ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ermeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2019 Pazartesi

HOCALI KATLİAMI


Rus askerlerinin desteğiyle Hocalı'ya (Xocalı) ulaşan gözü dönmüş Ermeni askerler "katliam"a başlamışlardı. 25 ve 26 Şubat 1992'de öldürülen bebekler, yaşlılar ve ırzına geçilen genç kızların, kadınların canhıraş feryatları Xocalı sokaklarında yankılandı. Çıkarlarının olduğu coğrafyalar için tüm olanaklarını seferber edenlerin sesi bu kez çıkmadı ve sadece seyrettiler! Hayali nükleer, kimyasal silahlar bahanesiyle ve yerel halka “huzur” vaadiyle çok büyük ordularını seferber eden büyük devletler sessizce beklediler.

Süreç; çok ustaca hazırlandı. Gorbaçov döneminde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin 25 Temmuz 1990’da yayınladığı bir kanuna dayanarak Dağlık Karabağ’da da av tüfekleri dâhil olmak üzere tüm ateşli silahlar toplandı. Karabağ’da bu toplama işini bizzat Rus askerleri yönetti.

Ağustos ayından itibaren direk olarak Azerileri hedef alan Ermeni saldırıları başladı. Aslında plan göstere göstere uygulanmaya başlamıştı. Toplu taşıma araçları taranmaya, evler yakılmaya, velhasıl terör başlanmıştı. Kısa bir süreçte; 186 bin Azeri Azerbaycan’a gitmeye zorlandı. Bu tam anlamıyla bir “Etnik Temizlik Operasyonu” olarak tanımlanabilir. Amaç; topyekûn olarak o coğrafi alanda bir tek Azeri’nin kalmaması, Karabağ topraklarının tamamen Ermeni ve Ruslarca iskân edilmesi şeklindeydi.

1991’de ilk Azeri köyü Ermenilerce işgal edildi ve öldürülme korkusuyla evlerini terk ederek Azerbaycan’a göç etmeye başladılar. “Hocalı Katliamı” esnasında 10 bin kişinin yaşadığı Hocalı’da 3 bin Azeri kalmış, keskin nişancı dehşeti içinde olan halk yolda yürümekten korkar olmuştu. Psikolojik savaş da bu bağlamda çok başarılı idi… Rus Gizli Servisi’nin bilgisi dışında bir davranışta bulunmaları mümkün olmayan Ermeni birlikleri; Rus askerleri ile birlikte 25 Şubat’ta Hocalı’ya ulaştı ve saldırı başladı.

Ruslar; Ermenilerle birlikte bu katliamda yer almadıklarını sürekli tekrardılarsa da buna kimse inanmadı. Nitekim Rus 366. Alay’ının bu katliamda Ermeni safında yer aldığı, bu alaydan kaçan 3 askerin ifadeleri ile Dünya kamuoyu nezdinde kanıtlandı.

Birleşmiş Milletler bu katliama duyarsız kaldı. Türkiye; 1922 Kars Anlaşması çerçevesinde müdahale etme hakkı bulunduğunu ortaya koyduktan bir müddet sonra BM Türkiye’ye tepki verdi. Bu tepkide; 60 binden fazla insanın yaşamakta olduğu Kelbecer’e yapılan saldırının daha fazla etkin olduğunu ifade edebiliriz. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822 sayılı kararı ile Ermeni askerlerinin işgal altındaki Karabağ topraklardan çekilmesi istendi ise de bu karar; işgalin kalkması yönünde bir sonuç vermemiştir.

Resmi kayıtlara göre; 613 olarak anılan öldürülen sayısının 1300’den fazla olduğu ifade edilmektedir. Burada yaşayan az sayıdaki Ahıska Türkü’nün de katliamdan etkilendiğini, evlerinin yakıldığını ve öldürülenler olduğu gerçeği de bir başka trajedidir.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ayaz Mütellibov’un bu olayda çok büyük bir yanlışı oldu. Zira Mütellibov, dört gün boyunca bu olayları kamuoyundan gizledi. Olay duyulduğunda ise Azerbaycan’da şok etkisi yarattı. Bu olayın neden halktan gizlenme gereği duyulduğu ise hâlâ esrarını koruyan bir sorudur. Zorlukla 12 kilometre ötedeki Ağdam Kenti’ne gelmeyi başaranların büyük kısmı soğuktan kangren olan bacaklarını kaybetmişlerdir. Hocalı Ağdam arasındaki orman yoluna; aralarında göğüsleri kesilmiş kadınların, bebeklerin, yaşlıların, kafa derileri yüzülmüş cesetlerin dizildiği; katliamı yaşayan görgü tanıklarınca aktarılmıştır.

Katliamı; “Monte Melkolyan” (Մոնթէ Մելքոնեան) adlı bir Ermeni komutan yönetti. Melkonyan; birçok diplomatımızın öldürülmesinde rol almış, “Orli Baskını” ile de ilgisi olan eski bir “ASALA” lideridir. Bugün Ermeni Devlet Başkanı olan “Serj Sarkisyan” o tarihte Ermeni kuvvetlerinin komutanıydı ve Monte Melkonyan’ın kardeşi ünlü Ermeni yazar “Markar Melkonyan” da Sarkisyan’ın yanında yer almaktaydı.

Mackar Melkonyan; Amerika’da çıkardığı “Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother's Road) adlı kitapta kardeşinin yaptığı katliamı şöyle yazmıştır:

Bir gece önce 23.00 saatlerinde, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı'nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğuya doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar Azeriler Dağlık Karabağ’ın yüksekliklerine ulaşmış ve alta olan Azeri kenti Ağdam’a doğru inmeye başlamışlar...

...Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi...

...Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek "Disiplin yok" diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu: bu gün Sumgayıt Olayları’nın dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.

SSBC’nin (Azerbaycan) Sumgayıt Şehri’nde, Ermenistan’da öldürülen ve zorla göçe zorlanan 250 bin Azerinin intikamını almak için 27 Şubat 1988’de ortaya çıkan olaylar Ermenilerce “Sungayıt Pogromu” olarak adlandırılmıştır. Pogrom; etnik bir gruba etnik, dinsel ya da siyasi nedenlerle yapılan şiddet olaylarını tanımlar. Bu olayların bizzat Ermeniler tarafından organize edildiğini savunan tarihçiler de vardır. (Örneğin: Azeri Tarihçi Ziya Bunyatov) Bu olaylarda, SSCB Genel Savcılığı (Генеральный прокурор СССР) tarafından açıklanan resmî rakamlar; 26 Ermeni ve 6 Azeri olmak üzere toplamda 32 kişinin öldüğü şeklindedir.

Görülüyor ki Ermeniler; 25 Ermeni’nin öcünü binlerle telaffuz edilen bir karşılıkla ve ağızlarında kanlar saçılan kitaplarda tasvir edilecek bir şekilde almışlar ve bunun mimarı olan katil Monte Melkonyan’ı kahraman ilân etmişlerdir. Ermenistan’ın çeşitli yerlerinde Melkonyan’ın çok sayıda heykeli bulunmakta ve adına kurulmuş olan bir vakıf da (Monte Melkonian Fund) bulunmaktadır.

Hocalı’daki sorun halen süregelmektedir. Dünya’nın farklı coğrafi bölgelerinde ortaya çıkan farklı olaylarda BM’nin ve Dünya’daki büyük devletlerin tepkileri maddi bir menfaatle doğru orantılıdır ve ne yazık ki göründüğü şekliyle önemli olan kaybedilen insan hayatı değil maddi unsurlardır.

Ne kadar kötü bir gündü ve ne kadar da kötü bir geceydi 25 Şubat 1992...

O gece Hocalı’da ebediyete intikal edenlerin ruhu hâlâ huzur bulamadı...

İşgal ve baskı Karabağ’da halen süregelmekte... 

20 Ocak 2018 Cumartesi

AZERBAYCAN’DA 1990 “KARA OCAK” (QUARA YANVAR) KATLİAMI



20 Ocak olayları, Azerbaycan'da bağımsızlık harekâtının önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir. 20 Ocak 1990'da, Sovyetler Birliği askerleri tarafından Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de 137 Azeri katledildi. Dönemin Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov'un emriyle Sovyet tankları, 19 Ocak'ı 20 Ocak'a bağlayan gecede, Bakü sokaklarında bağımsızlık yürüyüşü yapan kalabalığın üzerine acımasızca ateş açmıştı. Ateş sonucu aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 137 kişi hayatını kaybetti, 700 den fazla kişi de yaralandı. Yüzlerce kişi ise tutuklandı ve ülkede olağanüstü hal ilan edildi. Azeri Halkı’nın tepkisinin artması üzerine Sovyet ordusu, Bakü'yü terk etti.

Y.N. Azerbaycan’ı birkaç kez ziyaret ettim ve halkına da son derece saygı duyarım. Makalemde “Azeri Türkleri” değil de “Azeri” tanımlaması yaptım. Çünkü  “Azeri Halkı” ya da “Azeri Milleti” içindeki tüm etnik unsurlar ile birlikte yapılan bir tanımlamadır. Azerbaycan’da; Azeri Türklerinin çoğu Şiilik Mezhebi’ne bağlıdırlar ama aralarında Sünni, Zerdüst, Hıristiyan, İranlı ve Bahai olanlar da vardır.

20 Ocak Katliamı, Ruslarca yapılmıştır ve SSCB kayıtlarına göre sadece 32 kişidir ve 32 kişinin 26’sı Azeri Türküdür. Azerbaycan kayıtlarına göre ise bu doğru değildir,  137 kişidir ancak 137 kişinin hepsi Azeri Türkü değildir. Bu bağlamda; yazının çok yerinde kullanılan “Azeri Halkı” ya da “Azeri” kelimeleri ile vurgulamak isteriz ki makalemizde; Azerbaycan Ulusu’nun tümü tanımlanmaktadır.

Bu katliama “Kara Ocak” (Quara Yanvar) denmektedir ve asıl neden ise Ermenilerle alakalıdır. Ermenilerin artan toprak talepleri karşısında büyük bir Azeri kitlesi tepki göstermiş ve “Ermeniler Dışarı” sloganları atarak yürüyüşler tertiplemişlerdi. Buna misilleme olarak Ermenistan’da yaşayan çok sayıda Azeri kovulmuştu. Süreç; çok ustaca hazırlandı. Gorbaçov döneminde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin 25 Temmuz 1990’da yayınladığı bir kanuna dayanarak Dağlık Karabağ’da da av tüfekleri dâhil olmak üzere tüm ateşli silahlar toplandı. Karabağ’da bu toplama işini bizzat Rus askerleri yönetti.  Ağustos ayından itibaren direk olarak Azerileri hedef alan Ermeni saldırıları başladı. Aslında plan göstere göstere uygulanmaya başlamıştı. Toplu taşıma araçları taranmaya, evler yakılmaya velhasıl terör yapılmaya başlanmıştı. Kısa bir süreçte; 186 bin Azeri Azerbaycan’a gitmeye zorlandı. Bu tam anlamıyla bir “Etnik Temizlik Operasyonu” olarak tanımlanabilir. Amaç; topyekün olarak o coğrafi alanda bir tek Azeri’nin kalmaması, Karabağ topraklarının tamamen Ermeni ve Ruslarca iskân edilmesi şeklindeydi.
1991’de ilk Azeri köyü Ermenilerce işgal edildi ve öldürülme korkusuyla evlerini terk edenlerin Azerbaycan’a göçü başladı. “Hocalı Katliamı” esnasında 10 bin kişinin yaşadığı Hocalı’da sadece 3 bin Azeri kalmış, keskin nişancı dehşeti içinde olan halk yolda yürümekten dahi korkar olmuştu. Resmi kayıtlara göre; 613 olarak anılan hayatını kaybedenlerin sayısının gerçek olmadığı ve bu rakamın 1300’den fazla olduğu ifade edilmektedir. Burada yaşayan az sayıdaki Ahıska Türkü’nün de katliamdan etkilendiğini, evlerinin yakıldığını ve öldürülenler olduğu gerçeği de bulunmaktadır.
Zorlukla 12 kilometre ötedeki Ağdam Kenti’ne gelmeyi başaranların büyük kısmı soğuktan kangren olan bacaklarını kaybetti. Hocalı, Ağdam arasındaki orman yoluna; aralarında göğüsleri kesilmiş kadınların, bebeklerin, yaşlıların, kafa derileri yüzülmüş cesetlerin dizildiği, katliamı yaşayan görgü tanıklarınca aktarılmıştır.
Katliamı; “Monte Melkolyan” adlı bir Ermeni komutan yönetti. Melkonyan; birçok diplomatımızın öldürülmesinde rol almış, “Orli Baskını” ile de ilgisi olan eski bir “ASALA” lideridir. Bugün Ermeni Cumhurbaşkanı olan “Serj Sarkisyan” ise o tarihte Ermeni kuvvetleri komutanıydı ve Monte Melkonyan’ın kardeşi olan ünlü Ermeni yazar “Markar Melkonyan” da Sarkisyan’ın yanında yer almaktaydı.
Mackar Melkonyan; Amerika’da çıkardığı “Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother's Road) adlı kitapta kardeşinin yaptığı katliamı şöyle yazmıştır:
Bir gece önce 23.00 saatlerinde, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı'nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğuya doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar Azeriler Dağlık Karabağ’ın yüksekliklerine ulaşmış ve alta olan Azeri kenti Ağdam’a doğru inmeye başlamışlar...

...Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi...
...Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek "Disiplin yok" diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu: bu gün Sumgayıt Olayları’nın dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.
SSBC’nin (Azerbaycan) Sumgayıt Şehri’nde, Ermenistan’da öldürülen ve zorla göçe zorlanan 250 bin Azerinin intikamını almak için 27 Şubat 1988’de ortaya çıkan olaylar Ermenilerce “Sumgayıt Pogromu” olarak adlandırılmıştır. Pogrom; etnik bir gruba etnik, dinsel ya da siyasi nedenlerle yapılan şiddet olaylarını tanımlar. Bu olayların bizzat Ermeniler tarafından organize edildiğini savunan tarihçiler de vardır. (Örneğin: Azeri Tarihçi Ziya Bunyatov) Bu olaylarda, SSCB Genel Savcılığı (Генеральный прокурор СССР) tarafından açıklanan resmî rakamlar; 26 Ermeni ve 6 Azeri olmak üzere toplamda 32 kişinin öldüğü şeklindedir

Sumgayıt Olayları”nın tetiklediği, 13 Ocak’ta başlayan olayları durdurmak bahanesi ile 20 Ocak’ta yapılan katliam; “Ermeni/Rus” işbirliğinin bir eseridir.
Şu an içinde bulunduğumuz 20 Ocak günü vesilesi ile bir anımsatma yapmak ve hem 20 Ocak 1990’da, hem de Şubat 1992’de Hocalı’da ölenlere rahmet dileriz…

23 Aralık 2011 Cuma

PATRİKHANELERDEN TÜRKİYE’YE “YENİ ANAYASA” BASKISI

Fransa’daki kritik Ermeni oylaması, TBMM’deki bütçe çalışmaları ve içinde bulunduğumuz coğrafyadaki siyasi gelişmelerle gündem çok dolu… Ama bu arada sessiz sedasız ilerleyenler var. Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde sık sık dikkat edilmesini vurguladığımız; Rum Patrikhanesi’ne “Ekümenik” sıfat verilmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için kulis çalışmaları tam gaz süregelmekte…
 
Bu yazımızda, son gelişmeleri irdeleyerek dikkatleri bu tehlikeli gidişe çekmek istiyoruz. Zira Heybeliada Ruhban Okulu’nun Patrikhane tarafından istendiği şekilde açılması ile yurdumuzdaki eğitim sistemi tepetaklak olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yinelemekte fayda var ki bu okulu Türkiye kapatmadı. 1971 yılında YÖK Yasası çıktığında, YÖK’e bağlı olarak eğitimi sürdürmek istemedikleri için eğitimi kendileri askıya aldı. Evet, eğitim kendilerince askıya alında ama okul resmen kapatılmadı. Bu gün mevcut eğitim sistemindeki yasa ve yönetmelikler çerçevesinde açılmasında da bir engel yok…

Okula üniversite seçme ya da yerleştirme sınavına girmeden öğrenci almak istiyorlar. Zaten öğrencileri de yok! Öğrenciler ithal olacak, öğretmenler ithal olacak. Müfredata devletin müdahil olmamasını istiyorlar. Eğitim esnasında dini cüppeleri kullanmayı istiyorlar. Peki, mademki burada okuyacak Rum Cemaati mensubu öğrencileri yok, neden burada bir okulun faaliyette olması isteniyor? Yabancı öğrencilerin eğitim alabileceği Dünya genelinde çok sayıda din okulu zaten var… 

Burada istenen “Megali İdea” doktrini çerçevesinde ve kendilerine ait olan “Bir gün İstanbul Konstantinopolis olacak” ütopyasına doğru hareket etmektir. Bu okulun açılmasından sonra da ”Ortodoks Halifeliği” ile eş anlamlı sayılan “Ekümenik” sıfatının Türkiye tarafından tanınması talepleri de gelecek ki bu yolda da çok önemli ölçüde ABD desteği bulunuyor. Patrikhane tarafından Amerika’da kuruluşu pek de yeni olmayan son birkaç yılda da özellikle ön plana çıkmaktan artık beis görmeyen paramasonik  “Archon” teşkilâtı da bu yolda önemli çabalar içindedir. ABD ise bu teşkilâtı çoktandır devlet eliyle desteklemektedir.

Böyle bir tablo ile karşı karşıya bulunduğumuz esnada yürümekte olan “Yeni Anayasa” çalışmalarına da fevkalade dikkat edilmesi ve lehlerinde bir açık yaratılmamasına da dikkat edilmesi gerekmektedir.

Başlangıçta birkaç cümle ile değindiğimiz yoğun gündem arasında boş durulmuyor! Azınlık vakıflarının eski mallarının iadesi için çıkarılan kanun hükmünde kararname çok önemli bazı haklar sağlamıştır fakat her zaman olduğu gibi, ne kadar verilirse verilsin “biraz daha” elde etme çabaları ya da iştahı son bulmamıştır. Birçok azınlık vakfına, bu son kararname ile birkaç sene evvel tahayyül edemeyecekleri kadar edinimler sağlanmıştır ama daha ve daha iştahı da ortadadır.

Bu bağlamda, Rum ve Ermeni patrikhaneleri, Musevi Hahambaşılığı ve Süryani Cemaati; Rum Patrikhanesi’nin başı çektiği bir oluşum içinde Yeni Anayasa’dan nemalanmak için kolları sıvamışlardır.

15 Aralık’ta Ermeni Patrikhanesi’nde ve 20 Aralıkta Rum Patrikhanesi’nde iki kapalı toplantı yapıldı. Toplantılara bu saydığımız dini kurumların yetkilileri dışında kendi çok sayıda hukukçuları da katıldı.

Amaç; Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde kendi lehlerinde maddeler yaratılmasını sağlamaktır. Bu konuda zaten Ankara’da yoğun bir kulis faaliyeti süregelmektedir. Anayasa Komisyonu’ndaki siyasi sıfatlı üyelerden çok komisyonda görevli Anayasa hukukçularıyla temaslar ve yönlendirmeler yapılmaktadır. Sürdürülmekte olan Yeni Anayasa çalışmalarında açık kapılar yaratılmaması da şarttır. Bir ayrıntı: Zoğrafyon Rum Okulu’nun, Gökçeada’da bir şube açmasına yönelik derinden gelen bir çalışma da sürdürülüyor. Gökçeada’da okuyacak genç mi var? Tabi Yunanistan’dan ithal öğrenci getirmek arzuları da olabilir. Geçen sene onlarca papaza Türk vatandaşlığı verildi hâlâ gözleri doymadı. O kadar taze vatandaşa rağmen yine ikamet tezkeresi ile ya da turistik vize ile gelen ve “kaçak” olarak papaz olarak çalışan Yunan asıllı var… Tabi bunları hepsi gerçekten papaz ise!

Edinimlerine münferit olarak bakıldığında hoşgörü çerçevesi içinde hadiseye sempati duyulabiliyor. Ama bu her adım bir bütünün parçalarıdır. Ve tüme varıldığında altımızdan çekilecek bazı kayıplar olması kaçınılmazdır.

Yukarıda bahsettiğimiz organizasyonları şu anda Vakıflar Meclisi’nde “Azınlık Vakıfları Temsilcisi” olarak görev yapan, Rum Cemaati mensubu ve geçen sene Rum Patriği Bartholomeos tarafından Archon yapılan “Laki Vingas” sürdürmektedir. Ermeni Cemaati’nin 70 bin kişi civarında olduğu bilinirken 2 bin kişi kadar kalmış Rum Cemaati’nin bu Azınlık Vakıfları Temsilcisi’ni içinden çıkartmış olması da büyük bir başarıdır.

Bir önceki seçimde birçok tartışma ortaya atılmış, Ermeni vakıfları temsilcilerinin bir kısmının Laki Vingas’a oy verdiği seçimden sonra anlaşılmıştı. Ermeni vakıflarının adayı olan “Simon Çekem”in bu konuda beyanatları da olmuş ve bu durumu “Bizim için üzücü bir durum. Çünkü meclise aday sokabilecekken kendi kendimizi sabote etmiş olduk” şeklinde tanımlamıştı.

Birkaç gün sonra (25 Aralık Pazar) Ankara’da Vakıflar Meclisi seçimi yenilenecektir ve yine temsilci olarak Laki Vingas’ın bir kez daha Ermeni oylarını da alarak seçilmesi beklenmektedir. Bu sene seçime, Ortaköy Ermeni Kilisesi Yönetim Kurulu Başkanı “İskender Şahingöz” de aday olarak katılmaktadır. Ancak aldığımız duyuma göre kendisinin “Azınlık Vakıfları Yedek Temsilcisi” olacağına ve asil temsilcinin yine “Laki Vingas” olacağına kesin gözle bakılıyor.




28 Temmuz 2011 Perşembe

ERMENİSTAN CUMHURBAŞKANI SERJ SARKİSYAN TÜRKİYE’YE ADETA SAVAŞ İLÂN ETTİ

Bazı kesimlerce; Ermenistan hudut kapısının açılması, ticaretin başlaması ve bu bağlamda diğer politik bağların tesis edilmesi için tavsiye ve baskı yapıldığı malumumuzdur. Ve yine bu hususlar dâhilinde sözde Ermeni katliamının Türkiye tarafından kabul edilmesine içte ve dışta sıcak bakanların çokluğu da maalesef azımsanamaz. Bu sözde dost ama özde düşman ülkenin Cumhurbaşkanı “Serj Sarkisyan” bir önceki gün Ermenistan’da düzenlenen “Ermeni Dili ve Edebiyatı” yarışmasında bir öğrencinin sorduğu, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı’yla birlikte bir gün geri alabilecek miyiz” sorusuna şu yanıtı vermiştir:

Bu sizin neslinize bağlıdır. Mesela benim nesil üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirdi. 90’lı yıllarda vatanımızın parçası Artsah’ı (Karabağ) düşmanın elinden kurtardık. Her neslin bir görevi vardır. Sizin de ileride bizim gibi milli görevinizi yerine getirip getirmeyeceğiniz birlik ve beraberliğinize bağlıdır. Biz Ermeni Ulusu her zaman Anka Kuşu gibi küllerden dirilmeyi başarmışızdır. Ama şunu da söylemem gerek ki günümüz dünyasında ülkelerin itibarı ve onuru yüzölçümüyle değerlendirilmiyor…

Bu söylemin okunuşu aslında şudur: “Karabağ'ı biz aldık Ağrı'yı size bıraktık!”… Bu söylem bir komşu/sınırdaş ülkenin cumhurbaşkanı düzeyinde söylendiğinde ise tek bir manası vardır: “Savaş İlânı

Zira Ağrı ve civarı; Ermenistan için “Batı Ermenistan Toprakları”dır. Ve o soruyu soran öğrenci de “Batı topraklarımız” demiştir ki bunun danışıklı bir soru olması da kuvvetle olasıdır.

Bir Türk yetkili, komşu/sınırdaş bir ülke hakkında böyle bir söylemde bulunsaydı, şu anda başta AB ülkeleri ve ABD ayağa kalkar, tüm Dünya’da böyle bir söylem birinci haber olurdu. Bunu şöyle de örnekleyebiliriz: Mesela geçen asırda Osmanlı toprağı olan ve bizim için üzerinde Atatürk’ün evinin bulunması dolayısı ile fevkalade manevi önem taşıyan Selanik için böyle bir söylem Türkiye tarafından yapılsa Dünya inanınız ki ayağa kalkardı. Ama Ermenistan Cumhurbaşkanı böyle bir ifadede bulununca, hep bilinen sessizlik ve vurdumduymazlık ortalıkta şu an hâkimdir.

Ermenilerin büyük bölümü bizim için ”Köpek” anlamına gelen “Şun” kelimesini dillerine pelesenk etmişlerdir. Kısa bir süre önce bir Ermeni rock grubunun dile getirdiği “Türkler ve köpekler giremez” sözü öyle sıradan bir söz değildir. “Şun” Ermenilerin ağzında gerçekten pelesenktir ve bu Ermeni rock grubunun söyleminin analizi Türkiye’de eksik yapılmıştır.

25 ve 26 Şubat 1992’de yaşanan “Hocalı Katliamı”nın baş mimarlarından biri bu gün Ermenistan’ın Cumhurbaşkanı olan “Serj Sarkisyan”dır. (Tam adı: Serzh Azati Sargsyan - Սերժ Ազատի Սարգսյան)

Hocalı Katliamı’nı “Monte Melkolyan” (Մոնթէ Մելքոնեան) adlı bir Ermeni komutan yönetmişti. Melkonyan; aynı zamanda birçok diplomatımızın öldürülmesinde de rol almış ve “Orli Baskını” ile de ilgisi olan eski bir “ASALA” lideridir.

Bugün Ermeni Cumhurbaşkanı olan “Serj Sarkisyan” ise o tarihte Ermeni kuvvetlerinin komutanıydı ve Monte Melkonyan’ın kardeşi ünlü Ermeni yazar “Markar Melkonyan” da Sarkisyan’ın yanında katliamda yer almıştır.

Mackar Melkonyan; Amerika’da çıkardığı “Benim Kardeşimin Yolu” (My Brother’s Road) adlı kitabında kardeşinin yaptığı katliamı şöyle yazmıştır:

Bir gece önce 23.00 saatlerinde, 2.000 Ermeni savaşçısı, Hocalı’nın üç tarafındaki yüksekliklerden ilerleyerek, kasaba sakinlerini doğuya doğru sıkıştırmışlar. 26 Şubat sabahına kadar Azeriler Dağlık Karabağ’ın yüksekliklerine ulaşmış ve alta olan Azeri kenti Ağdam’a doğru inmeye başlamışlar…

…Şu anda yalnız kuru çimenden esen rüzgârın sesi ıslık çalıyordu ve ceset kokusunu uçurması için bu rüzgâr henüz erkendi… 


 …Monte üzerinde kadınların ve çocukların kırılmış kuklalar gibi saçıldığı çimene eğilerek “Disiplin yok” diye fısıldadı. O bu günün önemini anlıyordu: bu gün Sumgayıt Olayları’nın dördüncü yıldönümüne yaklaşıyordu. Hocalı stratejik bir amaç olmasından başka aynı zamanda bir öç alma eylemiydi.

Bu tüyler ürperten tarifin, bu insanlık suçunun, üzerinden yirmi yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ büyük bir insan kitlesi üzerindeki travma etkisini devam ettiren bu katliamın onaylayıcısı, yöneticilerinden biri olan Sarkisyan, bu gün Ermenistan’ın Cumhurbaşkanıdır.

Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan aslında “Hocalı Katliamı” esnasındaki komutanlık görevinin “ödülü” olarak bu gün cumhurbaşkanı koltuğundadır.

Öyle ticaret ile yaratılacak karşılıklı ekonomik şartlar ve hudut kapılarının açılması ile sağlanacak “diplomatik açılım” vasıtasıyla ya da birkaç futbol maçı oynandı diye bu düşmanlık ortadan kalkmaz. Bunlara verilecek hiçbir taviz de bizlere “Şun” demelerine engel olmaz, sözde soykırım iddialarından ise hiç vazgeçilmez. Bu hususlarda kendimizi aldatmayalım ve hadiseye hümanist açıdan yaklaşmayalım.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu konuda gereken cevabı vermiştir ama bununla yetinilmemeli ve bu köpekçe söylemi içinde barındıran “savaş ilânı” Sarkisyan’a misliyle yutturulmalı ama bu köpekçe söylem unutulmamalıdır. Görünüyor ki Ermenistan tarafında daha çok “uluma” duyulacaktır.


26 Aralık 2010 Pazar

YUNAN KARA KUVVETLERİ KOMUTANI’NIN PATRİKHANE’YE ZİYARETİNİN ARDINDAN


9 Aralık 2010 Perşembe, günü, resmi bir ziyaret için Türkiye’ye gelen, Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis; Rum Patriği Barholomeos’u ziyaret etti. Rum Patrikhanesi’ne çok sık yapılan yabancı ve Yunanlı ziyaretlerinin arasında böyle bir ziyaret bizi çok fazla ilgilendirmeyebilirdi. Ancak bu ziyaretten bir gün sonra daha alt rütbeli dört subayın daha Bartholomeos’a ziyarette bulunması biraz dikkatleri çekti. Çünkü bu Korgeneral’in geçmişi ile çok kısa bir süre evvel Ermenistan’a yaptığı ziyaretteki tavrı da çok önemliydi. 

Şimdi bir sene evvel bu komutanın göreve gelmesi ile başlayan sürece bir göz atalım.

Geçtiğimiz senenin Ağustos ayının başında, Yunanistan Silahlı Kuvvetleri’ndeki emeklilik ve terfi geleneğine uyulmayarak “İki yılını tamamladı” şeklinde bir gerekçeyle “Şahin”  lâkaplı Genelkurmay Başkanı Dimitrios Grapsas’ın emekliye sevk edilmesi büyük tepki yaratmış, Savunma Bakanı Evangelos Meimarakis; “Bazı Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye’de de kuvvet komutanlarının değişikliklerini bu dönemde yapıyor. Biz de bu duruma uyum sağlamak istedik.” demişti.

Bunun üzerine; “Komutanları Türkiye Değiştirtti Krizi” Yunan medyasında uzun süre yer buldu. Zira Genelkurmay Başkanı Grapsas’ın emekliliğinin arkasında, 1000 Yunanlı komandonun, Ege’deki küçük adalara sevk edildiklerine ilişkin bir haberin sızdırılmasının yattığı iddiası ortaya atılmıştı. Bir Yunan Haber sitesi olan “Zougla” ise; komandolarla ilgili Türkiye ve ABD’nin üst üste girişimlerde bulunduklarını iddia etmiş ”Şahin” komutanların değişmesini dış güçlere bağlamış, göreve gelen komutanların “Diyalog yanlısı” komutanlar arasından atandığında ısrar etmişti. Aşırı milliyetçi “Laos Partisi” sözcüsü ise daha da ileri giderek yaptığı basın açıklamasında “Yunan Komutanlar Türkiye istediği için değiştirildi.”  söyleminde ısrarcı olmuştu.” 

Savunma ve Dışişleri Konseyi (KYSEA) tarafından emekliye sevk edilen Dimitrios Vulgaris'in yerine “Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na, “Askeri İstihbarat Dairesi Komutanlığı”ndan getirilen Korgeneral Frangos Frangoulis; İngilizce, Rusçadan başka iyi düzeyde Türkçe de biliyor. Batı Trakyalı, Gümülcineli bir aileden olan Frangoulis; bir dönem de “Yunan Askeri Ataşesi” olarak Ankara'da görev yapmıştır. Birtakım kaynaklardan atandığı dönemde, Frangoulis için “Düşük profilli, ılımlı ve esnek" benzetmesi yapılsa da Askeri İstihbarat Dairesi Komutanlığı yaptığı dönemde kendisine orduda takılan lakap; “Örümcek General"dir. Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanlığı; tarihinde ilk kez olarak Türkçe bilen bir komutana teslim edilmiştir. Bu “teslim etme” ifadesi de o tarihteki Yunan basınının söylemleridir. Zira burada “teslim etme” tanımı yerine “emanet etme” tanımı daha doğru bir tespit olmalıdır.

Bu komutan şüphesiz ki –kendileri açısından- taşıdığı rütbeye uygun bir askeri gelenekten yola çıkarak rütbelerini ve görevlerini almıştır. Biz bu konuda herhangi bir komplo teorisi üretmeyeceğiz. Fakat şu hususa dikkat çekilmelidir ki komutanın geçmişi –yine onlara göre- son derece mükemmeldir ve –kendi açılarından- bu göreve fevkalade uygundur. Peki, neden göreve geldiğinde bunu “Türkiye istedi” şeklinde bir yaygara koptu? Türkiye istihbaratçı kariyeri bu kadar yüksek olan bir komutanı neden Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı olmasını istesin?

Türkiye; savaş alanında kazandığını masa başında veren olarak tanımlanan bir ülkedir. Yunanistan ise; 100 yıl içinde 3 savaş kaybedip, topraklarını 3 katına çıkarmış Dünya’daki tek ülkedir. Bu aslında takdir edilmesi de gereken bir konudur. Özünde ise “Bizans Entrikaları”ndaki sahip olduğu gelenekten gelen bir kabiliyet olsa gerektir.

Bu bağlamda 12 Adaların Yunanistan’a devredilmesini de anımsayalım. O zaman adaları –bize göre- “düşman” olan İtalya’ya vermektense “bari Yunanistan alsın” diye yaygara koparanlar; tarihteki yerlerinde maalesef duruyorlar. 

Bu günde aynı zihniyette olanlar; 

Turist gelecek, para akacak” diye, 

Büyükada Yetimhanesi ne güzel Çevre Enstitüsü olacak” diye, 

Heybeliada Ruhban Okulu açılırsa ne güzel olur” diye,

 “Patrikhane’nin Ekümenik olmasının kime ne zararı var” diye, 

Çığlık çığlığa bağırıyorlar! Şimdi böyle yaygara eden “kalömşerler” ve “akademitörler” acaba 12 Ada; 1947’de resmen “Yunan toprağı” olurken “Ne güzel bravo! İyi ki adalar Yunan oldu bak düşman İtalya komşumuz olmadı” diye bağıranların “genlerinden” olmasınlar? 

Türkiye ile “sınırdaş”  Yunanistan’la tarihsel geçmişte; bu kadar kan, bu kadar zulüm varken, sınırdaş olmayan bir İtalya’nın bir dönem başındaki faşist liderin döneminde olan ihtilaflarını bu kadar büyüterek esas tehlike olan adaların “Yunan”a devrini nasıl da “sempatikleştirmişlerdi”. Belirtelim ki burada İtalya’nın da savunmasını yapmıyoruz. Fakat adaların devredilmesinin şu anda Yunanistan’ın tam yanı başımızda nasıl bir askeri yığınak yapma olanağı sağladığı da göz önündedir.

Şimdi; resmi bir görevle ve iki günlük ziyaret için Türkiye’ye gelen ve bu arada Rum Patrikhanesi’ne de ziyarette bulunan; Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis’in, 24 Ağustos 2010’da gerçekleştirdiği Ermenistan ziyaretini biraz irdeleyelim.
Ermeni Haber Ajansı” ziyaretten evvel verdiği haberinde; “Ermenistan ve Yunanistan istihbarat alanında işbirliği yapacaklar.” demişti.

Bu ziyaret ile ilgili Ermeni Haber Ajansı’nın haberlerinden bazı satır başları şöyledir:
Ermenistan Genel Kurmay Başkanı Yuri Haçaturov; Ermenistan’a çalışma ziyaretinde bulunan Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis başkanlığındaki heyeti kabul etti.

Ermenistan Savunma bakanlığından yapılan açıklamaya göre, buluşmada Genelkurmay Başkanı Haçaturov, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin yapısına, gerçekleştirilen reformlara, bölgesel askeri-siyasi duruma ilişkin özet bilgi verdi.

Ermenistan Genelkurmay Başkanı ikili askeri işbirliğine ilişkin olarak, Yunanistan’ın Ermenistan’ın stratejik ortaklarından biri olduğunu; iki ülke askeri ve askeri-siyasi bağlarının yüksek düzeyde olduğunu kaydetti.

Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı başkanlığındaki heyet, Ermenistan Savunma Bakanı Seyran Ohanyan tarafından kabul edildi. Görüşmede Ohanyan iki ülkenin eğitim, askeri sağlık, istihbarat ve barış misyonu alanlarına işbirliğinin önemli olduğunu belirtti.

Avrupa’ya yakınlaşma siyasetinde Yunanistan Ermenistan’ın önde gelen partnerlerinden biri. Bu anlamda işbirliğinin geliştirilmesi; Ermenistan için askeri-siyasi olduğu gibi kültürel ve diğer alanlarda da stratejik önem taşımakta. Ayrıca Yunanistan’la ilişkiler NATO’yla işbirliği çerçevesinde de Ermenistan için önemli.

Yunan heyeti, ziyaret çerçevesinde Ermenistan Savunma bakanlığı Özel Müfrezesi’ni de ziyaret ettiler ve gösteri amaçlı tatbikatlarını izlediler.

Aşağıda tam sıfatını ve web adresini verdiğimiz; “Ermeni Soykırım Müzesi Enstitüsü”nden alınan bilgi ise şöyledir:

The Ermenian Genocide Museum Institude” (National Academy of Sciences of The Republic Of Armenia
 
 “24 Ağustos 2010’te, iki günlük bir ziyaret için Ermenistan’da bulunan Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis; “Tsitsernakaberd Anıtı Ermeni Soykırımı Kompleksi”ni ziyaret etti. Soykırım kurbanları anıtına çelenk koyarak saygı duruşunda bulundu ve anı defterini imzaladıktan sonra Ermeni Soykırımı Müzesi’ni gezdi.”

Türkiye’nin tam iki ucundan, iki ülke! Biri Batımızda Yunanistan, diğeri Doğumuzda Ermenistan... Sınırdaş olmayan iki ülke ve aralarında Askeri ve istihbarat alanları da dâhil olmak üzere anlaşmalar tesis ediyorlar. Yukarıdaki Ermeni Haber Ajansı verilerine dikkat edelim!

Bu kadar yazıyı bir açıdan, gerçekten son derece önemli bir ittifakı gözler önüne sermek için yazdık. 

Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis ve yanındaki heyet 9 Aralık 2010 Perşembe günü,

Yunanlı subaylar; Nikolaos Galeos , Demokritos Zervakis, Dimitrios Bonoras, Christos Vaitsis ise 10 Aralık Cuma günü, Rum Patrikhanesi’ni resmi kıyafetleri ile ziyaret ettiler.


Burada yazılanların hiç biri de sır değil ve gözler önünde. İstihbaratçı kökenli ve Türkçe de bilen bir komutanın “komşu”nun Kara Kuvvetleri’nin başına geçmesinden bize ne?

Komşu”nun, bir yandan bize “iyi komşuluk” göstermeye çalışırken, bu kadar üst düzey bir komutanının askeri kıyafetiyle;  Ermeni Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmesi ile ABD’de oylanmaya çalışılan (sözde) “Ermeni Soykırımı” yasası arasında Türkiye’ye “husumet” duyma açısından farkı var mı?

Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis ve ardından içlerinde istihbarat subayları da olan Yunanlı subayların  “resmi kıyafetleri” ile kendi ırkından olan ve kendisini “Dînî Liderimiz” olarak gördükleri “Patrik Bartholomeos”un elini öpmeye gitmiş olmalarından bize ne?

Bu; kendimize yönelttiğimiz sorular bitmez! 

Tarih boyunca var olan “yandaşları”n geninden olup da halen Ruhban Okulu ve Ekümeniklik ile “sahte” olan dostluğa, “var” olan dostluk gözüyle bakanlara şu önemli soruyu sormamız lazım:

Yüksek rütbeli askeri yetkililerimiz, aynı şekilde askeri giysileriyle ve ardı ardına iki gün, Batı Trakya’da Müftülüklere ziyaretler yapsalar, bir ordu komutanımız da gitse ve Müftüye komutanlığın bir plâketini verse; başta Yunan Basını olmak üzere Yunanistan’da ne tepkiler olur?