmalıdır. Aslında 9 ve 11 bize Lozan hükümlerinin nasıl uygulanmasını da gösteriyor ancak bizde kötü bir hukuki hafıza bulunmakta. 70’li yıllarda Yargıtay Hukuk Kurulu’nun yorumu o tarihten sonra azınlıkların dini kurumlarının taşınmaz mal edinmelerini kısıtlamıştır. Mazideki olumsuz hususları hatırlamamamız ve düzeltmemiz için ne yapmamız gerekir? Bu konferans işte bu amaçla tertiplenmektedir.

AB Bakanlığı Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin Büyükkaya

Sevgi, saygı ve hoşgörü Osmanlının Balkanlardaki en büyük izidir. Bugün Dünya’da son 80 yılda dillerini unutmuş, unutturulmuş çok coğrafya var. Oysaki Osmanlının coğrafyasında bulunan tüm etnik unsurların din, inanç ve özellikle dil sorunları olmamıştır. Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katkılarıyla 2010 yılında çıkartılan genelge ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından azınlıklara iade edilen taşınmazlar, yaklaşık 2.5 Milyar Euro’dur. Büyükada Yetimhanesi de bu süreçte Fener Rum Patrikhanesi’ne iade edilmiştir. Sümela ve Akdamar’da ibadet için verilen izinler, Diyarbakır Surp Griogorios Kilisesi bu konuda Türkiye’nin sağladığı önemli adımlardır. Lozan ise herkese yönelik olmalı, bir tarafa negatif, bir tarafa pozitif hak sağlamamalıdır. Mesela biz bu adımları atarken Atina’da şu anda bir cami yok! Selanik’te mezarlık yok! İnsanlar merhumlarını gömmek için Batı Trakya’ya gitmek zorundadır.

Biz Türkiye olarak kendi vatandaşlarımıza her türlü hakkı vermeliyiz ki bunu sağlıyoruz. Ama kendi hukukumuzu sorgularken diğer insanların da hukukunu sorgulayın. Dışarıdaki Türklere AB normuna uymayan çok şey yapılıyor, bunlar için de gayret gösteriniz. Burada Sümela açılırken orada Lozan’a taraf ülkeler ne yapıyor? Mesela Müftü seçimine yapılan engeller! Mesela Türk adlarının kullanılamaması! Bunları da gündeme getiriniz.

Biz Türkiye olarak AB’ye hazırız ama bakın elli yıl oldu sürekli bize zorluk çıkartılıyor. Açın fasılları gerekeni yapalım diyoruz. Bizden çok geriden gelen ülkeler AB üyesi oldular. Bakın Hırvatistan da AB üyesi oldu. Fakat bazı fasıllarla ilgili eğitimi biz onlara verdik. 1963-2014 biz hâlâ bekliyoruz! Bu kabul edilemez bir durumdur! Azınlık hakları diyorsunuz ama biz tüm vatandaşlarımızın refahı için zaten gayret içindeyiz. Madem Atina’da cami yok! Orada da lobi yapınız ki azınlık hakları tek taraflı olmasın, bunlar da söylenmeli ki adil olunsun. Bu toplantı bir ihtiyaçtır ama kazanımlar karşılıklı olmalıdır.

Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas 

13 Mayıs 2013’te ilki yapılan ve azınlıklar için çıkış yolları aradıkları bu toplantıyı tekrarlamaktan hoşnut olduğunu ifade etti. Çok hızlı gelişen ülke gündeminde önemli bir ihtiyaç olan dini özgürlükler için Venedik Komisyonu standartlarına uyulması gerektiğini vurguladı.

1. Oturum Gayrimüslim Cemaatler: Tarih, Toplum Ve Hukuk 

Prof. Dr. Arus Yumul - Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi “Temsil, Karşı temsil ve Gayrimüslimler” 

Gayrimüslim teriminin ayrıştırıcılığı hakkında konuştu Gayrimüslim teriminin Müslüman teriminin karşıtı olmadığını ve aşağılayıcı bir mana ifade ettiğini söyledi. Türkiye’nin 19 Y.Y.dan bugüne asimilasyon tutumu içinde olduğunu, Türkiye’deki Gayrimüslim düşmanlığını; vatanın bölünmez bütünlüğünün teminatı olarak kabul edildiğini söyledi. Türkiye’de birine “Ermeni” ya da “Ermeni Dölü” denmesinin çok büyük bir hakaret olarak kabul edildiğini, Türklerin Ermeniler ve diğer azınlıkları misafir olarak gördüğünü ve “Misafir ev sahibine müteşekkir olmalıdır” görüşünün bulunduğunu ve bazı Türklerin “Benim Ermeni arkadaşım da var” şeklindeki söylemlerini bir hakaret olarak kabul ettiğini belirtti. Sonra sosyal medyadan örnekler vererek; Ekşi Sözlük, Kötü Sözlük Uludağ Sözlük, Uykusuz Sözlük, Santral Sözlükten topladığı Ermeni karşıtı cümleleri ardı ardına ironi de yaparak Türkiye’deki Ermeni düşmanlığını eleştirdi.

Prof.Dr. Elçin Macar - Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi “Tüzel Kişilik Meselesi ve Ruhani Kurumların Geçmiş Deneyimi” 

Gayrimüslimlerin sıkıntılarında tüzel kişilik sorunları birinci husustur. Osmanlı döneminde bunun Babıali tanımlamıştı ve hiçbir sorun yaşanmıyordu ama Türkiye Cumhuriyeti bunu tanımlamaktan daima kaçınmış ve konjektüre göre davranmayı tercih etmiştir. Söylemde herkes eşittir denmekle birlikte uygulamada bu daima zıttı oldu ve Gayrimüslimler ulusun dışında kaldılar böylece Devletle ilişkilerinde zor anlar yaşadılar. Rum Patrikhanesi’nin kabul edilmeyen tüzel kişiliği ve Ekümenik vasfını Dünya tanımaktadır ama bizde “başpapaz” olarak kabul edilmektedir. Tüzel kişiliği olsaydı tabi ki başpapaz denemezdi ve Ruhban Okulu için de muhatap olarak dava açılabilirdi. 2007’de Yargıtay tarafından verilen bir kararla, yüksek mahkemenin hiç de görevi olmadığı halde Patrikhane’nin Ekümenik olmadığına hukuksal bir karar verilmiştir ve bu abesle iştigal demektir.

2. Oturum Azınlık Politikaları Işığında Tüzel Kişiliğin Önemi 

Laki Vingas - Cemaat Vakıfları Temsilcisi “Gayrimüslim Azınlıkların Temsili ve Tüzel Kişilik Eksikliği” 

Bu akademik çalışmalar bir başlangıçtır ve daha da devam edeceğiz. Ben 2008’de ve 2011’de bu göreve seçildim. Bu mesuliyetli bir görevdir ve bunu ifa etmeye çalışıyoruz, karşılıklı tartışarak sorunları çözmek için gayret ediyoruz. Tüzel kişilik olarak görülmüyoruz ama bir yandan da Devlet seçimleri takip ediyor. Bu seçimler 15/20 yıl arayla olunca tabi ki bir anlam ifade etmiyor ve seçim disiplinsizliği de yaratıyor. Bu yoruma açık seçimlerde kargaşa ve husumetler çıkıyor. Bu aksamalar da hizmetlerde inkitaya neden oluyor. Bu belirsizliği gidermek için bir ana statüye gerek var. Örgütlenme hakkımız olmalıdır. Bu nedenlerle Gayrimüslim cemaatlerin yapısı negatif gelişmektedir. 100 sene evvelki örgütlenme biçimini beklemek mutlaka doğru değildir ve Rum vakıfları süratle birleştirilmelidir. Fermanların devamıyla bu iş yürümez teori ve uygulamada amacım sıkıntılara dikkat çekmektir. 60 kadar mazbut vakfımız var. Devlet bu durumlarda mazbut İslam vakıflarına göre davranıyor. Mazbutaya alınan vakıflarda Devlet restorasyon yapmışsa bile cemaatin söz hakları yok olmamalıdır.

Dr. Adnan Ertem - Vakıflar Genel Müdürü “Cemaat Kurumlarının Osmanlı’dan Günümüze Yapılandırılması, Tüzel Kişilikler ve Mülkiyet Hakları” 

Bugün buradaki konuşmamda size iki farklı kimlikle hitap edeceğim. Konuşmamı bir akademisyen sıfatıyla yapmak istiyorum ancak mevzuat ile ilgili bir sorunuz olursa bu kez de size vakıflar Genel Müdürü olarak hitap ederim.

1935’teki Vakıflar Kanunu ülkemizde bu konuda bir milattır. Kamuoyunda bu kanun beyannamelerin verildiği yıl olan 1936 olarak bilinir ve “36 Beyannamesi” olarak tanımlanır. 1936’da Türkiye Cumhuriyeti azınlık vakıflarına pozitif anlamda bir yapı sağlamıştır. Burada şu an konuştuğumuz dini maksatlı cemaat vakıflarını yeni vakıflarla karıştırmamak gerekir. Bu vakıflar tarihsel bir süreç ve bu süreçten gelen taşınmazları ve dini hizmet verdikleri bir cemaatle birlikte tanımlanırlar ve Türkiye’nin bu vakıflara sağladığı haklar; kuruluş belgelerindeki ya da fermanlarındaki amaçların dışına çıkamaz. Bunlar dini vakıflardır ve en başta da ticari faaliyet yapamazlar. Aslında Türkiye’nin de bu vakıflara sağlayacağı imkânlar; dini ya da kendi kültürel hizmetleri için gereken sınırları aşamaz. Fakat biraz evvel değindiğim gibi ülkemizde bu iştigal alanları dışında vakıf kurmak Anayasal bir haktır. Her türlü yardım ve kültür amacıyla vakıf kurabilirsiniz. Musevilerin 500. Yıl Vakfı’nı bu konuda örnek olarak gösterebilirim. Ama Lozan’ın verdiği ayrıcalıklı statü sadece kilise, mezarlık ve hayratları ile sınırlıdır.  Bu statüyü yaşattığına inanılan vakıflar faal diğerleri ise mazbuttur. Mazbut vakıflardan olup restorasyonunu yaptığımız taşınmazlar vardır ki bunları restorasyonu tamamladıktan sonra faydalanma açısından kendilerine bırakmak niyetindeyiz. Hakların kısıtlanması noktasında mütekabiliyeti dikkate almadan yaptıklarımız ortadadır. Buna rağmen yapılan birçok tenkidin ise haksızlık olduğu kanaatindeyim.

3. Oturum Uygulamada Hukuk Ve Politika 

Av. Ali Elbeyoğlu “Patrikhanelerin Tüzel Kişiliklerinin Olmamasının Yol Açtığı Hak Arama ve Mülkiyet Sorunları” 

Patriklerin TC olmaması onları yok saymaktır. Bu da işlerini muvazaalı yapmalarına neden olmaktadır. Sansaryan Han evvelâ Ermeni Patrikliği tarafından yönetildi sonra elden çıktı ve İl Özel İdaresi’ne geçti. Tüm bu süreçte, tüzel kişilik var gibi de davranılmıştır. Tüzel kişilik idari yargıda çok önemlidir. Sansaryan Han davasında Devlet Ermeni Patrikliğini çok zararlı bir hasım olarak sayarak işlem yapmıştır. Sansaryan Han; Emniyet Müdürlüğü olduğu süre içinde bilindiği gibi işkence merkezi olmuştur. Şu anda gelinen iade edilmesi noktası ise malumun ilânıdır. Bu ülkede Kürt ve Aleviler de yıllarca yok sayılmışlardır. Başörtüsüne yapılan baskı da yakında hallolan bir başka husustur. Geçtiğimiz sürede Türkiye’de en az ilerleme sağlanan husus ise azınlık haklarıdır. Bir köy derneğinin bile tüzel kişiliğinin var olduğu bu ülkede patrikhanelerin tüzel kişiliği yoktur.

Av. Setrak Davuthan “Cemaat Vakıflarının Tüzel Kişilikleri” 

Osmanlı’da hükmü şahsiyet mevhumu vardı ve o günkü mevzuat gereği tapular “namı müstear” olarak ya bir aziz ya da bir saygıdeğer kişi adına tescil edilmekteydi. Bu kurumlar Osmanlı Hayri kurumları olarak sayıldılar. Patrikler millet başıydılar. Osmanlı’dan gelen bu vakıflar için 1935’te İsviçre’den gelen bir heyet ile birlikte Vakıflar Kanunu hazırlandı. Bugünkü sorunlar bu dini kurumların Vakıflar Kanunu çerçevesinde olmasındandır. 1935’te bu kurumlar vakıf olarak tanımlandılar. İsviçre’den gelenin heyetin başkanı Hans Leman bugün yaşananları öngörseydi Vakıflar Kanunu’na açıklık getirirdi. Ben bu yasayı tenkit ediyorum. Kullanım, 36 beyannamesinin uygulanması, süre, idarenin temsili ve seçim sistemi ile ilgili büyük sorunlar vardır. Günümüzdeki tek gelişme seçim esnasının polisin gözetiminden alınarak Dernekler Müdürlüğü’ne aktarılmasıdır.

Av. Ester Zonana “Cemaatlerin Tüzel Kişilikleri” 

Cemaatler Osmanlı’da millet sistemi ile yönetilmekteydiler. Sonra nizamnamelere geçildi. Eskiden dini reisler kabul edilirdi, Islahat’tan sonra seçimler başladı. 1935’te taşınmazlar liste olarak istendi ve sonra vakıf olarak kabul edildiler. Medya antisemitik davranarak halkı Hahamlığa karşı kinlendirmiştir. Eskiden haham delegelerle seçiliyordu. Şimdi ise seçimden sonra seçim kurulunu dağıtan bir uygulama var. Bir sorun olduğunda süratle organize olunamıyor.

Foti Benlisoy “Ekümenik Patrikhanenin Tüzel Kişilik Meselesi” 

Bu gün burada çok detaylı açıklamalar yapıldı. Egemen bir Devlet olan Türkiye’de evvelâ zihniyet dünyamızı düzelmeliyiz. 2007’de Yargıtay’ın Patrikhane’nin Ekümenikliği açısından vermiş olduğu bir karar bir rezalettir. Azınlıklara burada yabancı denmektedir ve halkın algısına göre kötüdürler ve tehdittirler. Rum Patrikliği’nin Ekümeniklik ve tüzel kişilik sorunları büyük sorunlardır Bir ruhani reisliğin tüzel kişilik sayılmamasın anlamak güçtür. Aziz Nesin’in dediğine göre; “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz”. Anlayacağınız, Devletin işine geldiğinde yaşar işine gelmediğinde yaşamaz.

Devlet bu argümanı; “Zaten cemaat vakıfları var sen neden tüzel kişilik olasın?” şeklinde algılamayı tercih ediyor. Diyanet bir yandan bu ülkenin vergilerinden ayrılan bütçe ile örgütlenirken diğer yandan bir başka dini reislik, tüzel kişilik dahi sayılmıyor. Bu bir din özgürlüğü ihlalidir, çoğulcu demokrasiye aykırıdır. Aslında Büyükada Yetimhanesi’nin tapusunun verilmesi ile tüzel kişilik resen tanınmıştır ama sadece orada kalmıştır. Ruhani bir kurum olan Patrikhane’nin kurumsal açıdan tüzel kişiliği ve dini açıdan Ekümenik ünvanı kabul edilmiyor. Esas bu kabul edilemez bir durumdur. Tüzel kişiliğin tanınması için yasal uygulamalar gerekiyor. Diğer Gayrimüslim toplulukların da örgütlenmesi için tüzel kişilik sorunları vardır. Gayrimüslim toplulukların içişlerinde özgür olması gerekir ama bizde bu böyle değildir. Yeni bir yapı ve düzenleme gerekiyor. Bu mesele demokrasi ve çoğulculukla ilgilidir.

4. Oturum Gayrimüslim Tüzel Kişilikler Ve Hukuk 

Prof. Dr. Ergun Özbudun - Şehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi “Venedik Komisyonu Raporu Işığında İnanç Gruplarının Tüzel Kişiliği İle İlgili Sorunlar" 

Venedik Komisyonu’nun 2010 tarihli raporu bugünkü konferanstaki ana konumdur. Bu rapor çok güzel hazırlanmış ve oybirliği ile kabul edilmiştir. Rapor; Türkiye’deki dini cemiyetlerin statüleri ile Ekümenik Patrikhane’nin durumuna ayrıntılı olarak bakmaktadır. Bu rapor; bir talep üzerine AB Parlamentosu Asamblesinin İzlemene Komisyonu’nun talebi ile hazırlanmış olup, tüzel kişilik ve Ekümenik sıfat ile ilgilidir. Heybeliada Ruhban Okulu talepte özel olarak yer almadığı için bu husus kısa olarak yer almaktadır.

AB standartlarının temel metinleri ve sözleşmenin din ve vicdan ile ilgili 9. Maddesi; din özgürlüğünün salt bireylerin değil kolektif bir olgu olduğunu belirtir. Din özgürlüğünün temel unsuru ise örgütlenme ve örgütlenme hakkıdır. Komisyon bu konuda standart bir uygulama olmadığını ve bazı ülkelerde “Devlet Kilisesi” mantığını ortaya koymaktadır. Örneğin Almanya’da kilise; kamu hukuku ile çalışır. Fransa; inanç dernekleri diyebileceğimiz bir yöntemi benimsemiştir. Yani AB ülkelerinde bu konuda standart ve özel bir düzenleme yoktur. Türkiye’de azınlık cemaatlerinin tüzel kişiliklerinin olmaması pratikte sorunlar yaratmıştır. Bunlar; hukuk, mülkiyet meseleleri, iş ilişkisi ile bağlı olarak da olmayan tüzel kişiliğin personelinin SGK sorunları… Avrupa’da Fransız sistemi olan inanç dernekleri bence en iyisidir. Türkiye’de bu sorunlar nasıl aşılabileceğinin uygulanabirliği araştırılmalıdır. Burada Türkiye’nin laikliğinin özelliği işleri zorlaştırmaktadır. Mesela Norveç’te diyanetin işlemesi bize benzer ama bizdeki gibi iktidarın dayatmacılığı yoktur. Gayrimüslimlere eğer özel haklar verirsek “Marjinal Müslüman gruplar da bunu ister mi?” endişesi de bir yandan vardır. Mesele sadece bir hukuk tekniği sorunu değildir. Gayrimüslimleri yabancı ve düşman gören ciddi bir zihniyetin de değişimine ihtiyaç bulunmaktadır. Ekümeniklik sorunu; Türkiye’yi ilgilendirmez ve Devletin bu konuda müdahalesi olmamalıdır. Devletin hiçbir resmi kurumu bu hususa karışmamalıdır.

Halki (Heybeliada Ruhban Okulu); Osmanlı’da ve tek parti döneminde var olmuş bir kurumdur. 1971’de kapatılması ise Türkiye’nin resmen bir ayıbıdır. Bu suretle insanların din adamı yetiştirme hakları ellerinden alınmamalıdır. Bu güne kadar açılması ya da hiç kapanmaması gerekirdi. Bunu Batı Trakya ile mütekabiliyet çerçevesinde değerlendirmek ise kabul edilemez bir durumdur ve hiçbir medeni ülke bunu yapmaz.

Prof. Dr. Hüseyin Hatemi – İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi ve İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakülteleri Öğretim Üyesi “Hukuk Devleti İlkeleri Işığında Cemaat Tüzel Kişilikleri” 

Allah’ın emri mutlaktır kâfir demek de günahtır. Hz. İsa’nın dediği gibi ölüm günü önemlidir. İnsanların mutluluğu için inanç özgürlüğü önemlidir. Böylece tüzel kişilikten çıkıp yabancılara ayırım yapmaya hakkımız yoktur. Evrensel temel hukukun 3 temel ilkesi vardır. Eşitlik İlkesi, Hakkaniyet İlkesi ve Namuslu Yaşamak İlkesi ya da dürüstlük…

Tüm dinlerde temel unsur sevgidir. İlahi sevgiyi insanlar değiştiremez. Hukukun ana kaynağı da sevgidir. Evrensel hukuk da sevgiye dayanır. Hangi din inancından olursa olunsun eşit insanlık tanınmalıdır. Buna uymayanlara insan dememek gerekir. Hz. İsa’nın sözleri de Rab’ın sözleridir. Kuran’ı Kerim’de de çeşitli ayetlerde sevgiyi bulabilirsiniz. Hukuk insanların ayrımcılık yapmaması için icat edilmiştir. Biz tarikatları kapattık. Tüzel kişilik tarikatlarda yoktu ve önemsizdi. Bizde de bu bir engel olmamalıdır. Zaten son kanun da rezalettir. AB uyum süreci başlamadan önce bir hamle ile kayıt düzeltme davaları açıldı. Bundan sonra taşınmazlar için evvelâ güvenlik kurumlarından sonra da vakıflar Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekiyor. Ya da Jitem’den Mit’ten de izin almak mı lazım?

Katolik vakıflarına da yapılan haksızlıklar önlenmelidir. AKP son kanunla makyaj bir düzenleme yapmıştır. Yapılan için “Evet ama yetmez” diyorum. Ekümeniklik ise bizi ilgilendirmez. Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılmış olması zaten Lozan’a aykırıdır. Maalesef biz azınlık haklarında Osmanlı’dan sonra geriye gittik. Lozan’dan sonra din haklarında çok daha geriye gittik. Lozan’dan sonra bir müddet haklara riayet ettik ama sonra felaketler başladı.

Gayrimüslim kelimesinden Arapça bilenler çok rahatsızdır. Bu kelime ile azınlıklara Arapçaya göre dinsiz demekle aynı olan bir sıfatlama yapılıyor. Azınlıklara tanınmayan haklar insanlık ayıbıdır. Çifte ölçütlülükten kaçınmak gereklidir. Bu işleri düzeltmek için mutlaka bir üst kurul kurulmalıdır.

Yazarın Notu: Bu konferansı baştan sona kadar izledik, ayrıntılı olarak not aldık ve kayıt yaptık. Bu yazımızın başında da belirttiğimiz gibi konuşmacıların bir kısmının söylemlerini özetle ya da satır başlarını vererek sunum sıralamasına göre paylaşıyoruz. Bu söylemleri hiç yorum katmadan verdiğimizi de özellikle belirtmek isteriz.

Süryani Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ ilk oturumun sonuna doğru konuşmacıların önüne gelerek beklemeye başladı ve sunumlar bitince mikrofonu alarak şu şekilde konuştu: “Neden burada Süryaniler temsil edilmiyor? Biz de Türkiye’de yerleşik çok eski bir toplumuz. 3500 yıllık İbrahim’in dilini konuşuyoruz. Biz Aremice ve Arapça biliriz. Gayrimüslim demek çok yanlıştır. Gayrimüslim Arapçada dinsiz demektir. Neden burada farklı inanç sahipleri denmiyor? Konferansın ilerleyen kısımlarında hatırlanmayı bekliyoruz.”

Süryani Ortodoks Kilisesi Metropoliti Yusuf Çetin ise sonraki oturumun öncesinde kürsüye çıktı ve Süryani Kadim Kilisesi Patrik Vekili Yusuf Sağ’ın konuşmasına benzer bir şekilde; 3500 yıllık bir topluluk olduklarını, hiç bir zaman Devlete sorun çıkaran bir cemaat olmadıklarını. Hz. İsa’nın dili olan Aramiceyi devam ettiren ve Arapça da bilen inançlı bir topluluk olduklarını, Gayrimüslim söyleminin Arapçada “dinsiz” anlamına geldiğini. Mesele azınlık sorunları olduğunda neden dışlandıklarını dile getirdi.




9 Eylül 2011 Cuma

RUM PATRİKHANESİ’NDE HAREKETLİLİK VAR!


Patrikhane’nin 12 kişilik bir dini meclisi (Sen Sinod) vardır ve bu mecliste “metropolit” dini rütbesinde olan papazlar görev yapar. Burada görev yapacak olan papazların, 6 Aralık 1923 tarihli ve 1092 sayılı bir valilik genelgesine göre; “Türkiye’de ikamet eden ve TV vatandaşı olan metropolitler olması” gerekliliği bulunmaktaydı. Bu süreçte; (1923’ten itibaren) Türk vatandaşı olmayan bir patrik ve din adamı da  zaten (resmen) görev yapmamıştı.

Rum Patriği Bartholomeos 2004’de ani bir kararla 12 kişilik Sen Sinod’da, 6 yabancı uyruklu din adamına görev verdi. 2004 itibariyle; Patrikhanede “20” civarında metropolit seviyesinde din adamı bulunuyordu. Buna rağmen “12 kişiyi tamamlayamıyoruz, eksiğimiz var” diye asılsız bir gerekçeyi ortaya attılar ve 17 kişilik bir listeyi TC vatandaşı yapmak üzere harekete geçtiler. 17 kişilik bu liste müracaat esnasında elendikten sonra 13’e indi. 

1500 kişiden az kalmış Rum Cemaati’nin dini ihtiyaçlarının karşılanması, amaçladıkları gaye ise bu papaz sayısı -kişi başına hesaplandığında- çok fazladır. Buradaki amaç; “Ekümenik Patrikhane”ye “maiyet” teminidir ve 2010 sonunda “çoğaldılar” ama bu da yetmedi.

13 kişi kabul edilir edilmez, 11 kişilik bir liste için daha Türkiye’den vatandaşlık talep edildi. 12 kişiyi tamamlamıyoruz diye 6 yabancı uyruklu papaz ile yasalarımızı delmişlerdi. 13 taze vatandaş papaz, Türk vatandaşlığı alınca normal olarak; o tarihte yapılan ve  28 Şubat 2011’e kadar sürecek görevlendirmeye yeni Türk vatandaşı olanların yer verilmesi gerekirdi. Ama böyle yapmadılar ve sadece bir taze vatandaş papazı kadroya alarak, yine 5 yabancı ile Sen Sinod çalışmalarına devam ettiler. 11 kişilik yeni listede ise bu 5 kişi de yer aldı. Bunları da TC yapmak için harekete geçtiler. Amaçları “daha da çoğalmak”tı.

Rum Patrikhanesi, Vatikan’ın karmaşık hiyerarşik yapısı içindeki ve Ortodokslukta metropolite eşdeğer sayılabilecek kardinal sayısı ile yarış halindedir. 

Metropolitlere verilen “sözde” görev bölgeleri ise Rumluğun “esamesi” kalmamış yerlerdir ve o coğrafi bölgelerin eski Bizans adları kullanılmaktadır. Belki bu tayinler, 15 -20 sene önce pek bir önem arz etmiyordu. Ancak Bartholomeos’un Patrik oluşundan sonraki dönemde, Anadolu’daki metruk kiliselerde ayinler yapılması çok arttı. Yerel yöneticiler de bu faaliyetlere turizm açısındaki getirilerini göz önüne alarak destek olmaktadırlar

Ağustos’un son haftasında, yukarıda bahsettiğimiz 11 kişilik listeden 6 kişinin TC vatandaşlığına alınması onaylandı ve vatandaş olma işlemleri başladı. Bu kişiler şunlardır:

1- Rethimnis ve Avlopotamu Metropoliti Evangelos Antonopoulos
2- Kidonias ve Apokoronau Metropoliti Emmanouil Papayannakis  
3- Hong-Kong Metropoliti Nektarios Tsilis
4- Almanya Metropoliti Augustin Lambardakis
5- Meksika ve Orta Amerika Metropoliti Georgios Anastasiadis
6- Leros ve 12 Ada Metropoliti Panagiotis Aravantios 

Henüz vatandaşlık izni alamayan ama muameleleri devam diğer 5 kişi ise şunlardır:

1- İspanya ve Portekiz Metropoliti Panagiotis Stavropoulos
2- Gortina ve Arkadia Metropoliti Dimitrios Doulofakis
3- Fransa Metropoliti Emmanuel Adamakis
4- Rodos Metropoliti Konstantinos Kogerakis
5- Girit Başpiskoposu Nikolaos Athanasiadis

Bu işlemler sürerken, Sen Sinod’da ise konuyu takip etmeyenlerin dikkatini hiç çekmeyecek bazı ayrıntılar baş gösterdi. Cunda Adası Metropolitliği; belki çok kişiye Ayvalık hudutları dâhilindeki bir beldeye ihdas edilmiş olarak algılanabilir. Oysaki Cunda Adası, Patrikhane’nin tarihsel seyrinde çok önemli bir noktadır. Osmanlı döneminde, daha Heybeliada Ruhban Okulu’nun olmadığı bir zaman diliminde, Papaz “İkonomos”un Osmanlı’yı kandırarak oluşturduğu “İlk Ruhban Okulu”  burada bulunmaktaydı. Ve önemli olan Ayvalık değil, Cunda (Alibey) Adası’dır. 

Birkaç yıl evvel, Ayvalık Cunda'da, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç tarafından bir kilise restore edilmiş ve Coca Cola İcra Başkanı Muhtar Kent’in babası “Necdet Kent”in adı verilerek kütüphaneye dönüştürülmüştü.  Muhtar Kent de babasına ait 1500 kitabı buraya bağışlamış ve bu açılış Rum Patriği Bartholomeos tarafından onurlandırılmıştı.

Cunda Adası Metropoliti semboliktir ama burada görevli olan metropolit daima İlk Ruhban Okulu”na atfen, daima Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu metropolit olmaktaydı. Geçtiğimiz Ağustos’ta yapılan Sen Sinod toplantısında alınan kararlara göre bu gelenek artık değiştirildi. 

Bursa Metropoliti “Yanni Lambriniadis” (Dini adı: Elpidophoros) artık Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu Başpapaz oldu. Bursa Metropoliti olan Elpidophoros, Mudanya bölgesinde bulunan “Zeytinbağı Beldesi”ndeki (Tirilye)  ve bir şahıs üzerine tapulu olan “Kemerli Kilise”yi  (Panagia Pantovasilissa) satın almak ve bu bölgede bir hareketlilik sağlamakla da görevlidir. 

Bu amaçla, 12 Ağustos’ta Bursa’ya giderek mülk sahibi olan “Deniz Korkmazer” ile görüşmüştür. Edindiğimiz bilgilere istinaden, “200.000 T.L”lik bir teklifte bulunmuş ama anlaşamamıştır. Bu kilisenin satın alma yoluyla elde edilip restorasyon yapılmasından sonra ise Rum Patriği Bartholomeos’un senede birkaç kez burada ayin yapma isteği de bilinmektedir.

Yeni çıkan “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” ile “5737 sayılı Vakıflar Kanunu”na eklenen geçici madde ile “Azınlık Cemaatlerinin Mallarının İadesi” kapsamında, Vakıflar vasıtasıyla bu mülkü elde etme gayretleri olması da olasıdır. Zira geçen sene edindiğimiz bilgiler; bu kilisenin mülkü için “1 Milyon T.L.” değer biçildiği şeklindedir. 

Zira yeni yasa bu tür tapu iptallerine/devirlerine imkân verecektir. Nitekim daha yasa çıkmadan evvel bu bağlamda önemli bir gelişme de Gökçeada’da yaşanmıştır. “Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesi”; 4 Mayıs 2011’de, Çınarlı Mahallesi, Kadri Üçok 239 Ada 8 Parsel’de bulunan ve “Eray Dağınık” adına tescilli bir taşınmazla ilgili açılan Tapu İptal Davası’nı hükme bağlayarak bu taşınmazı “Theodoro Vulgarel” adına tescil etti. Şüphesiz bu taşınmaz; azınlık cemaati taşınmazı konumunda değildi ve bu mahkeme bir şahıs (gerçek kişi) adına açılmıştı. 

Ama burada atlanmaması gereken çok önemli şu husus da vardır: 

Askeri/Stratejik” hassasiyetler göz önüne alınarak çıkarılmış bir genelge ile Gökçeada’da, Müslüman bir şahsın malını Müslüman olmayan bir şahsa satması yasaktı. Bu genelge; Gökçeada’da yabancıların mülk edinmesini engelleme amacı ile çıkmıştı. Ama görülüyor ki yerel mahkeme kararıyla artık bir emsal devir var.

1 Eylül 2011 Perşembe

AZINLIK CEMAATLERİNİN TAŞINMAZLARI İADE EDİLİYOR


Patrikhane’nin 12 kişilik bir dini meclisi (Sen Sinod) vardır ve bu mecliste “metropolit” dini rütbesinde olan papazlar görev yapar. Burada görev yapacak olan papazların, 6 Aralık 1923 tarihli ve 1092 sayılı bir valilik genelgesine göre; “Türkiye’de ikamet eden ve TV vatandaşı olan metropolitler olması” gerekliliği bulunmaktaydı. Bu süreçte; (1923’ten itibaren) Türk vatandaşı olmayan bir patrik ve din adamı da  zaten (resmen) görev yapmamıştı.

Rum Patriği Bartholomeos 2004’de ani bir kararla 12 kişilik Sen Sinod’da, 6 yabancı uyruklu din adamına görev verdi. 2004 itibariyle; Patrikhanede “20” civarında metropolit seviyesinde din adamı bulunuyordu. Buna rağmen “12 kişiyi tamamlayamıyoruz, eksiğimiz var” diye asılsız bir gerekçeyi ortaya attılar ve 17 kişilik bir listeyi TC vatandaşı yapmak üzere harekete geçtiler. 17 kişilik bu liste müracaat esnasında elendikten sonra 13’e indi. 

1500 kişiden az kalmış Rum Cemaati’nin dini ihtiyaçlarının karşılanması, amaçladıkları gaye ise bu papaz sayısı -kişi başına hesaplandığında- çok fazladır. Buradaki amaç; “Ekümenik Patrikhane”ye “maiyet” teminidir ve 2010 sonunda “çoğaldılar” ama bu da yetmedi.

13 kişi kabul edilir edilmez, 11 kişilik bir liste için daha Türkiye’den vatandaşlık talep edildi. 12 kişiyi tamamlamıyoruz diye 6 yabancı uyruklu papaz ile yasalarımızı delmişlerdi. 13 taze vatandaş papaz, Türk vatandaşlığı alınca normal olarak; o tarihte yapılan ve  28 Şubat 2011’e kadar sürecek görevlendirmeye yeni Türk vatandaşı olanların yer verilmesi gerekirdi. Ama böyle yapmadılar ve sadece bir taze vatandaş papazı kadroya alarak, yine 5 yabancı ile Sen Sinod çalışmalarına devam ettiler. 11 kişilik yeni listede ise bu 5 kişi de yer aldı. Bunları da TC yapmak için harekete geçtiler. Amaçları “daha da çoğalmak”tı.

Rum Patrikhanesi, Vatikan’ın karmaşık hiyerarşik yapısı içindeki ve Ortodokslukta metropolite eşdeğer sayılabilecek kardinal sayısı ile yarış halindedir. 

Metropolitlere verilen “sözde” görev bölgeleri ise Rumluğun “esamesi” kalmamış yerlerdir ve o coğrafi bölgelerin eski Bizans adları kullanılmaktadır. Belki bu tayinler, 15 -20 sene önce pek bir önem arz etmiyordu. Ancak Bartholomeos’un Patrik oluşundan sonraki dönemde, Anadolu’daki metruk kiliselerde ayinler yapılması çok arttı. Yerel yöneticiler de bu faaliyetlere turizm açısındaki getirilerini göz önüne alarak destek olmaktadırlar

Ağustos’un son haftasında, yukarıda bahsettiğimiz 11 kişilik listeden 6 kişinin TC vatandaşlığına alınması onaylandı ve vatandaş olma işlemleri başladı. Bu kişiler şunlardır:

1- Rethimnis ve Avlopotamu Metropoliti Evangelos Antonopoulos
2- Kidonias ve Apokoronau Metropoliti Emmanouil Papayannakis  
3- Hong-Kong Metropoliti Nektarios Tsilis
4- Almanya Metropoliti Augustin Lambardakis
5- Meksika ve Orta Amerika Metropoliti Georgios Anastasiadis
6- Leros ve 12 Ada Metropoliti Panagiotis Aravantios 

Henüz vatandaşlık izni alamayan ama muameleleri devam diğer 5 kişi ise şunlardır:

1- İspanya ve Portekiz Metropoliti Panagiotis Stavropoulos
2- Gortina ve Arkadia Metropoliti Dimitrios Doulofakis
3- Fransa Metropoliti Emmanuel Adamakis
4- Rodos Metropoliti Konstantinos Kogerakis
5- Girit Başpiskoposu Nikolaos Athanasiadis

Bu işlemler sürerken, Sen Sinod’da ise konuyu takip etmeyenlerin dikkatini hiç çekmeyecek bazı ayrıntılar baş gösterdi. Cunda Adası Metropolitliği; belki çok kişiye Ayvalık hudutları dâhilindeki bir beldeye ihdas edilmiş olarak algılanabilir. Oysaki Cunda Adası, Patrikhane’nin tarihsel seyrinde çok önemli bir noktadır. Osmanlı döneminde, daha Heybeliada Ruhban Okulu’nun olmadığı bir zaman diliminde, Papaz “İkonomos”un Osmanlı’yı kandırarak oluşturduğu “İlk Ruhban Okulu”  burada bulunmaktaydı. Ve önemli olan Ayvalık değil, Cunda (Alibey) Adası’dır. 

Birkaç yıl evvel, Ayvalık Cunda'da, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç tarafından bir kilise restore edilmiş ve Coca Cola İcra Başkanı Muhtar Kent’in babası “Necdet Kent”in adı verilerek kütüphaneye dönüştürülmüştü.  Muhtar Kent de babasına ait 1500 kitabı buraya bağışlamış ve bu açılış Rum Patriği Bartholomeos tarafından onurlandırılmıştı.

Cunda Adası Metropoliti semboliktir ama burada görevli olan metropolit daima İlk Ruhban Okulu”na atfen, daima Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu metropolit olmaktaydı. Geçtiğimiz Ağustos’ta yapılan Sen Sinod toplantısında alınan kararlara göre bu gelenek artık değiştirildi. 

Bursa Metropoliti “Yanni Lambriniadis” (Dini adı: Elpidophoros) artık Heybeliada Ruhban Okulu’ndan da sorumlu Başpapaz oldu. Bursa Metropoliti olan Elpidophoros, Mudanya bölgesinde bulunan “Zeytinbağı Beldesi”ndeki (Tirilye)  ve bir şahıs üzerine tapulu olan “Kemerli Kilise”yi  (Panagia Pantovasilissa) satın almak ve bu bölgede bir hareketlilik sağlamakla da görevlidir. 

Bu amaçla, 12 Ağustos’ta Bursa’ya giderek mülk sahibi olan “Deniz Korkmazer” ile görüşmüştür. Edindiğimiz bilgilere istinaden, “200.000 T.L”lik bir teklifte bulunmuş ama anlaşamamıştır. Bu kilisenin satın alma yoluyla elde edilip restorasyon yapılmasından sonra ise Rum Patriği Bartholomeos’un senede birkaç kez burada ayin yapma isteği de bilinmektedir.

Yeni çıkan “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” ile “5737 sayılı Vakıflar Kanunu”na eklenen geçici madde ile “Azınlık Cemaatlerinin Mallarının İadesi” kapsamında, Vakıflar vasıtasıyla bu mülkü elde etme gayretleri olması da olasıdır. Zira geçen sene edindiğimiz bilgiler; bu kilisenin mülkü için “1 Milyon T.L.” değer biçildiği şeklindedir. 

Zira yeni yasa bu tür tapu iptallerine/devirlerine imkân verecektir. Nitekim daha yasa çıkmadan evvel bu bağlamda önemli bir gelişme de Gökçeada’da yaşanmıştır. “Gökçeada Asliye Hukuk Mahkemesi”; 4 Mayıs 2011’de, Çınarlı Mahallesi, Kadri Üçok 239 Ada 8 Parsel’de bulunan ve “Eray Dağınık” adına tescilli bir taşınmazla ilgili açılan Tapu İptal Davası’nı hükme bağlayarak bu taşınmazı “Theodoro Vulgarel” adına tescil etti. Şüphesiz bu taşınmaz; azınlık cemaati taşınmazı konumunda değildi ve bu mahkeme bir şahıs (gerçek kişi) adına açılmıştı. 

Ama burada atlanmaması gereken çok önemli şu husus da vardır: 

Askeri/Stratejik” hassasiyetler göz önüne alınarak çıkarılmış bir genelge ile Gökçeada’da, Müslüman bir şahsın malını Müslüman olmayan bir şahsa satması yasaktı. Bu genelge; Gökçeada’da yabancıların mülk edinmesini engelleme amacı ile çıkmıştı. Ama görülüyor ki yerel mahkeme kararıyla artık bir emsal devir var.

18 Nisan 2011 Pazartesi

BİR MEGALİ İDEA OPERASYONU: SIRA ŞİMDİ RUM OKULLLARININ BİNALARINDA

Bir yandan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gayretleri sürerken, öte yandan Rum Patrikhanesi’ne “Vatikanlaşma” ya da Türkiye üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurulmasını kabul etme ile eş anlamlı olan “Ekümeniklik” statüsünün Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirilmesi gayretleri uzunca bir zamandır sürmektedir. Bu konuda ABD ve AB devletleri de Hükümet üzerinde baskıcı bir süreci işletmektedir.

Batı Trakya’da mütekabiliyet ile açıklanması mümkün olmayan bir şekilde, seçilmiş müftülerin görev yapması engelleniyor, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz ay Batı Trakya’daydı ve oradaki Türklere “Müslüman Türkler” şeklinde hitap etti diye provokatör ilân edildi. Batı Trakya’daki Türk vakıflarının üzerinde çok yoğun bir baskı var ama burada Rum Patrikhanesi’ne verdikçe yetmiyor “daha” diye bağırıyorlar, “eziliyoruz, baskı altındayız” diyorlar.

YÖK Yasası ile açıklanması mümkün olmayan taleplerle Heybeliada Ruhban Okulu’nu açmak istiyorlar ki bu okulu 1971’de YÖK’e bağlanmayı kabul etmedikleri için kendileri kapattı. Dini meclislerinde yasalara aykırı olarak yabancı uyruklu papazlara görev verdiler, ardından onlarca papaza Türk vatandaşlığı verilmesini sağladılar. Büyükada Yetimhanesi’nin tapusu çok kısa bir süre evvel Rum Patrikhanesi’nin üzerine tescil edildi. Ardından 1925’te Türkiye ile Yunanistan’ı yeni bir savaşa sürükleyen Patrik Konstantin Araboğlu’nun kemikleri İstanbul’a getirtildi ve burada gömüldü, hemen akabinde 120 bin Yunan vatandaşının Türk vatandaşlığı talepleri ortaya çıktı.

Dikkat, dikkat, dikkat…

Patrikhane lehine olan bu edinimlerin hepsi son 2 yıl içinde, büyük kısmı ise 2010 içinde ve 2011 başında gerçekleşti.

Dalga dalga ilerleyen bir “Megali İdea” operasyonu, uluslararası güçlerin de baskısıyla Türkiye’de sürdürülüyor. Yudum yudum içirilen bir “zehir” gibi ülkemizi sarıyorlar. Bir edinim sağlanıyor, hemen ardından diğer edinim için çabalar başlıyor. Bu askeri stratejik yapılanmalarda görülen, ilerideki tarihler için öngörülen planlar gibi yürütülüyor. Efsunlanmış gibi bakakalmış seyrediyoruz. Aklımıza Batı Trakya ile burada olanları kıyaslamak ya da “mütekabiliyet” kavramı hiç gelmiyor.

Şimdi, “Megali İdea” ülküsünün gerçekleşmesi gayretleri süredururken İstanbul’daki kapalı Rum okullarının mülkleri ile ilgili bir gelişme var!

Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu yönetimi, mahkemeye başvurarak ve öğrencileri kalmadığı gerekçesiyle okulun kapanmasını sağladı. Bu okulun resmen kapanmasını emsal alan Milli Eğitim Bakanlığı, “Arnavutköy Rum İlköğretim Okulu” ile Balat'taki “Yuvakimyon Kız Lisesi”nin de kapanmasına karar verdi.

Bu kararın hemen ardından, İstanbul'da öğrencisiz olan 13 okul için daha emsal niteliği taşımakta olduğu şeklinde açıklamalar başladı. Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde bulunan “Vakıflar Meclisi”nde “Azınlık Vakıfları Temsilcisi” olarak bulunan ve “Bartholomeos’un Prensi” olarak tanınan, 25 Mart 2011’de “Boyacıköy Rum Kilisesi”nde kendisine “archon” ünvanı verilen “Pandeli Laki Vingas” bir açıklama yaptı. Açıklamada, azınlık vakıflarının bu karardan memnun oldukları şöyle ifade edildi: “Yıllardan beri faal olarak kullanılmayan okulların kapatılmasından çok mutluyuz. Çünkü 30-40 yıldır öğrencisi olmayan binalarımız var. İlkokullarımızda da maalesef Kadıköy’de bir, Büyükada’da iki çocuk var. Dolayısıyla fonksiyonel olarak zayıflamış bir eğitim sisteminden bahsediyoruz. Çok güzel projelerimiz mevcut. Binaları müze, kültürel etkinlik yapacağımız bir yer, lisan kursu hatta misafirhane olarak kullanabiliriz.

Aklımıza hemen şu soru geldi: “Efendiler, siz bu Heybeliada Ruhban Okulu’nu niye açmak istiyorsunuz? Öğrenciniz yok da hani ondan sorduk…”

Ne kadar çelişkili bir durum... Ne kadar da ikilemlerle dolu bir hadiseyle karşı karşıyayız.

1500 kişilik Rum Cemaati’nde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılan son taze vatandaş papazlarla birlikte 100 kadar farklı dini rütbelerde papaz kadrosuna ulaşıldı. Bu sayı 1500 kişi için inanılmaz bir orantıdır. Yunanistan’daki dini görevli sayısı bile bu orantıda değildir.

Papaz sayısının azlığı bahanesiyle Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istiyorlar ama o okulda okuyacak öğrenci yok! Ne olacak? “Getirtiriz” Peki, öğretmen de yok! O ne olacak? “Onu da getirtiriz.

Yahu Dünya’da size papaz sağlayacak ve zaten sizin emrinizde, maiyetinizde olan çok sayıda okul varken neden illa da bizim yasalarımızı delerek dini okul açmak istiyorsunuz?

Burası Konstantinopolis, burası Bizans’ın merkezi ve burada bize maiyet lazım, burada bize gayrimenkul lazım…

İşte bu yüzden Büyükada Yetimhanesi’nin ve daha birçok gayrimenkûlün tapusunun Patrikhane adına tescil edilmesi/ettirilmesi önemlidir. Bu bağlamda şu an çeşitli Rum vakıflarının üzerinde olan, açık ya da öğrencisizlikten kapalı durumda olan okulların tapularının Patrikhane adına tescili için çok büyük gayret içindeler. Bunlardan en başta geleni Patrikhane’nin yanında bulunan “Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu”dur.

Aşağıda halen faaliyette olan, öğrencisi bulunan Rum okullarının, öğrenci olmadığı için ya da “Heybeliada Özel Rum Lisesi” örneğinde olduğu gibi kendi menfaatleri için faaliyette bulunmadıkları Rum okullarının ve bir kısmı mazbut, bir kısmı da bir Rum vakfının mülkiyetinde görünen kapalı Rum okullarının tam listesini veriyoruz.

Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas’ın ağzından bu okulların başka amaçlarla kullanılmak üzere “resmen” kapatılmaları için işleyen hukuk sürecini ve kapatılmalarının ardından buralarda yapmak istedikleri “masumane” amaçlarını duymaya başladık. Bazı gazetelerin iç sayfalarında ya da haber portallarında ise şu ya da benzeri haberler yer aldı:

“İstanbul'da öğrencisiz kalan azınlık okulları kapatılıyor. Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu’nun kapatılmasına karar veren mahkeme kararı emsal oldu ve iki Rum okulu daha kapatıldı.”

Kapalı durumda olan Rum okullarının öğretime kapanması ile birlikte buraların başka amaçlarla kullanılması sürecinde, Büyükada Yetimhanesi örneğinde olduğu gibi mülkiyetlerinin Rum vakıflarından alınarak Rum Patrikhanesi adına tescil edilmesi sorunu ile karşı karşıya kalınacaktır. Devreye AİHM girerse -ki bunun emsali de artık vardır- Türkiye Cumhuriyeti yasaları hilafına “Tüzel Kişilik” olmayan bir kurumun üzerine tapu tescili ile “maiyet” olarak artık güçlenen Patrikhane bu kez de “mülkiyet” açısından güçlenecektir. Bu arada, Rum Patrikhanesi’ni, yurt dışında çok önemli 18 mülkü olduğu da bilinmelidir.

Efendiler, siz bu Heybeliada Ruhban Okulu’nu niye açmak istiyorsunuz? Öğrenciniz yok! Zaten öğrenciniz olmadığı için elinizde bulunan Rum okullarının kapıları kapalı ve bu kapalı okulların resmen kapatılması ve başka amaçlarla kullanılması için hukuk yoluyla adımlarınız var.

Bu ne çelişkidir! Düşün artık Türkiye’nin yakasından. Ya da düşürün şu ağzınızdaki, kafanızdaki, planlarınızdaki tüm “TAŞLARI” yiyeceğimiz “KAZIĞIN” boyunu şimdiden bilelim…


AÇIK ve KAPALI RUM OKULLARININ LİSTESİ

Faaliyette Olan Rum okulları

l - Özel Zapyon Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi

2- Özel Zoğrafvon Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi

3- Özel Fener Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi
 “Kırmızı Mektep” olarak da bilinir.

4- Özel Langa Rum İlköğretim Okulu

5- Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu
Patrikhane’nin yanında bulunan bu okulun tapusunun, tüzel kişilik olarak mülkiyeti sahibi olan Rum vakfından, Patrikhane adına devredilmesine çalışılmaktadır.

6- Özel Karaköy Rum Ana ve İlköğretim Okulu

7- Özel Arnavutköy Karma Rum İlköğretim Okulu

8- Özel Kadıköy Rum İlköğretim Okulu

9- Özel Büyükada Rum İlköğretim Okulu

Resmen Kapanmamış Ancak Faaliyette Olmayan Rum Okulları

l- Heybeliada Özel Rum Lisesi
1951'de bir kararnameyle Lise Bölümü Ruhban Okulu'ndan ayrıldı. 1971'de Ruhban Okulu YÖK Yasası’na uymak istemedikleri için kapandı ancak lise bölümü resmen kapanmadı fakat 1984'te faaliyetlerini durdurdu.

2- Özel Merkez Rum İlköğretim Okulu ve Lisesi

3- Fener Yoakimyon Rum Kız Lisesi

4- Özel Ayakostantin Rum Anaokulu ve İlköğretim Okulu

5- Özel Kurtuluş Rum İlköğretim Okulu

6- Özel Feriköy Rum İlköğretim Okulu

7- Özel Bakırköy Rum İlköğretim Okulu

8- Özel Yeşilköy Rum İlköğretim Okulu

9- Özel Yeniköy Rum İlköğretim Okulu

10- Özel Tarabya Rum İlköğretim Okulu 

Kapalı Rum Okulları
l- Beşiktaş Rum İlkokulu

2- Ortaköy Rum İlkokulu

3- Büyükdere Rum İlkokulu

4- Bebek Rum İlkokulu

5- Boyacıköv Rum İlkokulu

6- Sarıyer Rum İlkokulu

7- Aya Triada Rum İlkokulu

8- Aynalıçeşme Rum İlkokulu

9-Nane Rum İlkokulu

10- Evangelistria Rum İlkokulu

11- Kumkapı Rum İlkokulu

12- Samatya Rum İlkokulu

13- Edirnekapı Rum İlkokulu

14- Balat Rum İlköğretim Okulu

15- Cibali Rum İlkokulu

16- Lonca Rum İlkokulu

17- Ksiloporta Rum İlkokulu

18- Hasköy Rum İlkokulu

19- Hagios Potiras Antifonitis İlkokulu

20- Edirnekapı Rum İlkokulu

21- Salmatombruk Rum İlkokulu

22- Panavia Suda (Eğrikapı) Rum İlkokulu

23- Topkapı Rum İlkokulu

24- Fener-Muhlio Rum İlkokulu

25- Büyükada Rum Yetimler İlkokulu

26- Heybeliada Rum İlkokulu

27- Burgazada Rum İlkokulu

28- Kınalıada Rum İlkokulu

29- Üsküdar Rum İlkokulu

30- Kandilli Rum İlkokulu

31- Çengelköy Rum İlkokulu

32-Kuzguncuk Rum İlkokulu

33-Yeldeğirmeni Rum İlkokulu

34-Kalamış Rum İlkokulu

35-Beykoz Rum İlkokulu

36-Paşabahçe Rum İlkokulu

37-Altımermer Rum İlkokulu

38-Yenimahalle Rum İlkokulu

39-Tahtaminare Rum İlkokulu