patrik kiril etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
patrik kiril etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2012 Pazar

RUM PATRİKHANESİ ve UKRAYNA, GÜRCİSTAN İLİŞKİLERİ

Moskova Patrikliği ile Fener Rum Patrikhanesi'nin arasında ezeli bir rekabet vardır. Bu rekabet ya da husumet, Bizans’ın Osmanlılara karşı yardım vaadi karşılığında Ortodoksluk ve Katolikliğin tek çatı altında yapılanmasına rıza göstermesinden kaynaklanır. Rusların Bizans’ın dine “ihanet” ettiğine olan inancı, yüzyıllardır süren bir tepki şeklinde hâlâ süregelmektedir. Hatta Moskova İstanbul’un Fethi’nden sonra kendisini 3.Roma saydı. Tarihsel süreçte bu zihniyet; Rusların, Osmanlı’nın başına büyük işler açmasına neden olan, Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların hamiliğine soyunmalarına ve “Project Greek” adı altındaki Grek Projesi ile Panslavizm’in destekçisi ve hamisi olmasına da nedendir. 

Ortodokslukta, Katolikliklerin Papası gibi tek otorite yok... Bu mezhepteki tüm ülkelerin kiliseleri millidir ve prensipte bağımsızdırlar ve Fener Rum Patrikhanesi’nin başında o esnada bulunan patriğin, (rütbe açısından) diğer patrikhanelerin başındaki patriklerden daha üst bir rütbesi de yoktur. Çünkü Ortodoks Dünyası’nda, Katolik Kilisesindeki Papanın ruhani reisliği örneğinde olduğu gibi tek bir ruhani lidere tabi olma durumu da yoktur. Nitekim Dünya Ortodoksları; Rusya, Ukrayna, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Yunanistan Patrikhaneleri ya da başpiskoposlukları tarafından yönetilmektedir ve Fener Rum Patrikliği’nin “ekümeniklik” iddiası bir yana “primus inter pares” (eşitler arasında birinci) konumu dahi tartışmalıdır. 

Soğuk Savaş döneminin ardından Rusya’nın, eski coğrafyasında (SSCB) bulunan Ortodoks halkların üzerinde Moskova Patrikhanesi’nin etkili olmasını sağlama gayretleri başladı. Zira 200 milyondan fazla Slav-Ortodoks’un (dini açıdan) başı konumunda bulunan Rus Kilisesi üzerinde ABD’nin, Fener Rum Patrikhanesi’ni kullanarak etki/baskı kurma gayretleri de Soğuk Savaş döneminin hemen ardından yoğunlaştı. Rusya’nın kendi patrikhanesini kullanarak ve kiliseye her türlü desteği de vererek güçlendirme çabalarının karşısında, ABD’nin de Rum Patrikhanesi’ne olan ilgisi ve desteği arttı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi kadar eski olan Rum Patrikhanesi’ne olan ABD desteği, Sovyet Rusya’nın çöküşü ile birlikte ABD’nin adeta bir dış politika hedefi halini aldı. Rus Kilisesi’nin şemsiyesi altında ya da himayesi altında olmayı kabul etmeyen ve Sovyet rejimin çöküşü/bitişinin hemen ardından Rus Patrikhanesi’nin dini hiyerarşisinden kopan, Baltık ülkelerinin kiliseleri ile Ukrayna ve Gürcistan kiliseleri Moskova’dan ayrılmışlardır.

Eski Sovyet coğrafyasında bulunan devletler ile olan siyasi ve ekonomik ilişkiler politik açıdan bu süreçte çok önem kazandı. ABD ile AB’nin bu ülkelerde etkili olmasının getireceği kazanımlardan ötürü, çok fazla siyasi etkenin arasına bu Ortodoks halkların Moskova’nın dini otoritesinden etkilenmemeleri de eklendi.

Geçtiğimiz senenin Eylül ayında İstanbul’da İskenderiye ve Antakya’ patriklerinin yanı sıra tarihi önem açısından bu iki patrikhanenin hemen ardından gelen “Kudüs Patriği” ile başpiskoposlar sıralamasında hayli geride olan “Kıbrıs Başpiskoposu”nun da bulunduğu “beşli” bir toplantı yapıldı.

Patriklerin genel Ortodoks toplantıları dışında böyle bir araya gelmeleri rutin bir davranış değildi ve Atina Başpiskoposu gibi, hem hitap ettiği nüfus sayısı, hem de otoritesi açısından önemli bir konumda olan bir başpiskoposun çağırılmadığı bu toplantıda; Türk düşmanlığı ile bilinen Kıbrıs Başpiskoposu’nun da bulunması ise çok ilginç oldu.

Bu gizemli toplantının ana gündemi; 2011 içinde yapılacak olan genel Ortodoks toplantısı öncesinde, “Rus Patriği”ne karşı alınacak stratejiyi belirlemekti ve bu durum Moskova’yı fevkalade kızdırdı. Bu toplantının maksadının sadece Akdeniz ülkelerindeki gelişmeleri değerlendirmek olduğu şeklinde yapılan açıklamaya karşın, Kıbrıs Başpiskoposu Hrisostomos, toplantının öncesinde; bu toplantıda tüm Ortodoks dünyasını ilgilendiren kararların alınacağını beyan etmesi ise kafalarda çok soru işareti yarattı.

Kıbrıs Rum Kesimi’nin önümüzdeki dönem “AB Dönem Başkanlığı”nı alacak olması ve buna Türkiye’nin gösterdiği tepkileri göz önüne aldığımızda, Kıbrıs Başpiskoposu Hrisostomos’un beyanlarına sıradan bir söylem olarak bakmak mümkün değildir. Geçtiğimiz sene Kıbrıs Rum Kesimi’nde oynanan Apoel-Pınar Karşıyaka basketbol maçında, fanatik Rumlarca takımımız oyuncularına ve yöneticilerine yapılan taşlı sopalı saldırıyı tertipleyen aşırı ırkçı örgüt “Ulusal Halk Cephesi”nin (ELAM) ardında, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu 2. Hrisostomos’un (Chrysostomos of Kition) bulunduğu, bizzat Rum lider Hristofyas tarafından kendi meclislerinde ifade edilmişti. 

Öte yandan, ABD’de kurulu “Order of Saint Andrew The Apostle Archon of The Ecumenical Patriarchate” adlı bir derneğin adı son bir yıl içinde ülkemizde sıkça telaffuz edildi. Kısaca “Archonlar” olarak tanımlanan bu derneğin üyeleri şu anda ABD’de inanılmaz siyasi ve ekonomik güce sahiptirler.  Archonlar, Patrikhane’ye “ekümenik” statü verilmesini ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını sağlamak için canla başla çalışmaktadırlar. Bu tabloya baktığımızda Fener ile Moskova arasındaki güç savaşının bir ayağının da Türkiye’de olacağı anlaşılmaktadır. 

Eski Sovyet rejiminden ayrılan Baltık ülkelerinin Fener ve Moskova iklimindeki pozisyonlarının bu makalemiz açısından şu esnada önemi yoktur. Ancak Ukrayna ve Gürcistan’ın pozisyonlarının, her iki ülke ile olan siyasi ilişkilerimiz ve ekonomik işbirliklerimiz çerçevesindeki pozisyonları bizim açımızdan çok önemlidir ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in iktidara gelmesinden sonra Rusya için daha fazla önem kazanan Avrasya coğrafyasında Ukrayna'nın Batı yanlısı bir politika izlemesi Rusya açısından kabul edilememiştir. Çünkü Ukrayna, 45 milyon nüfusuyla ve kalabalık Ortodoks cemaatiyle, Rusya açısından son derece önemli bir ülkedir. Rusya için, Ukrayna’yı kendi denetiminde tutmanın tek yolu ise artık salt enerji değildir. 

İşte bu karmaşık ilişkiler yumağı içinde Ortodoksluk da çok büyük bir koz olarak öne çıkmaktadır. Rum Patriği Bartholomeos, geçtiğimiz yıllarda bu iki ülkeye ziyaretler yapmış ve devlet başkanı gibi karşılanmıştı.

Bu noktada ABD ve AB’nin Ortodokslar üzerindeki bu çalışmalarında en büyük edinimi sağlayan unsur; Sovyet rejiminin çöküşüdür. Eskiden Moskova Patrikliği’ne bağlı olmak durumunda/zorunda olan SSCB’den ayrılmış ülkelerin, doğal bir milli tepkileri olarak hâlâ Moskova’ya dini açıdan bağlı kalmama istekleri anlaşılır tepkilerdir. 

Protestan yoğun bir ülke olan ABD’nin ve de Katolik ve Protestan ülkeler topluluğu olarak tanımlayabileceğimiz Avrupa’nın neden Ortodoks Dünyası’na müdahil olduklarını açıklamak ve Rum Patrikhanesi’ne verilen çok üst seviyedeki desteğin perde arkasını anlamak elbette ki çok yönlü bir denklemdir. Fakat bu denklemin en bilinen ayağı Rusya’nın Ortodokslar üzerinde egemen olmamasını sağlamaktır.

Burada dini değil de siyasi boyutları çok yüksek olan bir güç savaşı bulunduğuna da vurgu yapmak isteriz.  Bu güç savaşı da ister istemez ABD destekli Fener Rum Patrikhanesi’ni çok önemli bir aktör yapmaktadır. Mecazi anlamda; “Ortodoks Halifeliği” kurmakla eşdeğer olarak nitelendirilebilecek olan Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenizm” statüsünün kabul edilmesi, ileriye yönelik olarak topraklarımızda büyük bir güç yaratacaktır.

İstanbul’un Fethi’ni müteakip, Fatih Sultan Mehmet’in o esnada boş olan Rum Patrikliği’ne Yennadios’u tayin etmesi ve ona “Millet Başı” ünvanı ile dini olmaktan öte cismani yetkiler vermesi belki ilk bakışta çok büyük bir “hoşgörü” örneğidir… Fakat tarihsel süreç içinde Osmanlı’nın büyümesi ile birlikte adeta ikinci bir sultanlık da bu topraklarda büyümüş ve ilerleyen asırlarda Osmanlı’nın sonunu getiren ve nihayet 1932’de Yunanistan’ın kurulmasına da neden olan bir dev yaratmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra Rum Patrikhanesi’nin “Millet Başı” ünvanı ve cismani yetkileri kadük olmuş, Lozan’da varılan sözlü mutabakatlar sonucunda ise Patrikhane sadece Türkiye topraklarında yerleşik Rumların, dini lideri olarak ülkemizde kalmıştır. Görülüyor ki “masum” bir istek ya da dilek şeklinde bize yutturulmaya çalışılan “ekümenizm” statüsü aslında Patrikhane açısından çok büyük edinimlerin sağlanmasına neden olacaktır. 

http://www.21yyte.org/tr/

 

11 Mayıs 2012 Cuma

RUM PATRİKHANESİ ve RUS KİLİSESİ


Rusların Hıristiyanlıkla tanışması 988 yılında gerçekleşmiştir.  O zamanki adı ile “Kiev Devleti”nin Büyük Knez’i 1. Vladimir Kiev ile Novgorod’u birleştirerek bugünkü Ukrayna’dan Baltık Denizi’ne kadar büyük bir devlet kurmuştur. Bir putperest olan ve hatta insanların kurban edildiği ayinlere de katıldığı bilinen 1. Vladimir; Bizans İmparatoru Basileios ile askeri bir anlaşma yaparak ve kız kardeşinin de imparatorla evlenmesi karşılığında ittifaka girdi. Bu ittifak ile birlikte Rusların Hıristiyanlığı kabul etmesi ve ayinlerde eski kilise Slavcası’nın kullanılması taraflarca kabul edildi.

Hıristiyanlığın Rusların arasında kabul edilmesinin ardından, bir Bizanslı metropolit kiliseyi organize etti ve Ruslar dinsel açıdan 1037’den 1448’e kadar Konstantinopolis’in denetimi altında oldular. Ancak ilk kabul ediş esnasında eski Slavca’nın “Kilise Dili” olarak devrede olmasının Rus Kilisesi’nin bugünkü gücünde olmasındaki rolü büyüktür.

Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik iddialarını biliriz. Ancak bu doğru değildir. Zira Ekümenik olmanın en büyük şartı; kilisenin bir Havari tarafından kurulmuş olmasıdır. Dünya’da bu vasfa sahip olan, üç Ekümenik Patrikhane vardır. (Roma, İskenderiye, Antakya) Fakat Roma dışındaki diğer kiliseler -ki bunlar bugün Ortodoks kiliselerdir- Rum Patrikhanesi’ni ekümenik olarak kabul ederler ve kendi aralarında Rum Patrikhanesi’ni “Eşitler Arasında Birinci” (Primus inter pare) olarak tanımlarlar.

Burada şu husus çok önemlidir: Bu kiliselerde kullanılan dil hâlâ eski Yunancadır. İşte burada Rusların 988’de -Bizans kontrollü de olsa- Hıristiyanlığı kabul edişlerinde eski Slavcanın kilise dili olarak kullanılmasını şart koşmuş olmalarının önemi ortaya çıkmaktadır. Rus Kilisesi’nin aynı din ve mezhepte olmak dışında dil bağı yoktur ve diğer Slav kiliseler de eski Slavcayı kilise dili olarak kullanırlar.

İstanbul’un Fethi ile birlikte Rusya Yunanlılara karşı hasmane bir tutum sergilemeye başlar. İstanbul’un Fethi’nden önce bilindiği gibi Bizans imparatoru askeri destek karşılında ve Ortodoksluğu lağv etmek koşulu ile Papalığa taviz vermiş ve Katolik ile Ortodoksluğun birleştirilmesi için İstanbul’a gelen bir kardinal da Fetihten kısa bir süre önce kutlanan Paskalya Bayramı’nı Katolik Ritüeline göre icra etmiştir.

Rusya bu yapılanın dine karşı bir “ihanet” olduğuna inanmıştır. Bu inanış daha sonraki süreçte, Rusya’nın, Ortodoksların hamiliğine soyunmasına, Panslavizmin destekçisi olmasına ve sonraki asırlarda Osmanlı’nın başına çok dertler açan “Grek Projesi”ni (Project Grek) devreye sokmasına neden oldu.

Tarih boyunca diğer ülkelerde ve en çok Bizans’ta da olduğu gibi kilise; hep imparatorların maşası olmuştur. Rus Çarı 1. Petro (Büyük Petro) da bu bağlamda 1721’de Moskova Patrikliği’ni etkisizleştirdi ve devlet denetimi altında bir Sen Sinod kurdu. Bu tarihten sonra kilise daima çarlığın maşasıdır ve bağımsız hareket kabiliyeti yoktur.

1917 Ağustos’unda -ki o çok karmaşık bir dönemdi- Moskova Patrikliği yeniden kuruldu ve başına Patrik “Tihon” geçti ama bu kez de hemen ardından “Ekim Devrimi” gerçekleşti. 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Bolşevikler, ilk olarak kiliselerin sınırsız mal varlıklarına el koydular ve Çar Romanov ve ailesi ile birlikte Moskova Patriğini de öldürdüler.

Bolşeviklere karşı çıkan bir grup din adamı kutsal eşyaları da kaçırarak eski Yugoslavya'da bir Rus Ortodoksluk merkezi kurdular. Bu kilise 1950 yılında New York'a taşındı ve diaspora Ruslarının en önemli dini merkezi oldu.

Rus Kilisesi’nin Bolşeviklerden itibaren olan Komünist dönemde yaşadıkları tek başına bir makale ile dahi irdelenemez. Bu makalemizde varmak istediğimiz noktada daha fazla açılıma gerek olmadığı kanaatindeyiz. Bu süreç; Çarların oyuncağı olan kilisenin bu kez de komünistlerin oyuncağı olduğu bir süreçtir ve sisteme bağlılık göstermeyen din adamları çok zor durumlara düşmüştür.

Stalin’in 1943’ten itibaren din politikasını değiştirmesi Rus Kilisesi için bir dönüm noktasıdır. Bu değişim; 1945’te 1870 Bulgar Eksarlığı Fermanı’ndan itibaren Rum Patrikhanesi tarafından afarozlu (Shizmatik) olan Bulgar Kilisesi’nin de durumunu değiştirmiştir. (Bu konuda bir önceki makalemizin okunması tavsiye edilir)

Sovyetler Birliği yıkılınca Patrik 2. Aleksey, Amerika’daki kiliseyi Rusya'daki Kilise ile birleştirmek istedi.  ABD Rus Kilisesi iki şartla birleşmeyi onaylayacaklarını açıkladılar. Komünistlerin katlettiği insanlar için bir anma günü ilan edilmesi ve eski Patrik Sergey'in komünistlere koşulsuz boyun eğmiş olduğu için bu hususta kilisece tüm Ruslardan özür dilenmesi. Bu talepleri  Putin ve Patrik Aleksiy kabul etmediler. Ancak yine de birleşme gerçekleşti. Tabi ki bu birleşme ile birlikte Moskova Patrikhanesi çok güçlendi ve Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenik iddialarına bir safsata olarak bakmaya başladı. Bu zaten Putin’in de desteklediği bir tepkiydi. Putin; İstanbul ziyaretinde Ortodoks olmayan devlet adamlarının dahi her ne sebeble İstanbul’da bulunsalar mutlaka bir ziyaret gerçekleştirdikleri Rum Patrikhane’sine uğramadı…

Dünya’daki en büyük Ortodoks nüfus bilindiği gibi Rusya’dadır. Bu noktaya, Rusya’nın değişimden önceki pozisyonunu ve SSCB dönemi göz önüne alınarak bakıldığında, Ortodoksların yarıdan fazlasının bu coğrafyada bulunduğu görülür. Moskova Patrikhanesi bu bağlamda, kendisinin dünyadaki en büyük Ortodoks cemaate sahip olduğunu ve Dünya üzerindeki her 2 Ortodoks’tan birinin Rus olduğunu her fırsatta ortaya koyar.

Sovyet Rusya’nın dağılması ile birlikte Moskova ile sürekli rekabet içinde olan Rum Patrikhanesi gözünü dağılma neticesinde ayrılan devletlerdeki kiliselere dikti. Bunların en önemlileri de şüphesiz Ukrayna ve Gürcistan kiliseleridir. Bu ülkelerdeki kiliselerin eskiden Moskova olan dini idare merkezini ya da otoritesini kendi ulusal politikaları çerçevesinde, kabul etmemeleri ise çok doğal bir tepkidir. Bu tepki Ukrayna ve Gürcistan’ı bir arayışa sokmuştur. Bu başsız kalan kiliseler, Rum Patrikhanesi’nin ağzının suyunun akmasına neden olması ise bir başka önemli noktadır.

Rum Patriği Barholomeos 7-12 Ekim 2011 arasında Aynaroz Bölgesi’ne bir ziyaret yaptı. Bu ziyaret, o bölgede Rusya için fevkalade önem arz eden “Aziz Pandeleimon Rus Manastır”ı ile ilgili Rusya’nın da önemli bir adım atmasına neden oldu. 30 Eylül 2011’de Rus Patriği Kiril, Devlet başkanı Dimitri Medvedev ve çok üst düzey bürokratların katılımı ile “Aziz Pandeleimon Rus Manastırı Kültür ve Manevi Mirası Koruma Kurulu” oluşturuldu ve bu manastırın rehabilitasyonu için çok büyük bir bütçe ayrıldı.

Böyle büyük bir gövde gösterisinin nedenleri arasındaki en önemli husus ise 1 Eylül’de Rum Patrikhanesi’nde yapılan ve kendileri ile ilgili konuları da içeren ama Rus Kilisesi’nden bir temsilcinin çağırılmadığı bir toplantıdır.

Eski Sovyet yönetiminde olan Baltık ülkelerinin kiliseleri de bu değişim sürecinde teker teker Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlandılar ama bunlar Ukrayna ve Gürcistan kadar önemli değildir. Bu iki ülkede de geçtiğimiz iki yıl içinde Rum Patriği Bartholomeos’un gövde gösterileri oldu ve Rusya tarafından hoş karşılanmadı. Bir sonraki yazımızda; bu gezileri ve Patrikhane’nin Ukrayna ve Gürcistan faaliyetlerini ayrıntıları ile ele alacağız.