22 Ekim 2012 Pazartesi

19. YÜZYIL’DA İSTANBUL’DAKİ BULGAR BASINI

  
2023 DERGİSİ’NİN EKİM 2012 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR


1789 Fransız İhtilâli’nin ardından bütün Avrupa’yı saran milliyetçilik akımı Balkanları da önemli ölçüde etkilemiş ve bu etkilenme şüphesiz en fazla Osmanlı Devleti’ni ilgilendirmiştir.  Zira Osmanlı idaresi altında, Balkanlar’da çok sayıda ulus vardı. Burada, ulus tanımının bugünkü ulus kavramı ile özdeş olmadığını ve o dönemde ulus tanımı ile dinsel ama başta etnik unsurların kast edildiğini vurgulayalım. 

Fatih Sultan Mehmet, 1453’te İstanbul’u aldığında ilk iş olarak Rum ve Ermeni Patrikhaneleri’ni işlevsel hale getirdi, örneğin boş olan Rum Patriklik makamını doldurttu. Ermeni Patriği’ne verilen “Millet Başı” ünvanının Ermenilerle sınırlı olması neticesinde oluşan tarihsel süreç bu makalenin konusu değildir. Ama Rum Patriği’ne verilen Millet Başı unvanı zaman içinde Osmanlı’nın en çok başını ağrıtan husus olmuştur. Zira Millet Başı sadece dinsel açıdan bir lider değildi. Patrikhanelerin, dinsel olmaktan başka cismani yetkileri de vardı ve bunlar vergi, kadılık yetkileri dışında kalan yargı, evlenme ve nüfus hareketleri ile daha birçok hususu içeriyordu. Rum Milleti dendiğinde sadece Rum ve Yunan unsurlar değil tüm Ortodoks tebaa bu kapsam içindeydi. 

Rum Patrikhanesi’nin yetkilerine en çok karşı çıkan etnik topluluk Bulgarlardı. 19. Yüzyıla gelindiğinde Bulgarların açısından iki farklı hareket yan yana ilerlemeye başladı. Bunlardan biri Fransız İhtilali’nin ardından yayılan milliyetçilik akımlarının, Balkanlarda da zuhur etmesi ve Bulgarlar arasında Osmanlı yönetiminden ayrılarak bağımsız bir Bulgaristan kurma düşüncesiydi. 

Diğer bir akım ise Osmanlı’dan ayrılmayı düşünmeden, hatta Osmanlı’nın ve de Sultan’ın desteği ile Rum Patrikhanesi’nden ve dolayısı ile Rum Milleti içinde telakki edilmekten kurtulmaktı. Bu bir anlamda dinsel, diğer anlamda da Patrikliğin cismani yetkilerinden kurtulmaktı.  Rum despotların topladığı vergiler, Bulgar diline olan baskı -ki bu noktada Bulgar milliyetçiliği ile de paralel bir başka akım da ortaya çıkmıştı- ve bu baskı neticesinde kiliselerde Yunanca ibadet etmeye zorlanma ile Bulgarların okullarda da Yunanca eğitime zorlanmaları başlıca hususlardı. Bulgarlar, Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise çatısı altında idare edilmek isteğindeydiler.

Bir başka husus da Bulgarlar arasında başlayan misyonerlik faaliyetleriydi. Rum Patrikhanesi’ne tepki duyan, varlıklı Bulgar aileler çocuklarını Yunanca eğitim verilen okullara göndermemeye başladılar. En tercih edilen okul ise ünlü misyoner Hamlin’in kurduğu “Robert College” idi. Robert College’de okuyan Bulgar gençleri ve aileleri arasında Patrikhane’ye tepki olarak Protestanlaşma başladı. Vatikan da boş durmuyor ve bir yandan onlar da kendi misyonerlik faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Bu dönemde, mezhep değiştirme neticesinde Bulgar Ortodoks Cemaati’nden ayrılan, dolayısı ile de Rum Milleti’nin bir bireyi olma vasfını sırtından atanların sayısı hızla artmaya başladı. Bu ayrışma ise Bulgar dini liderlerini endişelenmeye sevk etmişti. Zira Ortodoks cemaat azalıyordu. 

Bir yandan milliyetçilik, diğer yandan Sultan’a bağlı Bulgar kilise önderlerinin faaliyetleri neticesinde, 1870’de “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” çıktı ve Bulgarlar, Rum Milleti’nden ayrıldılar. 

Bu dinsel mücadeleleri sürdürenler ve milliyetçi akımlar tabiî ki seslerini duyurmak için medyanın gücünü kullandılar. 19. Yüzyıl’da Osmanlı toprakları üzerinde azımsanmayacak sayıda Bulgar Gazetesi çıktı. 1830’dan itibaren İstanbul’daki Bulgarların ticari açıdan da organize oldukları, loncalar kurarak örgütlenmeleri,  öte yandan Neofit Bozveli ve İlarion Makariopolski gibi dini liderlerin ise bağımsız bir kilise için başlayan faaliyetleri görülür.  

O dönemdeki gazete ve dergi çeşitliliğini burada tam olarak yansıtmak mümkün değil… Bu makalemizde, 19. Yüzyıl’da Osmanlı toprakları üzerinde basılmış çok sayıda Bulgarca gazete ve derginin arasından farklı görüşlerde yayın yapan ya da dönemin çok önemli yayın organı niteliğinde olan 12 gazete ve 1 dergiyi ele alıyoruz.  Gazetelerin yayın politikalarından yola çıkarak yukarıda kısa açıklamasını yaptığımız farklı görüşler hakkında da kanaat sahibi olunabilir. 

27 Eylül 2010’da, İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi tarafından, Rektörlük Merkez Binası’nda, İstanbul’da; Osmanlı döneminde yabancı dillerde basılmış gazete ve dergiler sergilendi ve “Çok Dilli İletişimin Merkezi: İstanbul, Paneli ve Sergisi” düzenlendi.  

Bu serginin üçte birini arşivimizde bulunan ya da tarafımızca Bulgaristan’dan temin edilen Bulgarca gazete ve dergiler teşkil etti. Sergi dolayısı ile yaptığımız çalışmaları ve diyaları bu makalemizde paylaşıyoruz. Kaynakların çokluğu nedeniyle makalemizde dipnot uygulaması yapamadık. 


Alfabetik Sıralamayla 19. Y.Y. Osmanlı Dönemi Bulgar Basını Örnekler

 Bılgariya (Bulgaristan) 28x40cm 

Fransız Katolik misyonerlerinin himayesi ile çalışmalarını sürdüren, Bulgar Cemaati’ne yönelik Katolik misyonerliği yapan ve ilk sayısı 28 Mart 1859’de basılmış bir gazetedir. Bu gazetenin esas amacı Bulgar Katoliklerin sayısını arttırmaya yönelikti. Rum Patrikhanesi’nin baskıları nedeniyle 17. Yüzyılda zaten çok sayıda Bulgar Ortodoks Katolikleşmişti. Gazetenin ilk redaktörü Vatikan ile işbirliği içinde olan Dragan Tsankov’dur. Belli bir misyon amaçlamasından ötürü toplumun tam olarak ilgisine yanıt verememiş ve gerçek sorunları yansıtmayan, yanlı bir gazete olarak tarihe geçmiştir.

İlk döneminde haftalık bir gazete olarak çıkmış ancak belli zamanlarda ekler bastırarak yayın hayatını sürdürmüştür. 1861’in sonbaharından 1862’nin ilkbaharına kadar Hristo Vaklidov’un sponsorluğunda ve Tsankov’un redaktörlüğünde çıkartılırken “Bulgar” adını ilk taşıyan bir gazete olması ve sık sık Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı tutum gösteren yazılar yazması bir dönemde Katolik olmayan Bulgarlar arasında da popüler olmasına neden olmuştur. Bir yazısında Fener Rum Patrikhanesi’ne karşı tutumunu şu sözlerle ortaya koyar: “…Rumlar çobansız bir sürü bulmuşlar, sütünü sağıyorlar ama beslemiyorlar…” Bu ve daha çok sayıdaki Rum Patrikhanesi’ne karşı tepkisel yazılar, tabi ki o tarihte var olan Patrikhane karşıtlığı açısından heyecan vericiydi. Ancak gazetenin misyonunun, Ortodoks Bulgarları Patrikhane baskısından kurtarmaktan çok Katolik Bulgar sayısını artırmaya yönelik olmasından ötürü, o dönemde Patrikhane’den ayrılmak isteyen “Dini Bağımsızlık” yanlıları tarafından hoş gözle bakılmayan bir müessese konumundaydı ve Latince ve Fransızcayı önermekteydi.

Ayrıca Papa ve Papalığın önemi üzerinde çok duruyor, Bulgarların Roma ile çok eskilere dayanan tarihsel bağlarından söz eden makaleler neşrediyordu. Katolikliği seçmenin, Bulgar halkı için Fener Rum Patrikhanesi’nin ezici ve eritici etkisinden kurtulmanın biricik yolunun olduğunu savunan ve Roma Kilisesi’yle birleşmenin açık propagandasını yapan bir gazeteydi. 25 Mart 1863’te yayınına son vermiştir. 

Çitalişte (Okuma Yurdu Dergisi) 28x40cm


İstanbul’daki Bulgar Okuma Yurdu’nun yayın organı olarak iki haftada bir yayınlanmaktaydı. Kurucusu Marko Balabanov’dur. 1870–1875 arasında dergide, Lazar Yovçev, Todor İkonomov, Petko Slaveykov, Stefan Bobçev ve Dragan Tsankov gibi ünlü Bulgar aydınları redaktörlük yapmış sorumlu yayın işleri müdürlüğünü ise Pravo Gazetesi’nde de yöneticilik yapmış olan İvan Naydenov yapmıştır. Kendi matbaası olmayıp farklı matbaalarda basılmaktaydı. 1875–1876 yıllarındaki Bulgar isyanlarından ötürü yayınlanması durdurulmuştur. Derginin misyonu aydınlanmacı ve eğitimci bir çizgideydi. Yayın hayatına başlarken verdiği ilânlarda şöyle bir deklarasyon vardı:  Sevgili memleketlerinin kritik bir durumda bulunduğunu öne süren bir takım ateşli vatanseverler “silah, silah” diye ateşli naralar atıyorlar. Oysaki “Kitap, kitap” diye haykırmaları da gerekir ki aydınlanma yolunda ilerlensin.

Çitalişte Dergisi, Bulgarların (kendi bakış açısından) ulusal bilincini uyandırırmış ve kamuoyu oluşturmuştur. “Slav Birlikteliği Hakkında”, “Slavlar ve Bulgarlar HakkındaSlav ve Balkan Halkları Hakkında”  başlıklı makaleleri yankı yapmış ve Slavlık bilincini aşılamakta başarılı olmuştur. O günlerin popüler deyimiyle “Evrimci ve Aydınlanmacı”  çizgisini korumuş ve ileride oluşacak Bulgar İsyanı açısından başarılı olmuştur. O dönem için 1700 abonesi vardır ki bu önemli bir sayıdır. Bulgar aydını Bobçev’e göre; Çitalişte Dergisi yeterince okura veya aboneye sahipti ama devrin çalkantılı durumu çerçevesinde dağıtım hizmetlerinin düzensizliği ve derginin abonelere zamanında ulaşmaması sebebiyle yayın hayatını bitirmek zorunda kalmıştır. 

Gayda (Gayda) 28x40cm


15 Haziran 1863’te yayın hayatına başladığında, ilk kez, mizah ve hicvin süreli yayıncılıkta kullanılmasına bir örnek olmuştur.  Petko Slaveykov redaktörlüğünde çıkarılmaya başlanan gazetenin alt başlığı şöyleydi: “Bulgarları sarsarak kendine getirmeyi amaçlayan eleştiri gazetesi

Daha önce Bükreş’te “Smesna Kitka” (Karma Demet) başlıklı derlemeyi çıkaran ve bu arada birçok kitabını da Bulgar okurlarla buluşturan tanınmış yazar Petko Slaveykov, Gayda ile o yıllarda İstanbul’daki Bulgar gazeteciliğine yön veren kişi konumundadır. Slaveykov, mizahı gazeteciliğin silahı olarak kullanarak, onu acımasızca Rum Patrikhanesi’nin papazlarına ve Bulgar tüccarlarına (Çorbacılara) karşı yöneltir.

Balkapanı Lortları” nitelemesi yaptığı kişiler, kalburüstü Bulgar tüccar ve çorbacıları ve Bulgarlar arasında Katolik propagandası yapanlardır. Eleştiri çizgisinden dolayı kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, 17 Nisan 1865’ten itibaren gazetenin alt başlığını “Bilim ve Eğlence Gazetesi” olarak değiştirir. Ama bu 24 Nisan 1865’te yayınının durdurulmasını engellemez. Tekrar izin alır ve bu kez de “Bilim ve Sohbet Gazetesi” diye deklare edilir. Bir başka örneği olmadığından ötürü, Gayda Gazetesi Bulgar basın tarihinde benzersiz bir örnektir. 

İztoçno Vreme (Doğu Zamanı) 28x40cm 


The Levant Times” başlığı ile İngilizce ve Fransızca olarak çıkmakta iken, 12 Ocak 1874’te önce Dragan Tsankov, daha sonra da Petko Sandov redaktörlüğünde Bulgarca olarak yayınlanmaya başlanmıştır.  

31 Ağustos 1874’te ise “İztoçno Vreme” adını alarak bir Bulgar gazetesi olarak yayın hayatındaki yerini aldı. Gazete, zengin içerikli ve düzeyli yazılarla dikkati çekmekteydi. Tabi ki bunda kökeninin, The Levant Times gibi Osmanlı dönemi İstanbul’da basılan önemli bir gazeteden gelmesi önemli bir faktördü.  

Bulgarların çoğunluk olduğu bölgelerde Bulgarcanın resmi dil olarak kabul edilmesi, Bulgar gençlerinin de askere alınması ile Rumlar gibi askeri ve sivil görevlere getirilmeleri yönünde lobi çalışmaları yapıyordu. 

Bulgar redaktör ve personel tarafından yönetilmesine karşın gerçekte sahibi İngiliz asıllı “L.Hanley” idi. Hanley’in sırtını İngiltere Konsolosluğu’na dayamış olması bu gazetenin eleştirel açıdan daha rahat hareket etmesini sağlamıştır. Bu husus ile ilgili olarak Katolik ve Protestan misyonerliğinin o tarihlerde Bulgarlar arasında çok yaygın olduğuna kısaca dikkat çekmek gerekiyor ki bu İngiliz sermayesinin ve politik desteğini vurgulayalım. Mesela, Britanya Büyükelçisi Elliot, 10 Eylül 1874 tarihli bir raporunda şöyle yazar: “Bulgarca nüshanın çıkış iznini, Babıâli’nin bütün isteksizliğine rağmen ben aldım ve Mr. Hanley bu işe girişti.” İztoçno Vreme Gazetesi’nin son sayısı 16 Temmuz 1877’de çıkmıştır. 

Makedoniya (Makedonya) 33×48 cm


Gayda”nın da redaktörü olan Petko Slaveykov tarafından 3 Aralık 1866’da yayın hayatına başlamıştır. Deneyimli bir gazeteci olan Slaveykov, Makedoniya’yı halk için çıkardığını ve onu Bulgarlarla ilgili tüm fikirlerin tribünü haline getirmek istediğini deklare ederek yayın hayatına başladı. Bulgarların çözüme kavuşturmak için mücadele ettikleri bağımsız bir kilisenin kurulması ve Fener Rum Patrikliği’nden ayrılmayı destekledi 25 Temmuz 1872’ye kadar yayın hayatında kalmıştır.  

Napredık (İlerleme) 28x40cm

5 Temmuz 1874’de, Pravo Gazetesi’nin devamı niteliğinde ve sayılarını devam ettirerek ‘’Halk, Politika ve Edebiyat Haberleri Gazetesi’’ alt başlıklı haftalık bir gazete olarak İvan Naydenov redaktörlüğünde çıkmaya başlamış ve ilk sayısında şu deklarasyonda bulunmuştur: Yeni gazetemizde yeni programa gerek yok! Aynı tarafsızlık ve açıklılıkla ve halk için önem taşıyan sorunları burada da yansıtacağız.”

Naydenov’un Eksarhlık ile organik bağ içinde olması, çoğu çevrelerce Bulgar Eksarhlığı’nın resmi yayın organı olarak kabul edilmesine yol açmıştır. 27 Temmuz 1874’te bir makale yüzünden yayını durdurulmuştur. Makalede, yazar Svetoslav Milarov, kaleme aldığı “İstanbul’un Düşüşü” adlı bir dramada Fatih Sultan Mehmet ejderhaolarak nitelendirilmişti. Galeyana gelen halk tarafından matbaası kırılıp döküldü ve redaktör İvan Naydenov 17 gün hapiste kaldı.

Özellikle 1876’dan sonra daha muhalif ve sert bir tutum takınmıştır. Ayaklanmalar için yerel ağa ve paşaların da suçu ve sorumlulukları olduğunu vurgulamaya başlamıştı. Bulgar gençlerin de askere alınmaları kampanyasını başlatınca Babıâli tarafından yayını ikinci kez durduruldu, 12 Haziran 1877’de Osmanlı-Rus Savaşı’nın ilânından iki ay sonra ise tamamen kapatıldı. 

Pravo (Hak) 28x40cm

Halkçı, Politika ve Edebiyat Haberleri Gazetesi” alt başlığıyla, Kuruçeşme Yüksek Yunan Okulu’nu tamamladıktan sonra öğretmenlik ve birçok yerde gazetecilik yapan İvan Naydenov (1834–1910) redaktörlüğünde 4 Mart 1869’dan, 20 Aralık 1873’e kadar yayın hayatını sürdürmüştür.

Naydenov, Bulgar Eksarhlığı’nın kuruluşundan sonra kurumu Babıâli’de “Kapı Kâhyası” olarak temsil eder. Gazete misyonunu şöyle deklare etmiştir: “Bulgar Halkı’nın ihtiyaçlarına ve cemaatin toplumsal yararına ve ilerlemesine yardımcı olmak.”

Pravo’nun gündeminden hiç düşürmediği ilk husus; Fener Rum Patrikhanesi ile olan sorunlar ile bağımsız bir kilise oluşturulması idealidir. Bulgar Eksarhlığı’nın kurulmasından sonra (1870) da Eksarhlığın organizasyonu ve yapılandırılması için öneriler üretmiştir. Zamanla bu gazete, Patrikhane karşıtı tutucu üst düzey ruhban sınıfının yayın organı haline dönüşür. Ekonomik konulara ise pek değinmemiştir.

Bulgar Dili’ne özel bir önem vermekte ve halk arasında pek dikkate alınmayan yazım kurallarını aşılamaya gayret sarf etmektedir. Devrimci eylemleri destekleyen Bükreş’teki Bulgarca gazeteleri ise şiddetle eleştirmektedir. Bulgarların arasında Patrikhane karşıtlarının sadece kilise bağımsızlığına odaklanmasın karşın, Osmanlı karşıtlarının isyan hazırlıklarına odaklanması ayrışmaya nedendi. Bunun en somut örneğini bu gazetede görmek mümkündür.

Pravo Gazetesi; Sultanın şefkatini minnetle karşılayan ve Osmanlı sınırları içinde kültürel otonomiden ve kilise bağımsızlığından öte talepleri olmayan kesimin sempati duyduğu ve okuduğu bir gazetedir.

1000 civarında abonesi vardı ve dağıtımı da gayet iyi organize edilmişti. Dönemin sivrilen değeri olan kilise bağımsızlığının yanı sıra Osmanlı’dan ayrışma yanlılarının çoğalması sonucunda dönemin genel (Bulgar) ideasına ayak uyduramamış ve 20 Aralık 1873’te kapanmıştır. Osmanlı’ya karşı Bulgar bağımsızlık hareketinin önder ismi Hristo Botev için bir makalesinde çıkan şu ifadeden ötürü çok tepki almıştır: “Bu adam (Botev) Ramazan’da Türk köyünde oruç tutar, Bulgar köyüne gider orada da domuz eti yer. 

Sıvetnik (Rehber) 28x40cm


25 Mart 1863’de yayınlanmaya başladı. Sıvetnik Gazetesi’nin çıkarılması için hazırlıkların daha önceden başladığı, 1862’de Kiro Hacıpetrov adına alınan izinden anlaşılmaktadır. Aynı gün Bılgariya Gazetesi’nin yayın hayatının durması ise ilginç bir rastlantıdır, İstanbul Gazetesi de 3 ay önce yayınına son vermiştir. Alt başlığı “Bulgar Halk Gazetesi” olan Sıvetnik, haftalık ve büyük boyutta 4 sayfa olarak çıkmıştır. Toplam 41 sayı çıkmış ve son sayısı 9 Ocak 1865’te yayınlanmıştır.

Aslında, Sıvetnik’in Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılarak bağımsız bir kilise kurmak mücadelesini sürdüren İstanbul Bulgar Cemaati’nin ayın organıdır.  Cemaatin ileri gelenlerinde oluşan (Çorbacılar) Karaminkov, Slavoviç, M.Paşov ve Stefanov’dan oluşan bir kurul tarafından yönetilmekteydi. Bu kurul redaktörlük görevini ilk olarak Atina ve Moskova’da felsefe okuyan Nikola Mihaylovski’ye verdi. Daha sonra gazetenin başına Todor Burmov geçti.

Gazete; ılımlı, aşırılıktan kaçınan bir program izleyeceğini deklare etmekte ve Osmanlı’ya bağlılık duygularını vurgulamaktaydı. “Sultanın yasal tebaası için yaptığı iyilikleri Bulgaristan’da anlatmak ve yaygınlaştırmak.” gibi bir amacı vardı. Gazetenin amaçları arasında; kilise gerçekleri, gençlerin eğitim yoluyla yetişmeleri, ekonomide sağlam ve pratik bilgilerin yaygınlaştırılması, sanat, tarım, ticaret konularında okurların aydınlatılması da bulunur. Dış politika haberlerine gelince, İmparatorluğun çıkarlarıyla örtüşmeyenlere yer verilmiyordu. Bu makalemizdeki farklı görüşlerdeki gazetelerde şu ortak nokta gözlemlenebilir. Fener Rum Patrikhanesi karşıtı ve bağımsız bir kilise için faaliyet gösterip, Osmanlı’ya karşı isyan amacı gütmeyen cemaat mensupları ve bu görüşteki gazeteler; bağımsız bir kilise için sonucu ancak Sultan’ın sağlayabileceğine inanmışlardı ve Sultan’a bağlıydılar. Bu da örneğin, Hristo Botev gibi aşırı Osmanlı karşıtı ve isyan hazırlıkları içinde olanlarla çatışmalarına neden olmaktaydı. Katolik ve Protestan misyonerlerinin ise Patrikhane karşıtı Bulgarları kendi mezheplerine geçirmek için bir yandan faaliyette oldukları da göz önüne alınırsa ortada kaç farklı görüş ya da fraksiyon olduğu anlaşılabilir. 

Tsarigrad (İstanbul) 28x40cm


Osmanlı-Rus Savaşı (1877–1878) yıllarında İstanbul’da Bulgarca çıkmaya başlayan ve haklarında pek bilgiye sahip olmadığımız iki süreli yayından biri olan “Tsarigrad”ın redaktörü ve sahibi bir öğretmen olan ve daha önce “İztoçno Vreme”de yazılar yazan Vladimir Maçukovski’dir.  Bu gazetenin haber ağırlıklı bir gazete olacağını ve haftada 3 defa çıkacağını deklare edilmişti. Fakat genelde yabancı gazetelerden alıntılarıyla sayfalarını dolduran “Tsarigrad” 24.sayısından sonra durdurulmuştur. Bu gazeteyi, Osmanlı dönemi İstanbul’da basılan Bulgarca gazetelerin en önemlisi konumundaki  “Tsarigradski Vestnik” ile karıştırmamak gerekir. 

Tsarigradski Vestnik (İstanbul Gazetesi)

Tsarigradski Vestnik için Bulgar kaynaklarında “Bulgar gazetecilik tarihindeki önemli bir olaydır.” nitelemesi yapılır. Bu gazetenin kurucusu ve ilk redaktörü İvan Bogorov’dur ama aslında Bulgar Kilisesi’nin yayın organı, Rum Patrikhanesi ile sürdürülen “Kilise Bağımsızlığı Mücadelesi”nin sesidir denir. Finansmanı zaten kilise tarafından karşılanmış ve Fener’deki Demir Kilise’nin hemen karşısında bulunan “Metoh” binasının alt katında faaliyete başlamış ve sonuna kadar da bu kilise mülkünde faaliyetini sürdürmüştür. Bu matbaanın kalıntıları halen Metoh binasının altındadır. Fakat yol asfaltının birçok defa üst üste atılması sebebiyle bu bölümün kapısı artık kapanmıştır ve içeriye girilememektedir. Yoldan eğilerek bakıldığında matbaanın kalıntıları görülmektedir. 

Bazı önemsiz duraklamalarla 01 Ocak 1848’den 24 Aralık 1862’ye kadar yayınlanmıştır. Ve o tarihler için bu büyük bir başarıdır. Genelde 28×40 ebatlarında basılmış olan bu gazete, süreç içinde farklı ölçülerde de basılmış olduğundan konu başlığında ölçülerini yazmadık. 

(Y.N. Bu gazetenin Bulgar arşivlerinde bulunan/bulunmuş tüm nüshalarının gerçek ölçülerindeki diyaları, şahsi arşivimde bulunmaktadır.) 

Turtsiya (Türkiye) 28x40cm


Bebek Fransız Koleji mezunu ve “Bulgar Basını Sansür Komitesi”nde uzun süre görev yapan bir Osmanlı bürokratı olan Nikola Genoviç’in (1835–1912) editörlüğünde ve “Bulgar Çıkarlarını Gözeten Gazete” alt başlığını kullanarak 25 Temmuz 1864’te yayın hayatına başlamıştır. 

Bu gazete, Resmi Osmanlı politikasını yaydığından sıkça diğer Bulgar gazeteleriyle polemiğe girmekteydi. Özellikle Gayda ve Makedoniya gazetelerine her fırsatta saldırmakta, devrimden yana olan yayınlarını eleştirmekte ve okurlarının büyük bir kısmı tarafından Bulgar çıkarlarını kollayan değil, doğrudan Osmanlı’nın resmi yayın organı olarak algılanmaktaydı.

Gerçekte bu gazetenin Petko Slaveykov tarafından tasarlandığı ve gerekli iznin onun adına alındığı biliniyor. Ancak Gayda editörünün maddi hazırlıksızlığından dolayı yayınlanmasını, ‘’Bulgarlar arasında ilk ve son Turcofil’’olarak tanımlanan Nikola Naçoviç başlatmıştır. Gayda durdurulunca 6 ay kadar redaktörlük görevini Slaveykov, daha sonra Todor İkonomov üstlendi.  Bulgar devriminin ya da hazırlanmakta olan Bulgar İsyanı’nın fikirlerini dışlayarak şu fikri savunmaktaydı: “Aynı babanın, yani “Sultan”ın, çocuklarıyız ve aramızdaki kardeşliği ve birlikte yaşamayı öneriyoruz.

Patrikhane’den bağımsız bir Bulgar Kilisesi kurulmasını savunmakta, Bulgar eğitimi ve aydınlanması sorunlarına sayfalarında önemli yer ayırmaktaydı. Mithat Paşanın karma okullar tasarısını da başlarda destekliyordu. Konservatif bir liberalizmden yana idi ve ekonomi, Bulgar sanayi ve ticaretin gelişmesini de istemekteydi.

Hristo Botev bu gazete için “Paçavra ve bir ispiyon ve Osmanlı’nın yayın organı.” nitelemesi yapmıştır. Redaktör Nikola Genoviç ise “Turtsiya”nın hükümet gazetesi olduğu yönündeki iddiaları kesinlikle reddederek, sadece posta vergisi ödememe ayrıcalığı olduğunu belirtmişti. Ancak ileride sürekli kendisini ve gazetesini savunma gereği duyan Nikola Naçoviç’in Osmanlı’dan sayı başına 1000 kuruş destek aldığı kanıtlandı. Bir başka paragrafta da belirttiğimiz gibi Bir yandan Fener Rum Patrikhanesi ile mücadele ve Patrikhane’den bağımsız bir kilise yanlıları, öte yandan ise Osmanlı’ya karşı ayrılıkçı ve Bağımsız bir Bulgaristan idealinde olanların çatışmaları süregelmekteydi. Patrikhane’den bağımsız bir kilise yandaşları, bunun ancak Sultan’ın iradesi ile mümkün olabileceğini düşünmekteydiler ve bağımsız bir kilise dışında beklentileri yoktu. 1873’te bu gazetenin misyonunun tamamladığı düşünülerek yayını durdurulmuştur. 

Vek (Yüzyıl) Daha sonra XIX Vek (19.Yüzyıl) 28x40cm

12 Ocak 1874’te Marko Balabanov (1837–1921) ve Hristo Stoyanov’un redaktörlüğünde yayın hayatına başlarken gazetede şu ifadeler yer aldı: ’Bu gazete bağımsız bir politika gazetesi olacak ve her zaman toplumumuzda var olan fikirleri açıkça yansıtacaktır.” İlk aylarında, bir yandan Yunanlıların kilise konularına karışmamaları gerektiğini savunan, öte yandan Patrikhane ile olan ihtilaflardan yararlanarak Bulgar Cemaati mensupları arasında hızla yayılan misyoner faaliyetlerine (Katolikleştirme ve Protestanlaştırma) de karşı çıkan bir tutum sergilemiştir.

Bu gazetenin yazıları genel olarak Bulgar milliyetçiliğini yükseltmeye/aşılamaya yönelik olarak sürdürülmüş, 1875’teki “Hersek Ayaklanması”nın ardından bu çalışmalarını aşırı derecede radikalleşerek devam ettirmiştir.Bulgarların arasında Osmanlı’ya karşıayaklanma seslerinin yükseldiği bir dönemde sık sık Eksarhlığın Tırnova’ya ya da başka bir Bulgar şehrine taşınması için ve Bulgar Halkı’nın ağır yaşam koşulları ile uğradığı haksızlık ve çektiği eziyetleri hakkındaki yazılar bu gazetede yer almıştır.

Bir yandan Bulgarların kültür ve eğitim sorunlarına yer verirken öte yandan Batı Edebiyatı’nın örneklerine de yer ayırarak cemaat arasındaki kültür düzeyinin artmasını da hedeflemiştir. Sayfalarında, Chateaubriand, Lamartine, Moliere, Sand  gibi yazarların yapıtlarını sık sık bulmak mümkün iken, Atanas Uzunov, Mihaylovski, Rayko Jinzifov, gibi Bulgar yazarlarının yazılarına ve şiirlerine de geniş yer ayrılmaktaydı.

Vek Gazetesi’nde, Osmanlı müesseselerinde çalışan çok sayıda Rumlar gibi Bulgar memurların da alınmasını/çoğaltılmasını sağlamak için de yazılar yazılmakta, Bulgarların çoğunlukta olduğu yerlerde ise resmi ibadet dili olan Yunanca yerine Bulgarcanın kabul edilmesine yönelik öneriler yapılmaktaydı. Ancak gazete bir yandan da Batı yanlılığını sergileyerek çelişki yaratmıştır.

Bulgar halkının ekonomik durumu ve basın özgürlüğü üzerine yazdığı yazılar nedeniyle, 10 Ocak 1876’da yayınlanması durduruldu.  Hemen adında değişiklik yapıldı ve yeni bir yayın izni alınarak, “XIX. Vek” (19.Yüzyıl) olarak (7 Şubat 1876) tekrar yayınlanmaya başladı. Fakat bu kez yazılarının eleştirel dozunu yükseltti ve gazetede Bulgarların “Nisan Ayaklanması”na yanlı ve yandaş olan yazılar çıkmaya başlandı. Bunun üzerine, 8 Mayıs 1876’da basılması tamamen yasaklanmıştır. 

Vremya (Zaman) 28x40cm


Misyonu; kilise sorununun çözümlenmesinde katkı sağlamaya yönelik olarak lanse edildi. 7 Ağustos 1865’te yayın hayatına başlarken ilk amacını, “Bulgar Ortodoks Kilisesi’ni her türlü saldırı ve baskıdan korumak/kurtarmak.” şeklinde deklare ederek ve hiçbir partinin organı olmayacağını da vurgulayarak, Todor Burmov redaktörlüğünde haftalık olarak yayın hayatına başlamıştır.

İç ve dış politik haberleri yorum katmadan tarafsız bir yaklaşımla aktaracağını da ilk sayısında deklare eden Vremya Gazetesi, kilise konusunda da deklare ettiği bu ılımlı çizgisine tamamıyla bağlı kaldı Fener Rum Patrikhanesi’yle ilişkilerin koparılmasından yana olmayan, hatta bu kurumla birliktelik içinde olunmasını öneren yazılara da sürekli yer verdi. Buna rağmen Rum Patrikhanesi’ni bazı yazılarında eleştirdi. Genel olarak sabır ve kilise sorununun çözümlenmesini itidal ile beklemek gerektiğinden yana bir yayın politikası sürdürmüştür.

Vremya Gazetesi, bağımsız bir Bulgar Kilisesi’ne sahip olunamadığı için ya da buna tepki olarak Katolikliğe yönelen Bulgarlar için ise sert ve sivri bir dil kullanmıştır. Evrimci ve aydınlanmacı bir gazete örneği sergilemekte, sayfalarında halk eğitimi ile okulların sorunları hakkında birçok yazı yayınlanmıştır. Mithat Paşa’nın karma Türk-Bulgar okulları açılması tasarısına ise kararlı bir biçimde karşı gelmiştir. Bu planı, Bulgar çıkarlarına aykırı olarak değerlendirerek eleştirmiş ve reddetmiştir.  

Osmanlı’ya itaatkâr bir tutum içinde olmaya özen göstermesi; o dönemde ortaya çıkan aşırı Bulgar milliyetçiliği, buna bağlı olarak kilisenin Patrikhane’den ayrılması ve bağımsız bir Bulgaristan ideali gibi fikirler içindeki Bulgarlarca sempati ile karşılanmamış, 43 ayrı noktaya ulaştırılmasına rağmen giderlerini karşılamakta zorlandığından 1867’de yayın hayatına son vermiştir.

9 Ekim 2012 Salı

RUM PATRİKHANESİ BURSA’DA BİR KİLİSE DAHA SATIN ALDI, BATI TRAKYA’DAKİ DURUM İSE ÇOK VAHİM

Rum Patrikhanesi’ne bağlı kiliseler, İstanbul ile Gökçeada ve Bozcaada’da bulunmaktadır. Zaten Lozan Anlaşması’na istinaden bu yerleşim alanları mübadele kapsamına alınmamıştı. Türkiye’de İstanbul ile Gökçeada ve Bozcaada dışında tüm Anadolu’da yaşayan Rumlar ile Yunanistan’da da Batı Trakya hariç tüm Yunanistan’da yaşayan Türkler “Nüfus Mübadelesi” kapsamında karşılıklı göç ettiler.

Lozan’da yapılan tüm manevralar, İstanbul’dan Rumların ve dolayısı ile de Rum Patrikhanesi’nin gitmemesi üzerine yapıldı. Önemli olan ahali değildi, önemli olan Rum Patrikhanesi’nin nakil edilmemesiydi. Çünkü “Megali İdea” doktrinine göre bir gün İstanbul (Konstantinopolis) yine Yunanistan’ın başkenti olacaktır. İstanbul Rumlarına karşı Batı Trakya’daki Türklerin neden seçildiği sorusu ise hep akla gelir. İstanbul ile Gökçeada ve Bozcaada’daki Rumlara karşı Yunanistan’da da bir coğrafi alan ve orada yerleşik Türkler seçilmeliydi ki bu coğrafya, Türk yoğun bir coğrafya olan batı Trakya’dır.

Lozan görüşmelerine katılan Bulgaristan’ın bir amacı da Ege Denizi’ne çıkış elde etmekti ve bunu için de en uygun alan Batı Trakya’dan denize kadar olan coğrafyaydı. Bulgaristan Lozan’a sadece bu talebi için gitmişti. Ama bu tabi ki ütopik bir istekti ve kabul edilmedi, hatta önemsenmedi dahi… Asırlardır Rus desteği ile varlığını sürdüren hatta devlet olmasındaki en büyük etkenin Rusya olduğu bir Bulgaristan’ın palazlanması ise zaten Avrupa ülkelerinin reddedeceği bir istekti. Ve bu ve birçok başka şartlar, İstanbul ile Gökçeada ve Bozcaada’daki Rumlara karşı Batı Trakya Türklerinin Yunanistan’da kalmasına etkili oldu.

Tarih, Batı Trakya Türkü’nün,  aslında İstanbul Rum’una karşı “rehin” olduğunu hep göstermiştir. Geçtiğimiz dönemde, Türkiye’de bulunan azınlıkların durumları ise fevkalâde iyileştirildi ve bundan en çok nasibini alan da Rum Patrikhanesi ve kiliseleri oldu. İstanbul ile Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum kiliselerinin işlevselliği, onarımı ve kullanılması hakkında geçmişte de sıkıntı yoktu ama artık ihya durumunda olduklarını söylemek abartı değildir. Türkiye bu iyileştirmelerde, Batı Trakya’daki Türkler ve camileri üzerinde yaşanan aşırı baskıyı da dikkate almamakta, (hiçbir zaman) işlemeyen mütekabiliyet kurallarına rağmen Türk vatandaşı olan bu cemaat mensuplarına her türlü desteği sağlamaktadır.

Peki, Batı Trakya’da durum nasıldır?

Ezilen Batı Trakya için sayfalar, kitaplar yazmak mümkündür. Türkiye’de, Batı Trakya’da Türklere ve camilere yapılan saldırı ve baskıların yüzde biri yapılsa, bir kiliseye saldırı, kundaklama ya da polis baskısı olsa, Dünya’nın ayağa kalkacağı/kaldırılacağı ise aşikârdır. 

Çok kısa olarak ve birkaç paragrafta şunları yazabiliriz: Geçtiğimiz 23 Mayıs’ta İskeçe’nin Okçular Köyü Camisi ve lojmanı taşlı bir saldırının hedefi oldu. Saldırıda cami lojmanında büyük ölçüde maddi hasar meydana geldi. Saldırıyı kınayan İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete, şöyle konuştu: “Ekonomik ve siyasi krizlerin yaşandığı böyle hassas bir dönemde, dini kurumlarımıza yapılan bu tür menfur saldırılar düşündürücüdür.” Okçular Camii 2004 yılında da kundaklanmış ve tamamen yanmıştı. Yeniden inşa edilen cami, 2007’de ve 2009’da iki kez daha (seçimler öncesinde) kundaklandı.

6 Aralık 2009’da ise kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce İskeçe'nin Sünne Mahalle Camisi’nin  camları taşlanarak kırılmış ve cami duvarlarına çok çirkin sloganlar ve figürler yazılmıştı

Nisan 2011’de, İskeçe’ye bağlı Dolaphan Köyü’ndeki Hasanlar Camisi’nin külliyesindeki tamirat için “kaçak inşaat muamelesi” yapılarak “700 bin Euro” ağır para cezası kesildi. (Batı Trakya’daki normal bir köy camisi inşaatının en fazla 200 bin Euro’ya mal olduğunu bu arada belirtelim.) Bu durumda, Dolaphan Köyü Camisi’ne kesilen para cezası 3,5 cami inşaatına tekâmül etmektedir.

Yeterli cami bulunmayan Selanik’te ise ibadete kapalı ve müze olarak kullanılan Yeni Camii’nin, (Diğer adıyla Alaca İmaret Camii)  Belediye Başkanı Yannis Butaris’in de talebiyle, geçen Ramazan Bayramı’nda ibadete açılması için verilen sözler yerine getirilmedi. Oysaki ihtiyaçtan ötürü bu camii sadece özel günlerde ibadete açılacaktı.

Yunanistan Milli Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı her koşulda Batı Trakya Türklerine zorluk çıkarmayı asli görev edinmiştir. Yunanistan Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasında yapılan formalite trafiği sonunda caminin açılması işi akamete uğratıldı ve talep tamamen askıya alındı. 

Yunanistan Milli Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı, Batı Trakya Türklerine karşı özellikle baskıcıdır ve baskıcı olmayan polis birimlerine karşı da çok sert davranmaktadır. Örneğin, Dedeağaç’a bağlı Hasanlar köyünün minaresinin yapımında çalışan ustalar, 1 ay içerisinde 5 kez tutuklanarak polis merkezine götürülmüşlerdi. Bakanlığın baskısı altındaki Yunan Polisi ustaları bir yandan tutuklarken, diğer yandan da sözlü olarak “işlerinizi gece karanlıkta yapın” demektedir.

Batı Trakya’daki camilerde yine Yunanistan Milli Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu bir yasaya göre en fazla 7,5 metre minare uzunluğu için izin verilmekte ve bu da bölgede sıkıntılara yol açmaktadır. Zira eski minarelerin uzunlukları en az 16 metredir ve bunlarda yapılacak tamirlerde dahi Yunan makamları 7,5 metreyi esas almaktadır.

Türkiye’de ise son üç yıldır,  her 15 Ağustos’ta Sümela’da Fener Rum Patriği Bartholomeos’un yönettiği ayinler için izin verildiğini ya da Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki metruk kiliselerde ayinler yapılmasına izin verildiğini anımsayalım. Bu coğrafyalarda Rumluğun esamesinin bulunmadığını, yaşayan tek bir Rum dahi olmadığını ve buralarda yapılan bu ayinlerin illaki bir gereklilik olmadığını da hatırlatarak, Batı Trakya’da iki dini bayramda ibadet edecek yer bulamayan binlerce Türk’ün içler acısı halini kıyaslayalım.

Anadolu ve Trakya’daki eski, metruk, bazılarının duvarlarının bile izi kalmamış kiliselerde son yıllarda yapılan ayinlerin dikkatle izlenmesi gerekir…

Zira bu kiliselerin bulunduğu ilçeler, beldeler,  yukarıda da yazdığımız gibi tek bir Rum’un yaşamadığı yerlerdir. 

Batı Trakya’da seçilmiş müftülere yapılan baskılar ve seçilmişlerin Yunan makamları tarafından kabul edilmediği de bilinen bir gerçek iken Burada Rum Patriği Bartholomeos’a yapılan VIP muamele ve gösterilen saygı ne yazık ki ABD ve AB taraflarında hiç görülmez. Anadolu ve Trakya’da ise bir tek Rum dahi olmayan yerlerin adları üzerine ve eski Bizans adlarıyla tanımlanan “metropolitlikler” ihdas edilmiştir. Bursa bu alanlar içinde en önemli olanıdır.

Bursa; Hıristiyan tarihi açısından da çok önemli bir kenttir. M.S. 325 yılında “1. Genel Hıristiyan Konsili” İznik’te yapılmış ve bugün Hıristiyanlığın en önemli amentüsü olan “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” üçlemesi bu konsilde karara bağlanmıştır. 

İlk adım olarak 2011’de Mudanya’nın beldesi Tirilye’de (Eski adı Zeytinbağı) bulunan “Kemerli Kilise”yi (Yunanca adı ile Panagia Pantovasilissa) satın aldılar. Satın alma işlemini Bursa Metropolitliği’ne geçen sene tayin edilmiş olan Elpidophoros Lambriniadis gerçekleştirdi. Ardından, 9 Mayıs 201’de Fener Rum Patriği Bartholomeos, bu beldeye bağlı olan Kumyaka ve Kurşunlu köylerinde bulunan tarihi kilise binalarını inceledi.

Son olarak geçtiğimiz Ağustos ayında Mudanya’nın Kumyaka Köyü’nde mülkiyeti özel bir şahsa ait olan “Baş Melekler Kilisesi” de Bursa Metropolitli Elpidophoros Lambriniadis’e tarafından satın alındı.  Bu kilise, Bizans İmparatoru IV. Konstantinos Porphyrogenetos tarafından 780-797 yılları arasında yaptırılmıştır ve dünyanın en eski üçüncü Ortodoks kilisesi olarak bilinmektedir.

Eski makalelerimizde hep Bursa’ya dikkat dedik ve bu havalide yaşanan hareketliği analiz etmeye, Rum Cemaati içinde Patrik Bartholomeos’un veliahdı olarak da anılan Metropolit Elpidophoros Lambriniadis’in faaliyetlerini gözler önüne sermeye alıştık.

Bir tarafta, Türkiye genelinde olduğu gibi Bursa ve civarında da mülk alan, kolayca din adamı atayan, metropolitlikler açan Rum Patrikhanesi ve Rum Cemaati…

Diğer tarafta, camilerini tamir etmekten men edilen, 7,5 metrelik minare gibi komik durumlarda kalan, “siz de minare tamirinizi gece yapıverin” diye Yunan Polisi’nden tavsiye alan, ibadethane gereksinimi karşılanmayan, din adamı ihtiyacı sınırlanan, en önemlisi seçtiği müftülerin hizmet etmesi de engellenen, Yunanistan’ın atadığı müftülerin legal sayıldığı Batı Trakya ve Türkleri…