varlık vergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
varlık vergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Eylül 2015 Cuma

6-7 EYLÜL OLAYLARI’NIN 60. YILI


Her ülkenin tarihinde bazı kötü yaşanmışlıklar vardır. Geçtiğimiz yüzyılda ve de hâlâ Dünya’nın birçok yerinde maalesef trajediler yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ancak bu trajedileri yaşayanlar ile yaşatanların bir kısmı günümüzün siyasi ve insani koşullarını göz önüne alarak barışmayı da başardılar. Bu konuda; Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya da Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombaları en büyük örneklerdir. Daha yakına geldiğimizde ise Yugoslavya’nın dağılmasının ardından yaşanan büyük acılar, Karabağ’daki katliam ve günümüzde ise Suriye’de hâlâ süregelen dram…

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de yaşanan “Varlık Vergisi” ile “6-7 Eylül Olayları” da bu bağlamda gerçek birer trajedidirler.

1942’deki  Varlık Vergisi TBMM’de kabul edilmiş, kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile uluslararası platformlardaki tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte kaldığı sürede yaşananlardan ötürü, ardında binlerce mağdur bırakmıştı. 1955’teki 6/7 Eylül olaylarının boyutu ise ancak devletin bazı katmanlarının organizasyonu ile oluşabilecek mahiyetteydi ve bu hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış, hatta bu olayların ardından küserek Türkiye’den göç eden bir dalga da yaratmıştır.

6/7 Eylül; Selanik’te “Atatürk’ün Evi Bombalandı” söylemi ile başlayan olaylardır ve polis ve askeri kuvvetler tarafından durdurulmuştur. “Yassıada Mahkemeleri” sürecinde de “6/7 Eylül Davası” olarak görülmüştür. Bu her iki olay da Türkiye’nin tarihten gelen ayıplarıdır ama göz ardı edilmemesi gereken; bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından kabul edilmiş ve mağdurlarına özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur.   Son yıllarda Varlık Vergisi ile 6/7 Eylül hadiselerinin yanı sıra birtakım çevrelerce kullanılmaya başlayan ve aleyhte algı yaratılan iki husus daha var!

Bunlardan biri 1923/24 Nüfus Mübadelesidir. Mübadele; Lozan Anlaşması’nın ardından Lozan’da taraf olan ülkelerin ve Türkiye ile Yunanistan’ın karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul ve birlikte uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve Birleşmiş Milletlerin oluşturduğu, “Mübadele-i Ahali Komisyonu”  tarafında organize edilerek uygulanmıştır. Bu kapsamda; Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile Türkiye’de yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu oldu. Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar bu mübadeleden muaf tutuldular. Yunanistan’ın diğer kesimlerinde yaşayan Türkler ile yukarıda belirttiğimiz kesimlerde yaşayan Rumlar karşılıklı mübadele edildiler.

Türkiye ve Yunanistan taraflarını temsilen ve BM tarafından görevlendirilen dörder kişi ile (1.Dünya Savaşı’na katılmamış ülkelerden) seçilen üç kişi mübadeleyi organize etmiş ve bu komisyonun adına “Karma Komisyon” denilmiştir. Karma Komisyon görevini 8 Ekim 1923’ten, 21 Haziran 1924’e kadar Atina’da daha sonra ise İstanbul’da sürdürmüş, mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmişti. Bugün ne yazık ki mübadeleyi de Türkiye’nin bir ayıbı olarak kullanan çevreler var! Oysaki mübadeleyi yukarıda kısaca açıkladığımız gibi uluslararası bir komisyon yapmıştı.

Son yıllarda, Türkiye’nin haksız yere suçlandığı hususlara bir de 1964 Sürgünü eklendi. Merkezi Yunanistan’da bulunan “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” adlı bir sivil toplum kuruluşu bir yandan 1964 öte yandan 6/7 Eylül üzerinden Türkiye’ye yüklenmektedirler. Hâlbuki Türkiye’de son yıllarda azınlıklara Cumhuriyet tarihinde görülmemiş edinimler sağlandı ve özellikle Vakıflar Genel Müdürlüğü hukuku çerçevesinde 1936 Beyannamesi olarak bilinen bir belgeden yola çıkarak azınlık taşınmazlarının önemli bir kısmı iade edildi. Rum Cemaati’ni ilgilendiren hususlar dâhilinde birçok kilise restore edildi, metruk kiliselerde ve Sümela’da ayinlere izinler verildi, Gökçeada ve Bozcaada’da kapalı okullar yeniden açıldı.

1923/24 Nüfus Mübadelesi ile Yunanistan’a göç edenler ve ikinci, üçüncü nesil akrabaları tarafından Yunanistan’da sayısı azımsanmayacak mertebede “Mübadil” dernekleri kuruldu. İnsani açıdan bakıldığından bu oluşumlar fevkalâde güzel sivil toplum çalışmaları olarak değerlendirilebilir. Ve nitekim bu mübadil dernekleri tarafından Türkiye’ye tertiplenen gezilerde yerel halk ve yöneticiler de ziyaretçileri son derece sevgi ve ilgi ile karşılamakta ve misafir etmektedir.

Mart 2011’de Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı sıfatıyla yaptığı Yunanistan gezisinin ardından “120 bin Rum geri dönmek istiyor” şeklinde bir sloganla siyasi hayatımıza, eski bir İstanbullu ve Atina Teknik Üniversitesi’nde görevli bir profesör olan “Nikolaos Uzunoğlu” başkanlığındaki “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” adlı bir oluşum girdi.

Aniden ortaya çıkan bu federasyon İstanbul ve Anadolu’da birçok etkinliğe imza attı ya da aracı oldu. Türkiye aleyhine yapılan bu çalışmalar, en fazla 1964 yılında Rumların Türkiye’den gönderilmeleri üzerinde yoğunlaştı. Nedir bu 1964’te Rumların sınır dışı edilmeleri olayı ya da onların deyimiyle “1964 Sürgünü” ve bu olayda Türkiye haksız mıydı? Zulüm mü yapmıştı?

Lozan’ın ve mübadelenin ardından Türkiye ile Yunanistan arasında, Atatürk ve Venizelos’un yarattığı ciddi bir dostluk süreci yaşanmış ve 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması” imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre her iki ülke vatandaşları karşılıklı olarak ikamet ve ticaret için diğer ülkeye gittiler. Bu daha çok Yunanistan’dan Türkiye’ye gitme şeklinde oldu ve 1923 Mübadelesi ile gidenlerin de bir kısmı yeniden geri geldiler.

1964 yılında Kıbrıs’ta kanlı olaylar yaşandı ve Yunanistan ile de adeta bir “Savaş Hali” yaşanmaktaydı. Aşağıda kısaca açıklayacağımız nedenlerden ötürü İnönü başkanlığındaki hükümet tek taraflı olarak ve anlaşma içeriğinde bulunan haklarına istinaden “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı fesih etti.

Bunun ardından Türkiye’de bulunan Yunan vatandaşlarının belli bir süreçte ülkeyi terk etmeleri istendi. Bu bir uluslararası konjonktürde her ülkenin sahip olduğu istenmeyen yabancı uyrukluları “Sınır Dışı” etme haliydi…
Bu süreç günümüzde, İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu ve içerideki sempatizanları tarafından sürdürülen Türkiye’ye karşı sürdürülen bir dezenformasyondur.

16 Mart 1964’te başlayan sınır dışı işlemi için “Zorunlu Göç” ya da “Sürgün” demek Türkiye’ye yapılan çok büyük bir haksızlıktır. 1964’de Türkiye kendi vatandaşları olan Rumları sınır dışı etmemiştir. Sadece Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etmiştir ki bunun gerekçelerini şunlardır:

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye’nin Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı etmesine neden olan en önemli husus; Aralık 1963 sonunda Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik katliamdır. 20 Aralık’ta, Kıbrıs’taki Türk köylerinde çok sayıda katliam yaşanmıştı. “24 Aralık Noel Gecesi” Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesi; eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat “Dînî Bütün Hıristiyanlar” tarafından hunharca katledildiler!


Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de ve Dünya’da büyük bir infial yarattı. Bu olayın ardından Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rumları tarafından 103 Türk köyü boşaltıldı ve toplamda 25 Bin kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu ülkeden “Sürgün” oldu.  Bu trajik olayın fotoğrafı ise yıllarca akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her olumsuzlukta medyada kullanıldı. (Örnek: 22 Aralık 1985 Milliyet)

Bu arada 1964 başında bir başka gelişme de olmuş ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren “Elliniki Enosis” adlı bir Yunan derneği ortaya çıkarıldı. (“Elliniki Enosis” “Helenik İlhak” demektir.)  “Enosis” yani Türkçesi “İlhak” Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasının simgesel söylemidir. Bu derneğin deşifre olmasıyla ortam daha da gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda; Türkiye’de böyle bir adla gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış ya da haraç toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti’ni harekete geçirdi. Derneğe yapılan baskında binlerce Rum bağış sahibinin listesi ortaya çıktı. Bunların büyük bir kısmının Türkiye’de 1930 Anlaşması’na istinaden ikamet eden ve TC vatandaşı olmayan Yunanlılar olması ise bir başka önemli noktadır.

13 Mart 1964’te gelindiğinde ortam daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk köylerine insani yardım gönderilmesini de engellemeye başladılar ve 10 Türk köyüne daha saldırdılar. Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye; “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü’nün bizzat verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan vatandaşlarına sınır Türkiye’yi terk etmeleri için işlemleri tebligatlar gönderildi. İlk anda Yunan vatandaşı Rumlara, Türkiye’yi terk etmeleri için birkaç aya varan bir süre verilmişti ama içeride ve yurtdışında öyle bir provokasyon yapılmaya başlandı ki süre çok kısa bir zamana indirildi.

Burada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor: Tabii ki 1964’te TC vatandaşı olduğu halde mecburen gidenler de oldu. 1930’dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk vatandaşları arasında evlilik yolu ile yoğun aile bağları oluşmuş durumdaydı ve bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Yunan vatandaşı akrabaları ile birlikte Türkiye’den ayrılanları da azımsamamak gerekiyor.

6/7 Eylül 1955 olaylarını yazımızın başında da bir trajedi olarak kabul ettik ve ardından Türkiye’nin de bunu kabul ettiğini gereken özrün ve tazminatlarının ödendiğini belirttik.

Bu sene 6/7 Eylül 1955 olaylarının 60.Yıldönümüdür ve bu bahane ile bu sene İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu ve birtakım sivil toplum kuruluşları evvelâ 1964 sınır dışı olayı üzerinde paneller, toplantılar, yayınlar v.s. yaptılar.

Şu anda ise 6/7 Eylül 1955 olaylarının 60.Yıldönümü adı altında Yunanistan’da ve İstanbul’da Türkiye aleyhine etkinlikler düzenlemektedirler.
Atina Belediyesi Kültür Merkezi’nde 2 Eylül’de başlayarak 7 Eylül’e kadar sürecek bir organizasyon tertiplenmiştir. “Atina Kültür Gençlik ve Spor Organizasyonu”, “İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu” ve “Bakırköy Rum Kültür Derneği” tarafından düzenlenen etkinlikte çeşitli aleyhte sunumlar arasında 6/7 Eylül 1955 Olaylarını konu alan yapımcı “Yorgos Mutevellis” tarafından hazırlanan 26 dakikalık “Korkunç Gece” olarak tanımlayan bir filmin gösterimi de bulunmaktadır.

Bir yandan Atina’da bu etkinlik yapılacakken, öte yandan yine İstanbul’lu Rumların Evrensel Federasyonu” ile bu kez “DurDe Platformu”nun ortak organizasyonu şeklinde 6-7 Eylül olaylarının 60’ıncı yılını anma etkinliği 5 Eylül’de İstanbul’da da düzenlenmiş olup aynı filmi burada da gösterim yapacaklardır. DurDe Platformu bu etkinliği; “Türkiye Cumhuriyeti devletinin örgütlü bir şekilde düzenlediği bu pogromun mağdurlarını anmak ve adalet arayışımıza destek vermek üzere tüm dostlarımızı etkinliklerimize davet ediyoruz. Şeklinde lanse etmektedir.
Bu tür eylemlerin daimi aktörü olan İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Nikolaos Uzunoğlu ise hem Atina’da hem de İstanbul’da yapılacak olan organizasyonda konuşmacı olarak bulunacak, “Korkunç Gece” adlı filmin gösterimi 5 Eylül 2015, Cumartesi Cezayir Restaurant’ta yapılacak, aynı gün Saat 16.30’da Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması da vardır.
6/7 Eylül olayları ile ilgili düşüncelerimizi yazımızın başında aktardır ve “Keşke Olmasaydı” diyoruz. 1964 için ise kanaatimizi de elden geldiğinde vurguladık! Son olarak; 1964 Sürgünleri için; “Bunlar sürgün değildirler. Günün savaş şartları çerçevesinde, kendi vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.

Ayrıca bugün karşılıklı olarak birbirlerine “Dost” tanımlaması yapan iki ülkenin doğru ve yanlış olan yönleriyle geçmişte yaşananları bu kadar deşmemek gerekir. Türkiye “Kurtuluş Savaşı” başta olmak üzere, Batı Trakya’da hâlâ süregelen Yunanlılar tarafından gerçekleştirilen birçok geçmişi deşmemektedir. Bu noktada İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu’nun faaliyetlerini içeride destekleyenlerin de dikkatli olmaları gerektiği kanısındayız.

Çünkü bu anma v.s. adı altında Türkiye aleyhine yapılan konuşmalar, etkinlikler kamuoyunda “Yunan Karşıtı” bir olgu/algı yaratmaktadır ve bu da Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluğa zarar vermektedir.


Bojidar Çipof
4 Eylül 2015

14 Mart 2014 Cuma

1964’TE TÜRKİYE’DEKİ YUNANLILARIN SINIR DIŞI EDİLMELERİ



Geçtiğimiz günlerde Babil Derneği (Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği) tarafından, Tophane Lüleci Hendek Caddesi’ndeki eski Tütün Deposunda “20 Dolar 20 Kilo”  adlı 30 Mart’a kadar devam edecek olan bir sergi açıldı. 1964’te Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmelerinin 50. Yılı vesilesi ile düzenlenen 20 Dolar 20 Kilo Sergisi ile birlikte birçok medya organında “Bilinmeyen sürgün” ya da “1964 sürgününün gizli yönleri” şeklinde başlıklar çıktı.

15 Mart Cumartesi saat 16'dabahsi geçen sergi mahallinde; “İstanbul'un Son Sürgünleri” başlıklı, Rıdvan Akar, Cengiz Aktar, Ceren Sözeri, İlay Örs, Samim Akgönül, sürgün mağduru olarak lanse edilen; Dionysinos Angelopoulos ve Eirini Fragkou ile İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu’nu temsilen Mihail Mavropoulos’un konuşmacı olarak katılacağı bir panel de düzenlenecektir.

Babil Derneği yetkililerine göre; “Yakın tarih bildiğiniz gibi değil, size anlatıldığı gibi değil.”dir… Babil Derneği; 1964’te Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşlarının toplu olarak sınır dışı edilmesini bir “Tehcir” olarak kabul etmektedir ve önümüzdeki Ekim ayında Bilgi Üniversitesi’nde bu konuda ayrıca uluslararası bir konferans da tertipleyeceklerdir.

Geçtiğimiz yüzyılda Dünya’nın birçok yerinde maalesef trajediler yaşanmış ama bu trajedileri yaşayanlar ile yaşatanlar bir noktada barışmaya çalıştılar. Bu konuda; Nazilerin Yahudilere yaptıkları ya da Amerika’nın Japonya’ya attığı atom bombalarını ve daha birçok örnekleme yapmak mümkün…

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de yaşanan “Varlık Vergisi” ile “6-7 Eylül Olayları” da bu bağlamda gerçek birer trajedidirler ve bunu birçok yazımızda vurguladık.

1942’deki  “Varlık Vergisi” TBMM’de kabul edilmiş, kanunla salınmış bir vergidir ve iç kamuoyu ile uluslararası platformlardaki tepkilerin neticesinde kaldırılmış, ancak yürürlükte kaldığı sürede yaşananlardan ötürü ardında binlerce mağdur bırakmıştır.

1955’teki “6/7 Eylül” olaylarının boyutu ise ancak devletin bazı katmanlarının organizasyonu ile oluşabilecek mahiyettedir ve bu hadise de ardında binlerce mağdur bırakmış, hatta bu olayların ardından küserek Türkiye’den göç eden bir dalga da yaratmıştır.

Bu her iki olay da Türkiye’nin ayıbıdır ve tabi ki bunların yaşanmaması gerekirdi. Göz ardı edilmemesi gereken ise bu her iki trajedinin de Türkiye tarafından kabul edilmiş ve mağdurlarına özür ile tazminatların ödenmiş olduğudur.

Son yıllarda Varlık Vergisi ile 6/7 Eylül hadiselerinin yanı sıra başka iki husus kullanılarak Türkiye hakkında gerçek bilgilere haiz olmayan iddialar ortaya atılmaya başlandı. Bunlardan biri 1923/24 Mübadelesi ve diğeri de 1964 sürgünleridir.


1923/24 MÜBADELE-İ AHALİ

Nüfus Mübadelesi; Lozan Anlaşması’nın ardından Lozan’da taraf olan ülkelerin ve Türkiye ile Yunanistan’ın da karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde kabul ve birlikte uyguladıkları bir nüfus değiş tokuşudur ve BM’nin oluşturduğu, “Mübadele-i Ahali Komisyonu”  tarafında organize edilerek uygulanmıştır.

Mübadele kapsamında; Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı Yunanistan vatandaşları ile Türkiye’de yaşayan Rum asıllı Türk vatandaşlarının değiş tokuşu sağlandı. Batı Trakya’da yaşayan Türkler ile İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yaşayan Rumlar bu mübadeleden muaf tutuldular. Bu göç vesilesiyle mağdur olanların sayısı çok fazladır ama oluşan mağduriyetlerde tek başına Türkiye suçlanamaz ve bu bağlamda Mübadeleyi Türkiye’nin yarattığı bir trajedi olarak kabul ve lanse etmek ise tam anlamıyla bir haksızlıktır. Çünkü ahali değiş tokuşunu gerçekleştirmek üzere kurulan uluslararası komisyonda; Türkiye ve Yunanistan taraflarını temsilen dörder kişi ile BM tarafından, (1.Dünya Savaşı’na katılmamış ülkelerden) seçilen üç kişi görevlendirilmiş ve adına kısaca “Karma Komisyon” denilmiştir.

Karma Komisyon görevini 8 Ekim 1923’ten, 21 Haziran 1924’e kadar Atina’da daha sonra ise İstanbul’da sürdürmüş, mübadelenin tamamlanması üzerine de BM tarafından feshedilmiştir.


1964 SÜRGÜNLERİ

Yazımızın ana konusu, 1964’te alınan bir kararla Rumların, Türkiye’den gönderilmeleridir.  Nasıl ki Lozan’dan sonra ahali değiş tokuşu, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde gerçekleştirilmiş ise 1964’te de aynı şekilde ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde, Türkiye’de yaşayan Yunanistan vatandaşları, 1930 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nın iptal edilmesi üzerine sınır dışı edildiler.

Tabi ki 1964’te de çok sayıda mağduriyet oluştu ama bu olayı tam bir perspektif ile irdelemeden, sadece 16 Mart 1964’te başlayan sınır dışı işlemini ele alarak Türkiye’yi suçlamak ve bunun adına “zorunlu göç” ya da “sürgün” demek haksızlıktır. 1964 ile ilgili hakikati aşağıdaki şu iki cümle ile özetlemek mümkündür:

Türkiye 1964’te kendi vatandaşları olan Rumları sınır dışı etmedi!

Türkiye 1964’te Yunanistan vatandaşlarını sınır dışı etti!

Sürgün tanımlaması; bir ülkenin kendi vatandaşı olanları hudut dışı etmişse kullanılabilir. Her ülkenin toprakları üzerinde yaşayan kendi vatandaşı olmayan kişiler için ikamet izni vermemek, yenilememek ve gerektiğinde sınır dışı etme hakkı uluslararası kurallar gereği vardır.

Burada şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekiyor: Tabii ki 1964’te TC vatandaşı olduğu halde mecburen gidenler de oldu. 1930’dan itibaren Yunanistan vatandaşları ile Rum asıllı Türk vatandaşları arasında evlilik yolu ile yoğun aile bağları oluşmuş durumdaydı ve bu tür ailelerin bireylerinden olup zaruri olarak Türkiye’den ayrılanlar da azımsanamaz.

Yazımızın devamında anlaşılacağı gibi; Türkiye ile Yunanistan arasında, Kıbrıs dolayısı ile bir “Savaş Hâli” mevcuttu. Bu bağlamda hükümetin esas amacının, etnik olarak sadece Yunanlı olanların sınır dışı edilmelerini amaçladığı görülmektedir.

(Yazarın Notu: 1993 ile 2007 yılları arasında Bulgar Ortodoks Kiliseleri Vakfı’nda yönetim kurulu üyeliğimiz oldu. Bu süreçte vakıf belgeleri arasından anladığımız üzere sınır dışı işleminin sadece etnik olarak Yunanlı olanlara yönelik olduğu anlaşılmaktadır.)  

İstanbul’daki Bulgar Cemaati’nin mensuplarının büyük bölümü geçtiğimiz asırda Yunanistan’daki Ege Makedonya’sından gelerek İstanbul’a yerleşmiş kişilerdir. Bunların bir kısmı Türkiye’ye Yunan pasaportu ile gelmişler ve süreç içinde TC olmak için talepte bulunmamışlardır.

1964’te Türkiye’deki Yunan vatandaşlarının ikamet tezkereleri uzatılmayarak sınır dışı edildiklerinde bu kişiler, Bulgar Kilisesi’nden etnik açıdan Yunanlı olmadıklarını gösterir belgeler alarak ve bunları ilgili makamlara sunmak suretiyle sınır dışı edilmemişlerdir. Hatta Türkiye Cumhuriyeti daha sonra özel bir kararname çıkartarak, Yunanistan vatandaşı olan Bulgar Cemaati mensuplarına kısa sürede Türk vatandaşlığı vermiştir.

1964’te Yunanistan ile Türkiye; Kıbrıs’tan ötürü savaşın eşiğindeydiler. Böyle bir ortamda Türkiye’nin Yunanistan vatandaşlarının ikamet tezkerelerini iptal ederek sınır dışı etmesine neden olan başka hususlar da var! Bunların en büyüğü Aralık 1963 sonunda Kıbrıs’ta,  Rumlar tarafından tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen trajik katliamdır.

20 Aralık’ta, Kıbrıs’taki Türk köylerinde çok sayıda katliam yaşandı. “24 Aralık Noel Gecesi” Binbaşı Nihat İlhan’ın savunmasız ailesi; eşi Mürüvvet, küçücük evlatları Kutsi, Hakan ve Murat “Dînî Bütün Hıristiyanlar” tarafından hunharca katledildiler!

Bir banyo küvetine sokularak katledilen bu insanların fotoğrafı Türkiye’de ve Dünya’da büyük infial yarattı. Bu olaydan sonra Kıbrıs’ta 103 köy boşaltıldı toplamda 25 Bin kişi gerçek anlamda kendi vatandaşı olduğu ülkeden “sürgün” oldu.  Bu trajik olayın fotoğrafı ise yıllarca akıllardan çıkmadı ve Kıbrıs ile ilgili her olumsuzlukta medyada kullanıldı. (Örnek: 22 Aralık 1985 Milliyet)

Bu arada 1964 başında bir başka gelişme de olmuş ve Beyoğlu’nda gizli faaliyet gösteren bir Yunan derneği ortaya çıkarılmıştı. Derneğin adı; “Elliniki Enosis” yani “Helenik İlhak”tı.  “Enosis” yani “İlhak” Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılmasının simgesel söylemidir.

Kıbrıs Başpiskoposu olmadan önce İngiltere’nin Başpiskoposu olan ve Kıbrıs’a gittiğinden sonra katliamları tetikleyerek tarihe “Kanlı Papaz” olarak geçen “Makarios” da bu yöntemi daha önce kullanmış, İngiltere’de yaşayan Yunanlılardan zorla bağış adıyla haraç topladığı için ülkeden kovulmuştu.

Aynı yöntemin İstanbul’da da gerçekleştirildiği bu derneğin deşifre olmasıyla ortaya çıkınca ortam daha da gerildi. Savaşın eşiğine gelinmiş bir ortamda; Türkiye’de böyle bir adla gizli faaliyet gösteren ve kayıt dışı makbuzlarla Rum Cemaati’nden bağış ya da haraç toplayan bir derneğin varlığı İsmet İnönü Hükümeti’ni harekete geçirdi. Derneğe yapılan baskında binlerce bağış sahibinin adı ortaya çıktı ki bunların büyük bir kısmı Türkiye’de 1930 Anlaşması’na istinaden ikamet eden ve TC vatandaşı olmayan Yunanlılardı.

13 Mart 1964’te ise ortam daha da gerildi! Kıbrıslı Rumlar muhasara altında tuttukları Türk köylerine insani yardım gönderilmesini engellemeye başladılar ve 10 Türk köyüne daha saldırdılar.

Bu olay artık bardağı taşıran son damla oldu ve Türkiye; “İkamet Ticaret ve Seyrisefanin Anlaşması”nı, 1930 yılında Türkiye adına imzalayan İsmet İnönü’nün bizzat verdiği bir önerge ile feshetti. Böylece Yunanistan vatandaşı olanların sınır dışı edilme işlemleri başladı.

1964 Sürgünleri; sürgün değildirler. Günün savaş şartları çerçevesinde, kendi vatandaşı oldukları ülkeye sınır dışı edilen Yunanistan vatandaşlarıdır.