rus patrikhanesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rus patrikhanesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Haziran 2016 Pazar

VLADİMİR PUTİN’İN YUNANİSTAN VE AYNOROZ GEZİSİ


Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 27/28 Mayıs’ta Yunanistan’ı ziyaret ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ile Başbakan Aleksis Tsipras’la da görüştü. Görüşmelerde ekonomik işbirliği, enerji konuları ve Doğu Akdeniz'deki gelişmeler ele alındı. Putin bu siyasi görüşmeler kapsamında; Aynoroz’da bulunan bir Rus manastırını da ziyaret etti

Putin son yıllarda Rus Ortodoks Kilisesi’ne desteğini, siyasi amaçlarla daha fazla kullanmaya başlamıştır. Bu gezide kendisine Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kiril de eşlik etmekteydi ve Patrik Kiril ile birlikte Aynoroz’u da ziyaret ettiler. Putin’in Yunanistan ziyareti aynı zamanda Aynoroz’da Rus Keşişliğinin bininci yılına da denk geldiği için Rus Kilisesi açısından çok önemliydi ve Patrik Kiril’in devlet başkanı ile birlikte diplomatik bir geziye iştirak etmesi ziyareti daha önemlim kıldı.

Kuzeydoğu Yunanistan’ da, Makedonya Bölgesi’nde bulunan ve kısaca “Aynoroz” olarak tanımlanan, Yunanistan’ın içinde yarı otonom bir idari yapıda olan “Aynoroz Dağı Özerk Cumhuriyeti”; Makedonya’dan Ege Denizi’ne uzanan Khalkidiki Yarımadası’nda üç dağlık bir burun şeklindedir. “Athos” ya da “Agion Oros” olarak bilinen bu bölge; 9. yüzyıldan bu yana Yunanistan’ın özel statüye sahip dinî bir merkezidir.

Bölgede, 17 Yunan ve birer Rus, Bulgar ve Sırp olmak üzere toplam 20 büyük manastır bulunmaktadır. Ayrıca bu manastırlara bağlı küçük kilisecikler ile keşişlerin inzivaya çekildiği hücreler de vardır.  Aynoroz Dağı Özerk Cumhuriyeti; Yunan Anayasası’na göre idari olarak Karyes Valisi’ne bağlıdır ve bu bölgeye Hıristiyan olmayanlar ve kadınlar giremez!

Yunanistan Anayasası’nda 3. ve 105. Maddeler Aynoroz’un statüsü ile ilgilidir. 3. Madde (3. Madde, II Bölüm: Kilise Devlet İlişkisi) özetle; Yunanistan’ın dininin Ortodoksluk olduğunu ve dinin başının Konstantinopolis’te bulunduğunu belirtir. Burada Rum Patrikhanesi “Ekümenik” ve İstanbul da “Konstantinopolis” olarak tanımlanmıştır.

105. Madde; Aynoroz yarı otonom bölgesinin idari yapısını ve bu ruhani cumhuriyetin başkanının o an görevde olan Rum Patriği olduğunu belirler. (105. Madde, III Fasıl); Aynoroz rejimlerinin, detayları ile çalışma şekilleri, devlet temsilcisinin işbirliği ile yirmi Kutsal Manastırdaki idare şekli; Rum Patrikhanesi ile Yunanlılar Meclisi’nin onayladığı “Aynoroz Nizamnamesi” ile belirlenmiştir. (105. Madde, IV Fasıl);  Aynoroz’un yönetim nizamnamelerine tam olarak uyulması için, dini açıdan Ekümenik Patrikhane’nin yüksek murakabesi, idari ve emniyeti sağlamak açısından Devlet’in mutlak yetkisi ve gözetimi altındadır.

Aynoroz’da Yunan olmayan diğer bazı Ortodoks ülkelerin, kendi milli kiliselerine bağlı manastırları da vardır. Bunlardan Ruslara ait manastırın adı “Sveti Panteleimon”dur ve bir adı da “Rustik”tir. Onuncu asırda kurulan Bulgar manastırının adı “Zograf”, Sırplarınki ise “Hilendar”dır.

Yıllar önce “İver” ve “Gruzik” adlı Gürcü manastırları ise zaman içinde Yunanlıların eline geçmiştir. Aynoroz’daki dinsel kanunlara (Kanon) göre bir manastırdaki başkeşiş orada yaşayan keşişlerce seçilmektedir. Manastırların kapıları ise orada yaşamak isteyen keşişlere (Ortodoks olma dışında) şart koşulmadan açıktır. İver” ve “Gruzik” adlı Gürcü manastırlarının bu gün Yunanlıların eline geçmiş olmasının nedeni bilinçli olarak o manastırlara yerleşen Yunanlı keşişlerdir. Yunanistan Krallığı; Rusya’nın gücünden korktuğu için tarihte böyle bir yola başvurmadığı gibi Rusya Bulgarların arkasında da olduğu için Aynoroz’daki Bulgar Manastırı Zoğraf’ta da böyle bir durum söz konusu olmamıştır.

Rusya asırlardır kendini Ortodoksların hamisi saymıştır. Bunda Bizans İmparatoru’nun İstanbul’un Fethi’nden önce askeri destek karşılığında Papalığın güdümüne girmeyi kabul etmesi rol oynamıştır. Bu; bir anlamda Ortodoksluk ve Katolikliğin birleşmesi de olacaktı. Fetihten öncesi son Paskalya Töreni de zaten bir Katolik Piskopos tarafından icra edilmişti. Fetih tamamlanmasıydı bugün başka bir tarih yazılmış olacaktı. İstanbul’un Fethi bu nedenle Dünya’da Hıristiyan Tarihi’ni de değiştiren çok önemli bir hadisedir.

Bizans İmparatorluğu’nun bu yaklaşımı Rusya tarafından dine ihanet olarak addedilerek “Ortodoksların Hamisi” rolünü üstlenmesine neden olmuştur. Tarihsel süreçte Osmanlı’nın da önemli bir hasmı olan Rusya, Ortodoksluğu kullanarak Osmanlı’yı farklı zaman dilimlerinde hayli zora sokmuştur. Rusların Panslavizm’in hamisi olması ve Ortodoksluk adına Bulgarlara destek vererek Osmanlı’nın karşısına dikmesi de aynı şekilde kendine biçtiği “Ortodoksların Hamisi” rolünün bir parçasıdır. Bugün ise bu hamilik başka bir boyutla karşımızdadır ve Rusya Ortadoğu’daki Ortodoksların hamisi rolündedir.

Aynoroz’da bir Rus varlığı olan, “Sveti Panteleimon Manastırı” (Aziz Pandeleymon) Rusya için çok önemlidir. Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus Rusya’dadır. Rusya’nın topraklarındaki en yaygın mezhep de Ortodoksluktur ve Dünya Ortodokslarının yarısı bu ülkenin vatandaşıdır. Bu durumda kısaca şunu demek mümkündür: “Rusya güçlüdür ve Rusya’da kilise de çok güçlüdür

Rum Patriği Bartholomeos 7-12 Ekim 2011 arasında Aynoroz Bölgesi’ne bir ziyaret yapmış ve pek alışılmamış bir şekilde Rusya için fevkalade önem arz eden Aziz Pandeleimon Manastırı’nı da ziyaret etmişti. Geleneksel olarak geçmişte Aynoroz’a giden Rum patriklerinin yapmadığı bu ziyaretin programı açıklandığında hemen Ruslar tepki gösterdiler.

Rum Patriği’nin 7-12 Ekim 2011’deki Aynoroz programı kapsamında Rus manastırını da ziyaret edecek olması Rusya’da politik açıdan da tepkiye neden oldu. Bu ziyaretin hemen öncesinde, 30 Eylül 2011’de Rus Patriği Kiril, o zamanki Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ve çok üst düzey bürokratların katılımı ile “Aziz Pandeleimon Rus Manastırı Kültür ve Manevi Mirası Koruma Kurulu” oluşturuldu ve bu manastırın rehabilitasyonu için çok büyük bir bütçe ayrıldı.

Putin’in 27/28 Mayıs Yunanistan gezisi kapsamında Aynoroz’da Aziz Pandeleimon Manastırı’nı da ziyaret etmesi ise Yunan medyasında bir gövde gösterisi olarak kabul edildi ve tepkiye neden oldu!

Bu tepki o kadar ileriye gitti. Osmanlı dönemine atıfta bulunularak ve Aynoroz’un tarihsel süreçte asırlardır Osmanlı yönetiminde olduğu belirtilerek; “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Aynoroz’a bir ziyaret yaparsa, buna Putin’den daha fazla hakkı vardır” şeklinde yazılar çıktı. Oysaki Aynoroz’a kadınlar ve Hıristiyan olmayanlar giremez…

Rusya Devlet Başkanı Putin; Başbakan Tsipras'la saatler süren bir görüşmesinin ardından muhalefetteki muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi (Nea Dimokratia) lideri Kyriakos Mitsotakis ile de bir araya geldi. Bu gezide Putin; bir açıdan Aynoroz’daki Rus varlığının arkasında olduklarını göstermiş ve bir başka açıdan ise Rusya’nın Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfusa sahip ülke olduğunu da Yunanistan’da vurgulamıştır.

Putin’in Yunanistan gezisi siyasi olarak yaptığı görüşmeler açısından ve Başbakan Çipras'la uzun saatler görüşmesi de fevkalâde önemlidir. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ile birlikte yaptığı basın toplantısında ise Türkiye ile ilişkileri düzeltmek istediğini de söyledi. Ama Türkiye'den düşürülen uçak konusunda hâlâ bir özür açıklaması gelmediğini ve bunu beklediklerini de ifade etmiş, bir yandan teröristlerle mücadelede Türkiye ile işbirliğine hazır olduğunu vurgularken, öte yandan düşürülen uçağın ikinci pilotunun öldürülmesinin ise ”Savaş Suçu” olduğunu söylemiştir.

Yunanistan’ın en büyük gelir kaynağı turizmdir. Ancak geçtiğimiz on yıllarda Yunanistan turizm kaynaklarını yenilemek için fazla çaba göstermedi ve tesisler eskidi. Bugün Yunanistan turizmi bahis olduğunda, başta adalar olmak üzere salaş yerlerde tatil yapanların cenneti şeklindedir. Oysaki son on yıllarda Türkiye’de şatafatlı ve Dünya’daki servis kalitesi olarak çok yüksek beş yıldızlı tesisler yapıldı. Sadece Yunanistan değil İtalya turizmi de tatilcilerin Türkiye’yi tercih etmelerinden yara almıştır.

Rusya’nın Türkiye’ye karşı bugünkü hasmane tavrı malumdur. Ve gayri resmi olarak, “Türkiye’ye gitmeyin, ticaret yapmayın!” denmektedir. Rus Halkı ile bazı televizyon kanallarımızın yaptığı röportajlarda, halkın Türkiye’de tatil yapmak istediği ama bunun için çekindikleri ve tatilden sonra olumsuz bir durumla karşılaşmamak için, daha açık bir ifade ile korktuklarından dolayı Türkiye tatillerini iptal ettikleri anlaşılmaktadır.

Rus Halkı’nın Türkiye dışında tatil arayışlarına girmesinde “Korku Faktörü” de bulunmaktadır.

Putin’in şu an dorukta olan “Türkiye Kini” ise anlaşılıyor ki Yunanistan’a turizm açısından yarayacaktır. 



Bojidar Çipof

12 Haziran 2016






23 Ağustos 2014 Cumartesi

UKRAYNA’DA KİLİSE SAVAŞLARI

  
Moskova Patrikhanesine bağlı Ukrayna Ortodoks Kilisesinin yeni başkanı 16 Ağustos tarihinde  yapılan törenle 69 yaşındaki Metropolit Onufry oldu.

Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Vladimir, 5 Temmuz'da iç kanamaya bağlı olarak hayatını kaybetmişti. Vefat eden merhum Metropolit Vladimir, kilisedeki farklı siyasi eğilimleri dengede tutan biriydi ve bu nedenle seçimlerin Rusya’ya yakın ve Rusya’ya mesafeli kesimler arasında geçeceği öngörüldü.

Moskova Patrikhanesi’ne bağlı Ukrayna Ortodoks Kilisesinin resmi temsilcisi Georgiy Kovalenko, basın servisi aracılığı ile yaptığı açıklamada; Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kiril’in Ukrayna Ortodoks Kilisesi Başkanlığı seçimlerine davet edilmediği bildirildi. 

Kiev'de yapılan cenaze merasimine katılan Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko ise ayinden sonra yaptığı açıklamada şöyle konuştu: 

Ukrayna kilisesi bugün büyük bir kişiyi kaybetti. Başpiskopos Vladimir kiliselerimizin kurucusuydu. Ukrayna’nın içinde bulunduğu bu zor dönemde ona ihtiyacımız vardı. Kendisi mütevazı, seçkin bir adam, bilge bir şahsiyet, hayır sahibi, güçlü bir inancı olan bir Hıristiyan’dı.

Ukrayna yaklaşık 45 milyon nüfusa sahip bir ülkedir. Nüfusun büyük bölümü ise Ortodoks’tur. Ukrayna’daki Ortodokslar başlıca iki kiliseye bağlıdırlar. Rusya’ya yakın olan kesimler Moskova Patrikhanesi’nin Ukrayna Metropolitliği’ne bağlıdır. Milliyetçi ve Batı yanlısı Ortodoksların büyük bölümü ise Moskova Patrikhanesi’nden bağımsızlığını ilân eden Kiev Patrikhanesi’ne mensuptur. Turuncu Devrim ile cumhurbaşkanı olan Viktor Yuşçenko’nun başkan olmasındaki etkenler arasında Batı taraftarı kiliseleri de zikretmek gerekiyor. Çünkü Ukrayna’daki başlıca iki kilise de kendi açılarından hayli kuvvetli pozisyondadırlar ve kitleleri etkileme güçleri de yüksektir.

Bir araştırmaya göre Ukrayna; Kıbrıs Rum Kesimi, Polonya, Slovakya ve Portekiz’den sonra, en dindar beşinci Avrupa ülkesi konumundadır.  Ülkede Rum Katolikler de denen Uniat Kilisesi de dâhil olmak üzere yüzde 15 civarında (6-7 milyon) Katolik ve ayrıca 400-500 bin civarında Yahudi bulunmaktadır.

Ukrayna; Fener Rum Patrikhanesi ile Moskova Patrikhanesi arasındaki sorunlu hususlardan da biridir. Soğuk savaş döneminin ardından Rusya’nın eski coğrafyasında (SSCB) bulunan Ortodoks halkların üzerinde Moskova Patrikhanesi’nin hâlâ etkili olmasını sağlama gayretleri başladı. Zira 200 milyondan fazla Slav-Ortodoks’un (dini açıdan) başı konumunda bulunan Rus Kilisesi üzerinde, ABD’nin Rum Patrikhanesi’ni kullanarak etki/baskı kurma gayretleri soğuk savaş döneminin hemen ardından daha da yoğunlaştı. Rusya’nın kendi patrikhanesini kullanarak ve kiliseye her türlü desteği de vererek güçlendirme çabalarının karşısında, ABD’nin de Rum Patrikhanesi’ne olan ilgisi ve desteği arttı.

Sovyetler Birliği yıkılınca Patrik 2. Aleksey, Amerika’daki kiliseyi Rusya'daki kilise ile birleştirmek istedi.  ABD Rus Kilisesi ise iki şartla bu birleşmeyi onaylayacaklarını açıkladı. Bunlardan ilki komünistlerin katlettiği insanlar için bir anma günü ilan edilmesiydi. Diğeri ise Patrik Sergey için ortaya atılan komünistlere koşulsuz boyun eğmiş olduğu iddiasına karşılık, Rus Kilisesi tarafından tüm Ruslardan özür dilenmesiydi.

Bu talepler  Putin ve Patrik Aleksiy tarafından kabul edilmedi ama yine de birleşme gerçekleşti. Bu birleşme ile birlikte Moskova Patrikhanesi çok güçlendi ve Fener Rum Patrikhanesi’nin Ortodoksların lideri olma pozisyonunu kabul etmedi ki bu zaten Putin’in de kabul etmediği bir durumdu. Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus bilindiği gibi Rusya’dadır. Bu noktaya, Rusya’nın değişimden önceki pozisyonunu ve SSCB dönemini de göz önüne alarak bakarsak, Ortodoksların yarıdan fazlasının bu coğrafyada bulunduğu görülmektedir.

Moskova Patrikhanesi bu bağlamda; dünyadaki en büyük Ortodoks cemaate sahip olduğunu ve Dünya üzerindeki her 2 Ortodoks’tan birinin Rus olduğunu her fırsatta ortaya koymaktadır.

Sovyet Rusya’nın dağılması ile birlikte Moskova ile sürekli rekabet içinde olan Rum Patrikhanesi ile Ukrayna ve Gürcistan kiliseleri arasında temaslar başladı. Bu kiliselerin eskiden Moskova olan dini idare merkezini ya da otoritesini kendi ulusal politikaları çerçevesinde, kabul etmemeleri ise zaten çok doğaldır. Eskiden Moskova Patrikliği’ne bağlı olmak durumunda/zorunda olan SSCB’den ayrılmış bu ülkelerin, doğal bir milli tepki olarak Moskova’ya dini açıdan bağlı kalmama istekleri bu bağlamda anlaşılır bir tepkidir.

Moskova Patrikliği ile Fener Rum Patrikhanesi'nin arasında ezeli bir rekabet hatta husumet bulunmaktadır. Bu rekabet ya da husumet; Osmanlılara karşı yardım vaadi karşılığında Bizans’ın Ortodoksluk ve Katolikliğin tek çatı altında yapılanmasına rıza göstermesinden kaynaklanır. İstanbul’un Fethi’nden hemen önce yapılan son Paskalya Ayini bu bağlamda, Vatikan tarafından görevlendirilmiş bir kardinal tarafından ve Katolik ritüeline göre idrak edilmişti. Rus Kilisesi, İstanbul’un Fethi’nden sonra bir dönem kendisini 3.Roma olarak da saymış ve Ortodoksluğun hamisi rolünü uzun süre sürdürmüştür. Ruslar; Bizans’ın dine “ihanet” ettiğine hâlâ inanırlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi kadar eski olan Rum Patrikhanesi’ne olan ABD ilgisi ise Sovyet Rusya’nın çöküşü ile birlikte ABD’nin adeta bir dış politika hedefi şeklini aldı. Rus Kilisesi’nin şemsiyesi altında ya da himayesi altında olmayı kabul etmeyen ve Sovyet rejiminin çöküşünün hemen ardından Rus Patrikhanesi’nin dini hiyerarşisinden kopan Baltık ülkelerinin kiliseleri ile Ukrayna ve Gürcistan kiliseleri bu dönemde Moskova’dan ayrılmışlardır.

Eski Sovyet coğrafyasında bulunan devletler ile olan siyasi ve ekonomik ilişkiler politik açıdan bu süreçte çok önem kazandı. ABD ile AB’nin bu ülkelerde etkili olmasının getireceği kazanımlardan ötürü, çok fazla siyasi etkenin arasına bu Ortodoks halkların Moskova’nın dini otoritesinden etkilenmemeleri de eklendi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in iktidara gelmesinden sonra Rusya için daha fazla önem kazanan Avrasya coğrafyasında Ukrayna'nın Batı yanlısı bir politika izlemesi, Rusya açısından kabul edilmemiştir. Çünkü Ukrayna, 45 milyon nüfusuyla ve kalabalık Ortodoks cemaatiyle Rusya açısından son derece önemli bir ülkedir.

Ukrayna’nın bu önemli pozisyonu; Moskova Patrikliği ile Fener Rum Patrikhanesi arasındaki Ukrayna’nın kendi ruhani alanlarında olduğu iddialarını da beraberinde getirmektedir. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, 2010 yılında yaptığı Türkiye ziyareti kapsamında, Rum Patrikhanesi’ne de bir ziyarette bulunmuştu. Yanukoviç bu ziyaretinde Ortodoks Dünyası’nın birleşerek merkezinin "Konstantinopolis Patrikhanesi" (Fener Rum Patrikhanesi) olması gerektiğini söylemişti. Kiev Patrikhanesi Basın Sözcüsü Başpiskopos Yevstrayiy de Al Jazeera’ye yaptığı bir değerlendirmede, Ukrayna’nın Fener Rum Patrikhanesi’ne tam anlamıyla bağlanmasının, Moskova Patrikhanesi açısından büyük bir darbe olacağını şu sözlerle ifade etmiştir:

Moskova Patrikhanesi, Dünya’daki en geniş cemaate sahip Ortodoks Kilisesi olduğunu söylüyorsa bu Ukrayna’daki Ortodoks Cemaati’nin sayesindedir.

Penta Center of Applied Political Studies Başkanı siyasal bilimci Volodimir Fesenko ise metropolit seçimlerinden önce bir değerlendirme yaparak şunları söylemişti:

Ukrayna Metropolitliği, Doğu ve Güney Ukrayna’da yaşayan ve Rusça konuşan inançlı insanların bağlı olduğu kilisedir. Rusya ile Ukrayna arasındaki anlaşmazlık her iki kiliseyi zor durumda bırakmıştır. Seçimleri Rusya yanlısı bir din adamının kazanması; Rusya’ya yandaş olmayanların olanların tepkisini çekecektir ki bu da ardından kilisenin parçalanmasına neden olabilir.

Bu bağlamda; Metropolit Onufry’in Ukrayna Kilisesi’nin yeni başkanı olması birçok kesimde memnuniyet yarattı. Uzmanlar, bir yandan ülkedeki mevcut siyasi krizin en azından kiliseye de yansımayacağı görüşündeler, öte yandan bunu fırtına öncesi sessizlik olarak algılayanlar da mevcut!

Tamamen zıt olan bu görüşlere bakarak; Rusya destekli Moskova Kilisesi ile ABD destekli Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna Kilisesi’ndeki güç savaşı için şu an sadece ötelenmiş olduğunu söylemek de mümkün…

Metropolit Onufry; Dormition Katedrali'nin meydanında halka açık olarak düzenlenen törenle Ukrayna Ortodoks Kilisesinin yeni başkanı oldu. Törene katılan kilise temsilcileri şunlardır:

Fener Patrikhanesi, İskenderiye, Kudüs, Gürcistan, Sırbistan Yerel Ortodoks Kiliseleri temsilcileri, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Polonya, Slovakya, Çek, Amerika'da Ortodoks Kilisesi, Rusya dışındaki Rus Ortodoks Kilisesi ve Rus Kilisesi (Patrik Kiril’in temsilcisi olarak Volokolamsk Metropoliti Hilarion katıldı.)

17 Haziran 2012 Pazar

RUM PATRİKHANESİ ve UKRAYNA, GÜRCİSTAN İLİŞKİLERİ

Moskova Patrikliği ile Fener Rum Patrikhanesi'nin arasında ezeli bir rekabet vardır. Bu rekabet ya da husumet, Bizans’ın Osmanlılara karşı yardım vaadi karşılığında Ortodoksluk ve Katolikliğin tek çatı altında yapılanmasına rıza göstermesinden kaynaklanır. Rusların Bizans’ın dine “ihanet” ettiğine olan inancı, yüzyıllardır süren bir tepki şeklinde hâlâ süregelmektedir. Hatta Moskova İstanbul’un Fethi’nden sonra kendisini 3.Roma saydı. Tarihsel süreçte bu zihniyet; Rusların, Osmanlı’nın başına büyük işler açmasına neden olan, Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların hamiliğine soyunmalarına ve “Project Greek” adı altındaki Grek Projesi ile Panslavizm’in destekçisi ve hamisi olmasına da nedendir. 

Ortodokslukta, Katolikliklerin Papası gibi tek otorite yok... Bu mezhepteki tüm ülkelerin kiliseleri millidir ve prensipte bağımsızdırlar ve Fener Rum Patrikhanesi’nin başında o esnada bulunan patriğin, (rütbe açısından) diğer patrikhanelerin başındaki patriklerden daha üst bir rütbesi de yoktur. Çünkü Ortodoks Dünyası’nda, Katolik Kilisesindeki Papanın ruhani reisliği örneğinde olduğu gibi tek bir ruhani lidere tabi olma durumu da yoktur. Nitekim Dünya Ortodoksları; Rusya, Ukrayna, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Yunanistan Patrikhaneleri ya da başpiskoposlukları tarafından yönetilmektedir ve Fener Rum Patrikliği’nin “ekümeniklik” iddiası bir yana “primus inter pares” (eşitler arasında birinci) konumu dahi tartışmalıdır. 

Soğuk Savaş döneminin ardından Rusya’nın, eski coğrafyasında (SSCB) bulunan Ortodoks halkların üzerinde Moskova Patrikhanesi’nin etkili olmasını sağlama gayretleri başladı. Zira 200 milyondan fazla Slav-Ortodoks’un (dini açıdan) başı konumunda bulunan Rus Kilisesi üzerinde ABD’nin, Fener Rum Patrikhanesi’ni kullanarak etki/baskı kurma gayretleri de Soğuk Savaş döneminin hemen ardından yoğunlaştı. Rusya’nın kendi patrikhanesini kullanarak ve kiliseye her türlü desteği de vererek güçlendirme çabalarının karşısında, ABD’nin de Rum Patrikhanesi’ne olan ilgisi ve desteği arttı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi kadar eski olan Rum Patrikhanesi’ne olan ABD desteği, Sovyet Rusya’nın çöküşü ile birlikte ABD’nin adeta bir dış politika hedefi halini aldı. Rus Kilisesi’nin şemsiyesi altında ya da himayesi altında olmayı kabul etmeyen ve Sovyet rejimin çöküşü/bitişinin hemen ardından Rus Patrikhanesi’nin dini hiyerarşisinden kopan, Baltık ülkelerinin kiliseleri ile Ukrayna ve Gürcistan kiliseleri Moskova’dan ayrılmışlardır.

Eski Sovyet coğrafyasında bulunan devletler ile olan siyasi ve ekonomik ilişkiler politik açıdan bu süreçte çok önem kazandı. ABD ile AB’nin bu ülkelerde etkili olmasının getireceği kazanımlardan ötürü, çok fazla siyasi etkenin arasına bu Ortodoks halkların Moskova’nın dini otoritesinden etkilenmemeleri de eklendi.

Geçtiğimiz senenin Eylül ayında İstanbul’da İskenderiye ve Antakya’ patriklerinin yanı sıra tarihi önem açısından bu iki patrikhanenin hemen ardından gelen “Kudüs Patriği” ile başpiskoposlar sıralamasında hayli geride olan “Kıbrıs Başpiskoposu”nun da bulunduğu “beşli” bir toplantı yapıldı.

Patriklerin genel Ortodoks toplantıları dışında böyle bir araya gelmeleri rutin bir davranış değildi ve Atina Başpiskoposu gibi, hem hitap ettiği nüfus sayısı, hem de otoritesi açısından önemli bir konumda olan bir başpiskoposun çağırılmadığı bu toplantıda; Türk düşmanlığı ile bilinen Kıbrıs Başpiskoposu’nun da bulunması ise çok ilginç oldu.

Bu gizemli toplantının ana gündemi; 2011 içinde yapılacak olan genel Ortodoks toplantısı öncesinde, “Rus Patriği”ne karşı alınacak stratejiyi belirlemekti ve bu durum Moskova’yı fevkalade kızdırdı. Bu toplantının maksadının sadece Akdeniz ülkelerindeki gelişmeleri değerlendirmek olduğu şeklinde yapılan açıklamaya karşın, Kıbrıs Başpiskoposu Hrisostomos, toplantının öncesinde; bu toplantıda tüm Ortodoks dünyasını ilgilendiren kararların alınacağını beyan etmesi ise kafalarda çok soru işareti yarattı.

Kıbrıs Rum Kesimi’nin önümüzdeki dönem “AB Dönem Başkanlığı”nı alacak olması ve buna Türkiye’nin gösterdiği tepkileri göz önüne aldığımızda, Kıbrıs Başpiskoposu Hrisostomos’un beyanlarına sıradan bir söylem olarak bakmak mümkün değildir. Geçtiğimiz sene Kıbrıs Rum Kesimi’nde oynanan Apoel-Pınar Karşıyaka basketbol maçında, fanatik Rumlarca takımımız oyuncularına ve yöneticilerine yapılan taşlı sopalı saldırıyı tertipleyen aşırı ırkçı örgüt “Ulusal Halk Cephesi”nin (ELAM) ardında, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu 2. Hrisostomos’un (Chrysostomos of Kition) bulunduğu, bizzat Rum lider Hristofyas tarafından kendi meclislerinde ifade edilmişti. 

Öte yandan, ABD’de kurulu “Order of Saint Andrew The Apostle Archon of The Ecumenical Patriarchate” adlı bir derneğin adı son bir yıl içinde ülkemizde sıkça telaffuz edildi. Kısaca “Archonlar” olarak tanımlanan bu derneğin üyeleri şu anda ABD’de inanılmaz siyasi ve ekonomik güce sahiptirler.  Archonlar, Patrikhane’ye “ekümenik” statü verilmesini ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını sağlamak için canla başla çalışmaktadırlar. Bu tabloya baktığımızda Fener ile Moskova arasındaki güç savaşının bir ayağının da Türkiye’de olacağı anlaşılmaktadır. 

Eski Sovyet rejiminden ayrılan Baltık ülkelerinin Fener ve Moskova iklimindeki pozisyonlarının bu makalemiz açısından şu esnada önemi yoktur. Ancak Ukrayna ve Gürcistan’ın pozisyonlarının, her iki ülke ile olan siyasi ilişkilerimiz ve ekonomik işbirliklerimiz çerçevesindeki pozisyonları bizim açımızdan çok önemlidir ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in iktidara gelmesinden sonra Rusya için daha fazla önem kazanan Avrasya coğrafyasında Ukrayna'nın Batı yanlısı bir politika izlemesi Rusya açısından kabul edilememiştir. Çünkü Ukrayna, 45 milyon nüfusuyla ve kalabalık Ortodoks cemaatiyle, Rusya açısından son derece önemli bir ülkedir. Rusya için, Ukrayna’yı kendi denetiminde tutmanın tek yolu ise artık salt enerji değildir. 

İşte bu karmaşık ilişkiler yumağı içinde Ortodoksluk da çok büyük bir koz olarak öne çıkmaktadır. Rum Patriği Bartholomeos, geçtiğimiz yıllarda bu iki ülkeye ziyaretler yapmış ve devlet başkanı gibi karşılanmıştı.

Bu noktada ABD ve AB’nin Ortodokslar üzerindeki bu çalışmalarında en büyük edinimi sağlayan unsur; Sovyet rejiminin çöküşüdür. Eskiden Moskova Patrikliği’ne bağlı olmak durumunda/zorunda olan SSCB’den ayrılmış ülkelerin, doğal bir milli tepkileri olarak hâlâ Moskova’ya dini açıdan bağlı kalmama istekleri anlaşılır tepkilerdir. 

Protestan yoğun bir ülke olan ABD’nin ve de Katolik ve Protestan ülkeler topluluğu olarak tanımlayabileceğimiz Avrupa’nın neden Ortodoks Dünyası’na müdahil olduklarını açıklamak ve Rum Patrikhanesi’ne verilen çok üst seviyedeki desteğin perde arkasını anlamak elbette ki çok yönlü bir denklemdir. Fakat bu denklemin en bilinen ayağı Rusya’nın Ortodokslar üzerinde egemen olmamasını sağlamaktır.

Burada dini değil de siyasi boyutları çok yüksek olan bir güç savaşı bulunduğuna da vurgu yapmak isteriz.  Bu güç savaşı da ister istemez ABD destekli Fener Rum Patrikhanesi’ni çok önemli bir aktör yapmaktadır. Mecazi anlamda; “Ortodoks Halifeliği” kurmakla eşdeğer olarak nitelendirilebilecek olan Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenizm” statüsünün kabul edilmesi, ileriye yönelik olarak topraklarımızda büyük bir güç yaratacaktır.

İstanbul’un Fethi’ni müteakip, Fatih Sultan Mehmet’in o esnada boş olan Rum Patrikliği’ne Yennadios’u tayin etmesi ve ona “Millet Başı” ünvanı ile dini olmaktan öte cismani yetkiler vermesi belki ilk bakışta çok büyük bir “hoşgörü” örneğidir… Fakat tarihsel süreç içinde Osmanlı’nın büyümesi ile birlikte adeta ikinci bir sultanlık da bu topraklarda büyümüş ve ilerleyen asırlarda Osmanlı’nın sonunu getiren ve nihayet 1932’de Yunanistan’ın kurulmasına da neden olan bir dev yaratmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Rum Patrikhanesi’nin “Millet Başı” ünvanı ve cismani yetkileri kadük olmuş, Lozan’da varılan sözlü mutabakatlar sonucunda ise Patrikhane sadece Türkiye topraklarında yerleşik Rumların, dini lideri olarak ülkemizde kalmıştır. Görülüyor ki “masum” bir istek ya da dilek şeklinde bize yutturulmaya çalışılan “ekümenizm” statüsü aslında Patrikhane açısından çok büyük edinimlerin sağlanmasına neden olacaktır. 

http://www.21yyte.org/tr/

 

11 Mayıs 2012 Cuma

RUM PATRİKHANESİ ve RUS KİLİSESİ


Rusların Hıristiyanlıkla tanışması 988 yılında gerçekleşmiştir.  O zamanki adı ile “Kiev Devleti”nin Büyük Knez’i 1. Vladimir Kiev ile Novgorod’u birleştirerek bugünkü Ukrayna’dan Baltık Denizi’ne kadar büyük bir devlet kurmuştur. Bir putperest olan ve hatta insanların kurban edildiği ayinlere de katıldığı bilinen 1. Vladimir; Bizans İmparatoru Basileios ile askeri bir anlaşma yaparak ve kız kardeşinin de imparatorla evlenmesi karşılığında ittifaka girdi. Bu ittifak ile birlikte Rusların Hıristiyanlığı kabul etmesi ve ayinlerde eski kilise Slavcası’nın kullanılması taraflarca kabul edildi.

Hıristiyanlığın Rusların arasında kabul edilmesinin ardından, bir Bizanslı metropolit kiliseyi organize etti ve Ruslar dinsel açıdan 1037’den 1448’e kadar Konstantinopolis’in denetimi altında oldular. Ancak ilk kabul ediş esnasında eski Slavca’nın “Kilise Dili” olarak devrede olmasının Rus Kilisesi’nin bugünkü gücünde olmasındaki rolü büyüktür.

Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik iddialarını biliriz. Ancak bu doğru değildir. Zira Ekümenik olmanın en büyük şartı; kilisenin bir Havari tarafından kurulmuş olmasıdır. Dünya’da bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhane vardır. (Roma, İskenderiye, Antakya) Fakat Roma dışındaki diğer kiliseler -ki bunlar bugün Ortodoks kiliselerdir- Rum Patrikhanesi’ni ekümenik olarak kabul ederler ve kendi aralarında Rum Patrikhanesi’ni “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter pare) olarak tanımlarlar.

Burada şu husus çok önemlidir: Bu kiliselerde kullanılan dil hâlâ eski Yunancadır. İşte burada Rusların 988’de -Bizans kontrollü de olsa- Hıristiyanlığı kabul edişlerinde eski Slavcanın kilise dili olarak kullanılmasını şart koşmuş olmalarının önemi ortaya çıkmaktadır. Rus Kilisesi’nin aynı din ve mezhepte olmak dışında dil bağı yoktur ve diğer Slav kiliseler de eski Slavcayı kilise dili olarak kullanırlar.

İstanbul’un Fethi ile birlikte Rusya Yunanlılara karşı hasmane bir tutum sergilemeye başlar. İstanbul’un Fethi’nden önce bilindiği gibi Bizans imparatoru askeri destek karşılında ve Ortodoksluğu lağv etmek koşulu ile Papalığa taviz vermiş ve Katolik ile Ortodoksluğun birleştirilmesi için İstanbul’a gelen bir kardinal da Fetihten kısa bir süre önce kutlanan Paskalya Bayramı’nı Katolik Ritüeline göre icra etmiştir.

Rusya bu yapılanın dine karşı bir “ihanet” olduğuna inanmıştır. Bu inanış daha sonraki süreçte, Rusya’nın, Ortodoksların hamiliğine soyunmasına, Panslavizmin destekçisi olmasına ve sonraki asırlarda Osmanlı’nın başına çok dertler açan “Grek Projesi”ni (Project Grek) devreye sokmasına neden oldu.

Tarih boyunca diğer ülkelerde ve en çok Bizans’ta da olduğu gibi kilise; hep imparatorların maşası olmuştur. Rus Çarı 1. Petro (Büyük Petro) da bu bağlamda 1721’de Moskova Patrikliği’ni etkisizleştirdi ve devlet denetimi altında bir Sen Sinod kurdu. Bu tarihten sonra kilise daima çarlığın maşasıdır ve bağımsız hareket kabiliyeti yoktur.

1917 Ağustos’unda -ki o çok karmaşık bir dönemdi- Moskova Patrikliği yeniden kuruldu ve başına Patrik “Tihon” geçti ama bu kez de hemen ardından “Ekim Devrimi” gerçekleşti. 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler, ilk olarak kiliselerin sınırsız mal varlıklarına el koydular ve Çar Romanov ve ailesi ile birlikte Moskova Patriğini de öldürdüler.

Bolşeviklere karşı çıkan bir grup din adamı kutsal eşyaları da kaçırarak eski Yugoslavya'da bir Rus Ortodoksluk merkezi kurdular. Bu kilise 1950 yılında New York'a taşındı ve diaspora Ruslarının en önemli dini merkezi oldu.

Rus Kilisesi’nin Bolşeviklerden itibaren olan Komünist dönemde yaşadıkları tek başına bir makale ile dahi irdelenemez. Bu makalemizde varmak istediğimiz noktada daha fazla açılıma gerek olmadığı kanaatindeyiz. Bu süreç; Çarların oyuncağı olan kilisenin bu kez de komünistlerin oyuncağı olduğu bir süreçtir ve sisteme bağlılık göstermeyen din adamları çok zor durumlara düşmüştür.

Stalin’in 1943’ten itibaren din politikasını değiştirmesi Rus Kilisesi için bir dönüm noktasıdır. Bu değişim; 1945’te 1870 Bulgar Eksarlığı Fermanı’ndan itibaren Rum Patrikhanesi tarafından afarozlu (Shizmatik) olan Bulgar Kilisesi’nin de durumunu değiştirmiştir. (Bu konuda bir önceki makalemizin okunması tavsiye edilir)

Sovyetler Birliği yıkılınca Patrik 2. Aleksey, Amerika’daki kiliseyi Rusya'daki Kilise ile birleştirmek istedi.  ABD Rus Kilisesi iki şartla birleşmeyi onaylayacaklarını açıkladılar. Komünistlerin katlettiği insanlar için bir anma günü ilan edilmesi ve eski Patrik Sergey'in komünistlere koşulsuz boyun eğmiş olduğu için bu hususta kilisece tüm Ruslardan özür dilenmesi. Bu talepleri  Putin ve Patrik Aleksiy kabul etmediler. Ancak yine de birleşme gerçekleşti. Tabi ki bu birleşme ile birlikte Moskova Patrikhanesi çok güçlendi ve Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik iddialarına bir safsata olarak bakmaya başladı. Bu zaten Putin’in de desteklediği bir tepkiydi. Putin; İstanbul ziyaretinde Ortodoks olmayan devlet adamlarının dahi her ne sebeble İstanbul’da bulunsalar mutlaka bir ziyaret gerçekleştirdikleri Rum Patrikhane’sine uğramadı…

Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus bilindiği gibi Rusya’dadır. Bu noktaya, Rusya’nın değişimden önceki pozisyonunu ve SSCB dönemi göz önüne alınarak bakıldığında, Ortodoksların yarıdan fazlasının bu coğrafyada bulunduğu görülür. Moskova Patrikhanesi bu bağlamda, kendisinin dünyadaki en büyük Ortodoks cemaate sahip olduğunu ve Dünya üzerindeki her 2 Ortodoks’tan birinin Rus olduğunu her fırsatta ortaya koyar.

Sovyet Rusya’nın dağılması ile birlikte Moskova ile sürekli rekabet içinde olan Rum Patrikhanesi gözünü dağılma neticesinde ayrılan devletlerdeki kiliselere dikti. Bunların en önemlileri de şüphesiz Ukrayna ve Gürcistan kiliseleridir. Bu ülkelerdeki kiliselerin eskiden Moskova olan dini idare merkezini ya da otoritesini kendi ulusal politikaları çerçevesinde, kabul etmemeleri ise çok doğal bir tepkidir. Bu tepki Ukrayna ve Gürcistan’ı bir arayışa sokmuştur. Bu başsız kalan kiliseler, Rum Patrikhanesi’nin ağzının suyunun akmasına neden olması ise bir başka önemli noktadır.

Rum Patriği Barholomeos 7-12 Ekim 2011 arasında Aynaroz Bölgesi’ne bir ziyaret yaptı. Bu ziyaret, o bölgede Rusya için fevkalade önem arz eden “Aziz Pandeleimon Rus Manastır”ı ile ilgili Rusya’nın da önemli bir adım atmasına neden oldu. 30 Eylül 2011’de Rus Patriği Kiril, Devlet başkanı Dimitri Medvedev ve çok üst düzey bürokratların katılımı ile “Aziz Pandeleimon Rus Manastırı Kültür ve Manevi Mirası Koruma Kurulu” oluşturuldu ve bu manastırın rehabilitasyonu için çok büyük bir bütçe ayrıldı.

Böyle büyük bir gövde gösterisinin nedenleri arasındaki en önemli husus ise 1 Eylül’de Rum Patrikhanesi’nde yapılan ve kendileri ile ilgili konuları da içeren ama Rus Kilisesi’nden bir temsilcinin çağırılmadığı bir toplantıdır.

Eski Sovyet yönetiminde olan Baltık ülkelerinin kiliseleri de bu değişim sürecinde teker teker Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar ama bunlar Ukrayna ve Gürcistan kadar önemli değildir. Bu iki ülkede de geçtiğimiz iki yıl içinde Rum Patriği Bartholomeos’un gövde gösterileri oldu ve Rusya tarafından hoş karşılanmadı. Bir sonraki yazımızda; bu gezileri ve Patrikhane’nin Ukrayna ve Gürcistan faaliyetlerini ayrıntıları ile ele alacağız.

6 Aralık 2010 Pazartesi

RUSLAR RUM PATRİĞİ BARTHOLOMEOS’A MOSKOVA ZİYARETİNDE GERÇEK GÜCÜN NE OLDUĞUNU GÖSTERDİ


Geçtiğimiz günlerin en büyük olayı şüphesiz Filistin’e giden gemilerdi. Daha sonra İran’la ilgili olarak yapılan nükleer oylama gündemdeki bir başka önemli konuydu. İçinde bulunduğumuz jeopolitik durum söz konusu olduğunda elbette ki en sıcak gelişmelerin gündem başı olması da olağandır. Tabi bu arada yurt içinde sürekli derinden sarsıldığımız terör kurbanlarımız için ağlıyoruz.

Ülkemiz için son derece önemli bir konu, bu yoğun gündem arasında çok az yer aldı. Rum Patriği Bartholomeos ve beraberindeki bir grup din adamı ve kişiler Moskova’ya gittiler. Haber niteliği dışında hiç yorumlanmayan bu ziyaret aslında bizim için de fevkalade önemliydi. Ziyaretin, Türkiye’nin önüne sıkça getirilen, Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümeniklik” talebi ile ilgili olarak göz önüne alınması ve bu doğrultuda irdelenmesi gereklidir.

Ülkemizde konuyla en alakasız olanlar da Ekümeniklik, Heybeliada Ruhban Okulu ve son birkaç yılda gündeme gelen Büyükada Yetimhanesi ile ilgili birkaç şey bilirler. Bunlardan Yetimhane bana göre en son sırada yer alır ve bir hukuk sürecidir. Yetimhane kadar masum olmasa da Heybeliada Ruhban Okulu için de hukuksal ama daha çok idari bir konu olduğunu, Türkiye’nin bu okulun açılmasına engel olmadığını, ancak bir hukuk devleti olan ülkemizdeki, başta Anayasa ve birçok kanun ve tabi ki yönetmeliklerle bağdaşmayan Patrikhane isteklerinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Ekümenizm ise Türkiye için felaketle sonuçlanabilecek sorunlar yaratabilir ve bu hususta çok dikkatli olunmalıdır. Bu üç başlıktan başka, bir de sessiz sedasız yürüyen bir başka nokta ise yabancı uyruklu din adamlarına verilmek istenen Türk Vatandaşlığı konusudur. Rum Patrikhanesi; sadece bu birkaç konu başlığı ile sınırlı olmayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde baş ağrıtan ve ağrıtmaya devam edecek bir sorunlar yumağıdır.

Tüm Dünya Ortodokslarının liderliğine soyunan, kendini “Evrensel Patrik” saydırmaya çalışan, ancak sayıları bin kişiden biraz fazla kalmış bir “Cemaat Başpapazı” olmaktan öte olmayan patrik; bu konudaki en önemli desteğini şüphesiz Amerika’dan almaktadır. Bu destek; salt ABD ile sınırlı olmayıp tüm AB ülkeleri de patriğe destek olmaktadırlar. Başta ABD olmak üzere Katolik ve Protestan ülkelerin, Ortodoks Rum Patriği’ne neden destek verdikleri önemle sorgulanmalıdır.

Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus Rusya’dadır. Bu nokta, Rusya’nın değişimden önceki pozisyonuna, SSCB dönemi göz önüne alınarak bakıldığında, Ortodoksların yarıdan fazlasının bu coğrafyada bulunduğu görülür. Dünya üzerindeki kendine direk bağlı olan Yunan/Rum nüfusun Ortodokslardaki payı yüzde beşten fazla olmayan Fener Rum Patrikhanesi’nin evrensellik iddiaları dini açıdan mümkün değildir.(1) Patrikhane bu konuda siyasi olarak çok büyük destek görmektedir.

ABD’nin ve AB ülkelerinin desteği elbette ki tek bir sebepten değildir. Bu çok yönlü bir denklemdir. Bu denklemin çok somut, çok belirgin olan bir yönü vardır. Bu; başta ABD olma üzere diğer ülkelerin Rusya’ya karşı olan tavrıdır. Her ne kadar ABD, şu anda Dünya’daki en büyük güç olarak görünse dahi Rusya’nın gücü de tartışılamaz. Bu güçlü ülke komünist dönemde dahi kilisenin gücünü muhafaza etmesini sağlamıştır. Hatta bunun fevkalade farkındadır demek de mümkündür. Dünya’daki en büyük güçlerden biri olan Rusya’nın topraklarında, en yaygın din ya da mezhep Ortodoksluktur ve Dünya Ortodokslarının yarısı bu ülkenin vatandaşıdır. O halde kısaca şunu demek mümkündür: “Rusya güçlüdür ve Rusya’da kilise de çok güçlüdür.”

Fener Rum Patrikhanesi’nin “Biz Ekümeniğiz” söylemleri Rus Kilisesi’nden destek görmez. Bazen oluşan ilişkileri, ziyaretleri hatta dinsel toplantıları bu nedenle çok iyi incelemek ve satır aralarını okumak şarttır. Rusya’nın, Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı olan tutumu; İstanbul’un Fethi’nden de önceye dayanır. Bizans, Rusya’nın gözünde Ortodoksluğa ihanet etmiştir. Tek başına Dünya Ortodokslarını temsil edemez ve bu bağlamda “Evrensel” değildir.

Rusya dışındaki Ortodoks ülkelerin yöneticilerinin İstanbul ziyaretlerinde Patrikhane ziyaretleri ve Patriğin hürmet gösterileri basınımızda çok yer alır. Bu aslında sadece Ortodokslarla sınırlı kalmaz. Katolik ve Protestan çok sayıda devlet adamının da bu “Hürmet” sunma yarışında olduğu da basından gözlemlenir.

İşte bu bağlamda; Putin’in birkaç yıl evvel Türkiye’ye yaptığı ziyaret programında Rum Patrikhanesi’ni ziyaret etmemesi ve nedenleri çok önemli bir husustur. Rusya; Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkiye girmez. Temmuz 2009’da yeni Rus Patriği Kiril’in, İstanbul’da yapılan Ortodoks Birliği Toplantısı’na katılması üzerine Rus Patriği’nin Fener’in Ekümenikliğini tanıdığı şeklinde spekülasyonlar yapıldı. Bu tabi ki kesinlikle doğru bir tespit değildi. Tüm Ortodoksların yöneticilerinin bulunduğu bir toplantı sebebiyle ve yeni seçildiğinden bu yana henüz görmediği başka patriklerin olduğu bir ortamda, Dünya Ortodoks nüfusunun yarısının dini liderinin bulunmasına başka bir anlam yüklemek yanlıştı. Aynı bağlamda ise Rus Patriği’nin bu toplantıda bulunmaması da büyük yanlış olurdu.

Mayıs sonunda Moskova’da tüm Ortodoksların katıldığı bir konsül yapıldı. Bu konsül; bu gün Rusya ve diğer Slav ülkelerinde kullanılan alfabeyi ortaya çıkaran Kiril ve Metodi kardeşlerin de anıldığı güne denk getirildi. Bu alfabenin bir başka yönden de büyük önemi vardır. Panslavizm’in en büyük argümanı “Kiril Alfabesi”dir. Panslavizm’in, tarihsel süreçteki en büyük destekçisi ise sadece Rusya olmuştur. Bulgarların, Osmanlı karşıtı isyanının başlıca kaynağı; Rusya desteğindeki Panslavizm ile birlikte sağlanmıştır.

İşte şimdi bu güçlü kilise ve arkasındaki güçlü devlet tüm Ortodoksları kapsayan büyük bir organizasyonla Moskova’da gövde gösterisi yaptı. Heyetlerin daha alana inmelerinden başlayarak çok büyük bir karşılama oldu. Fener Rum Patriği ve beraberindeki heyet ise daha da görkemli karşılandılar. Bunu birileri Fener Rum Patriği’ne yapılan çok büyük “hürmet” olarak algıladılar. Hürmet elbette ki vardı ama esas olan orada büyük bir “Güç Gösterisi” yapıldığı idi. Bartholomeos, bu güç gösterisi altında gerçekten ezildi. Ülkemizde çıkan haberlerde bu güç ya da gövde gösterisi hiç dikkate alınmadı.

Gezi; baştan sona çok “ezici” bir gövde gösterisi şeklinde gerçekleştirildi. Rusya Devlet Başkanı Medvedev de bu gösteriye katıldı ve görüşmeler oldu. Ziyaret esnasında gerçekleştirilen ancak basında yer almayan bir nokta üzerinde durmak gereklidir. Vladimir Putin; İstanbul’da ayağına gitmediği, ziyaret etmediği Barholomeos ile bir kilisede ve çok ufak bir odada baş başa görüştüler.

Rusların, tören ve gösteri işinde ve görsellik açısından ne kadar başarılı oldukları bilinir. Çarlık döneminden kalma, Dünya’nın en görkemli kiliseleri Rusya’dadır. Rus Patrikhanesi’nin de kullanımına açık olan Kraliyet Sarayı ise şatafat açısından en had safhadadır.

Barholomeos Rusya’da; Rus Kilisesi’nin ve Dünya’daki en büyük Ortodoks topluluğunun gücünü, arkasında “Devlet” olan büyük bir kilise yapılanmasını ve şurada bin kişi kalmış cemaatiyle ve Patrikhane içindeki o mütevazı kilisesi Aya Yorgi ile ne kadar “Evrensel” ve “Ekümenik” olabileceğini çok iyi bir şekilde gördü.





1-Gözde Kılıç Yaşın, dünya üzerindeki 220 milyon Ortodoks insanın sadece binde 1.3’ü üzerinde Fener Rum Patrikhanesi’nin ruhani yetkileri olduğu iddiasında bulunmaktadır. İlgili makale için bkz. Gözde Kılıç Yaşın, “Patrikhane’nin Ekümeniklik İddiası”, Cumhuriyet Strateji, S. 25