26 Aralık 2010 Pazar

YUNAN KARA KUVVETLERİ KOMUTANI’NIN PATRİKHANE’YE ZİYARETİNİN ARDINDAN


9 Aralık 2010 Perşembe, günü, resmi bir ziyaret için Türkiye’ye gelen, Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis; Rum Patriği Barholomeos’u ziyaret etti. Rum Patrikhanesi’ne çok sık yapılan yabancı ve Yunanlı ziyaretlerinin arasında böyle bir ziyaret bizi çok fazla ilgilendirmeyebilirdi. Ancak bu ziyaretten bir gün sonra daha alt rütbeli dört subayın daha Bartholomeos’a ziyarette bulunması biraz dikkatleri çekti. Çünkü bu Korgeneral’in geçmişi ile çok kısa bir süre evvel Ermenistan’a yaptığı ziyaretteki tavrı da çok önemliydi. 

Şimdi bir sene evvel bu komutanın göreve gelmesi ile başlayan sürece bir göz atalım.

Geçtiğimiz senenin Ağustos ayının başında, Yunanistan Silahlı Kuvvetleri’ndeki emeklilik ve terfi geleneğine uyulmayarak “İki yılını tamamladı” şeklinde bir gerekçeyle “Şahin”  lâkaplı Genelkurmay Başkanı Dimitrios Grapsas’ın emekliye sevk edilmesi büyük tepki yaratmış, Savunma Bakanı Evangelos Meimarakis; “Bazı Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye’de de kuvvet komutanlarının değişikliklerini bu dönemde yapıyor. Biz de bu duruma uyum sağlamak istedik.” demişti.

Bunun üzerine; “Komutanları Türkiye Değiştirtti Krizi” Yunan medyasında uzun süre yer buldu. Zira Genelkurmay Başkanı Grapsas’ın emekliliğinin arkasında, 1000 Yunanlı komandonun, Ege’deki küçük adalara sevk edildiklerine ilişkin bir haberin sızdırılmasının yattığı iddiası ortaya atılmıştı. Bir Yunan Haber sitesi olan “Zougla” ise; komandolarla ilgili Türkiye ve ABD’nin üst üste girişimlerde bulunduklarını iddia etmiş ”Şahin” komutanların değişmesini dış güçlere bağlamış, göreve gelen komutanların “Diyalog yanlısı” komutanlar arasından atandığında ısrar etmişti. Aşırı milliyetçi “Laos Partisi” sözcüsü ise daha da ileri giderek yaptığı basın açıklamasında “Yunan Komutanlar Türkiye istediği için değiştirildi.”  söyleminde ısrarcı olmuştu.” 

Savunma ve Dışişleri Konseyi (KYSEA) tarafından emekliye sevk edilen Dimitrios Vulgaris'in yerine “Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na, “Askeri İstihbarat Dairesi Komutanlığı”ndan getirilen Korgeneral Frangos Frangoulis; İngilizce, Rusçadan başka iyi düzeyde Türkçe de biliyor. Batı Trakyalı, Gümülcineli bir aileden olan Frangoulis; bir dönem de “Yunan Askeri Ataşesi” olarak Ankara'da görev yapmıştır. Birtakım kaynaklardan atandığı dönemde, Frangoulis için “Düşük profilli, ılımlı ve esnek" benzetmesi yapılsa da Askeri İstihbarat Dairesi Komutanlığı yaptığı dönemde kendisine orduda takılan lakap; “Örümcek General"dir. Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanlığı; tarihinde ilk kez olarak Türkçe bilen bir komutana teslim edilmiştir. Bu “teslim etme” ifadesi de o tarihteki Yunan basınının söylemleridir. Zira burada “teslim etme” tanımı yerine “emanet etme” tanımı daha doğru bir tespit olmalıdır.

Bu komutan şüphesiz ki –kendileri açısından- taşıdığı rütbeye uygun bir askeri gelenekten yola çıkarak rütbelerini ve görevlerini almıştır. Biz bu konuda herhangi bir komplo teorisi üretmeyeceğiz. Fakat şu hususa dikkat çekilmelidir ki komutanın geçmişi –yine onlara göre- son derece mükemmeldir ve –kendi açılarından- bu göreve fevkalade uygundur. Peki, neden göreve geldiğinde bunu “Türkiye istedi” şeklinde bir yaygara koptu? Türkiye istihbaratçı kariyeri bu kadar yüksek olan bir komutanı neden Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı olmasını istesin?

Türkiye; savaş alanında kazandığını masa başında veren olarak tanımlanan bir ülkedir. Yunanistan ise; 100 yıl içinde 3 savaş kaybedip, topraklarını 3 katına çıkarmış Dünya’daki tek ülkedir. Bu aslında takdir edilmesi de gereken bir konudur. Özünde ise “Bizans Entrikaları”ndaki sahip olduğu gelenekten gelen bir kabiliyet olsa gerektir.

Bu bağlamda 12 Adaların Yunanistan’a devredilmesini de anımsayalım. O zaman adaları –bize göre- “düşman” olan İtalya’ya vermektense “bari Yunanistan alsın” diye yaygara koparanlar; tarihteki yerlerinde maalesef duruyorlar. 

Bu günde aynı zihniyette olanlar; 

Turist gelecek, para akacak” diye, 

Büyükada Yetimhanesi ne güzel Çevre Enstitüsü olacak” diye, 

Heybeliada Ruhban Okulu açılırsa ne güzel olur” diye,

 “Patrikhane’nin Ekümenik olmasının kime ne zararı var” diye, 

Çığlık çığlığa bağırıyorlar! Şimdi böyle yaygara eden “kalömşerler” ve “akademitörler” acaba 12 Ada; 1947’de resmen “Yunan toprağı” olurken “Ne güzel bravo! İyi ki adalar Yunan oldu bak düşman İtalya komşumuz olmadı” diye bağıranların “genlerinden” olmasınlar? 

Türkiye ile “sınırdaş”  Yunanistan’la tarihsel geçmişte; bu kadar kan, bu kadar zulüm varken, sınırdaş olmayan bir İtalya’nın bir dönem başındaki faşist liderin döneminde olan ihtilaflarını bu kadar büyüterek esas tehlike olan adaların “Yunan”a devrini nasıl da “sempatikleştirmişlerdi”. Belirtelim ki burada İtalya’nın da savunmasını yapmıyoruz. Fakat adaların devredilmesinin şu anda Yunanistan’ın tam yanı başımızda nasıl bir askeri yığınak yapma olanağı sağladığı da göz önündedir.

Şimdi; resmi bir görevle ve iki günlük ziyaret için Türkiye’ye gelen ve bu arada Rum Patrikhanesi’ne de ziyarette bulunan; Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis’in, 24 Ağustos 2010’da gerçekleştirdiği Ermenistan ziyaretini biraz irdeleyelim.
Ermeni Haber Ajansı” ziyaretten evvel verdiği haberinde; “Ermenistan ve Yunanistan istihbarat alanında işbirliği yapacaklar.” demişti.

Bu ziyaret ile ilgili Ermeni Haber Ajansı’nın haberlerinden bazı satır başları şöyledir:
Ermenistan Genel Kurmay Başkanı Yuri Haçaturov; Ermenistan’a çalışma ziyaretinde bulunan Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis başkanlığındaki heyeti kabul etti.

Ermenistan Savunma bakanlığından yapılan açıklamaya göre, buluşmada Genelkurmay Başkanı Haçaturov, Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin yapısına, gerçekleştirilen reformlara, bölgesel askeri-siyasi duruma ilişkin özet bilgi verdi.

Ermenistan Genelkurmay Başkanı ikili askeri işbirliğine ilişkin olarak, Yunanistan’ın Ermenistan’ın stratejik ortaklarından biri olduğunu; iki ülke askeri ve askeri-siyasi bağlarının yüksek düzeyde olduğunu kaydetti.

Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanı başkanlığındaki heyet, Ermenistan Savunma Bakanı Seyran Ohanyan tarafından kabul edildi. Görüşmede Ohanyan iki ülkenin eğitim, askeri sağlık, istihbarat ve barış misyonu alanlarına işbirliğinin önemli olduğunu belirtti.

Avrupa’ya yakınlaşma siyasetinde Yunanistan Ermenistan’ın önde gelen partnerlerinden biri. Bu anlamda işbirliğinin geliştirilmesi; Ermenistan için askeri-siyasi olduğu gibi kültürel ve diğer alanlarda da stratejik önem taşımakta. Ayrıca Yunanistan’la ilişkiler NATO’yla işbirliği çerçevesinde de Ermenistan için önemli.

Yunan heyeti, ziyaret çerçevesinde Ermenistan Savunma bakanlığı Özel Müfrezesi’ni de ziyaret ettiler ve gösteri amaçlı tatbikatlarını izlediler.

Aşağıda tam sıfatını ve web adresini verdiğimiz; “Ermeni Soykırım Müzesi Enstitüsü”nden alınan bilgi ise şöyledir:

The Ermenian Genocide Museum Institude” (National Academy of Sciences of The Republic Of Armenia
 
 “24 Ağustos 2010’te, iki günlük bir ziyaret için Ermenistan’da bulunan Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis; “Tsitsernakaberd Anıtı Ermeni Soykırımı Kompleksi”ni ziyaret etti. Soykırım kurbanları anıtına çelenk koyarak saygı duruşunda bulundu ve anı defterini imzaladıktan sonra Ermeni Soykırımı Müzesi’ni gezdi.”

Türkiye’nin tam iki ucundan, iki ülke! Biri Batımızda Yunanistan, diğeri Doğumuzda Ermenistan... Sınırdaş olmayan iki ülke ve aralarında Askeri ve istihbarat alanları da dâhil olmak üzere anlaşmalar tesis ediyorlar. Yukarıdaki Ermeni Haber Ajansı verilerine dikkat edelim!

Bu kadar yazıyı bir açıdan, gerçekten son derece önemli bir ittifakı gözler önüne sermek için yazdık. 

Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis ve yanındaki heyet 9 Aralık 2010 Perşembe günü,

Yunanlı subaylar; Nikolaos Galeos , Demokritos Zervakis, Dimitrios Bonoras, Christos Vaitsis ise 10 Aralık Cuma günü, Rum Patrikhanesi’ni resmi kıyafetleri ile ziyaret ettiler.


Burada yazılanların hiç biri de sır değil ve gözler önünde. İstihbaratçı kökenli ve Türkçe de bilen bir komutanın “komşu”nun Kara Kuvvetleri’nin başına geçmesinden bize ne?

Komşu”nun, bir yandan bize “iyi komşuluk” göstermeye çalışırken, bu kadar üst düzey bir komutanının askeri kıyafetiyle;  Ermeni Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmesi ile ABD’de oylanmaya çalışılan (sözde) “Ermeni Soykırımı” yasası arasında Türkiye’ye “husumet” duyma açısından farkı var mı?

Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Frangos Frangoulis ve ardından içlerinde istihbarat subayları da olan Yunanlı subayların  “resmi kıyafetleri” ile kendi ırkından olan ve kendisini “Dînî Liderimiz” olarak gördükleri “Patrik Bartholomeos”un elini öpmeye gitmiş olmalarından bize ne?

Bu; kendimize yönelttiğimiz sorular bitmez! 

Tarih boyunca var olan “yandaşları”n geninden olup da halen Ruhban Okulu ve Ekümeniklik ile “sahte” olan dostluğa, “var” olan dostluk gözüyle bakanlara şu önemli soruyu sormamız lazım:

Yüksek rütbeli askeri yetkililerimiz, aynı şekilde askeri giysileriyle ve ardı ardına iki gün, Batı Trakya’da Müftülüklere ziyaretler yapsalar, bir ordu komutanımız da gitse ve Müftüye komutanlığın bir plâketini verse; başta Yunan Basını olmak üzere Yunanistan’da ne tepkiler olur?

Amerika’daki Yunan Kilisesi’nde Cinsel Çocuk İstismarları ve Yolsuzluk İddiaları ile Rum Patrikhanesi’nin Olaya Müdahalesi

Papazlar ve onların yaptığı cinsel sapkınlıklar hakkında yıllardır çok şey yazılır. Bunu belki de yadsır hale geldik, gazete ve televizyon haberlerinde “sübyancı” papazlar hakkında haberler sürekli çıkar. Peki, papazların çoğu böyle mi, neden papazlar evlenemez? Bu yazımızda; Amerika’dan bize ulaşan, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı iki metropolitin yaptığı iddia edilen “çocuk istismarı”  ve “yolsuzluk” hakkındaki haber vesilesi ile papazların neden evlenmediği ya da evlenemediğini irdeleyeceğiz.

Hıristiyanlıkta; papazların evlenemeyeceği şeklinde bir gelenek vardır. Bu konuyu evvela Katolik bakış açısından ele alıp, daha sonra da Ortodoks Mezhebi’nde nasıl uygulanmakta olduğunu bakacağız.  Katolik Mezhebi’nde; çeşitli zamanlarda itirazlar da olsa, papazların evlenmemesi için çok katı hükümler var. Papazların evlenmesi için formül arayışı; Papa 16. Benedick döneminde de çok gündemdedir. Zira son günlerde bu cinsel tacizler nedeniyle papalık önemli tazminatlar ödemekle karşı karşıya kalmıştır. 

 

İncil’in hiçbir yerinde papazların evlenmemesi için bir emir ya da söylem yoktur. Hatta İncil; aile ve evlat kavramını çok güzel bir tanımlama ile “ürün” olarak ortaya koymakta ve aile birliği tesis etmenin dolayısı ile ortaya getireceği evladı bu şekilde tanımlamaktadır. Zaten Dünya’da “devinim” olmasını sağlayacak olan tek etken; üreme yani doğurganlıktır ve bu salt insan açısından da değil, tüm canlılar için de geçerli olan bir husustur. İncil’in hiçbir yerinde papazların evlenmemesi için bir emir olmamasına karşın bunun yüzyıllardır bir gelenek ya da doktrin olarak süregelmesindeki en büyük etken ise şüphesiz Hazreti İsa’nın evlenmemiş olmasıdır ve bu Vatikan’ın bu husustaki tek dayanağıdır. 

Buradan yola çıkılarak; farklı zaman dilimlerinde, farklı şekillerde bu konuda Papalık fermanları verilmiştir. Ve hep dayanak olarak İncil’de yer alan mektuplardaki söylemlerden yola çıkılarak hadise başka başka noktalara çekilmiştir. 

Salamisli Efifanyus’un (Epiphanius of Salamis) bir söylemi de (M.S 375) bu yöne çekilenlerdendir. "Her şeyin Kutsal Yazılar’dan elde edilemeyeceğine göre; geleneği de kullanmak gerekir. Kutsal Havariler; bazı şeyleri kutsal yazılarla, bazı şeyleri de gelenekle aktardılar" (Medicine Chest Against All Heresies 61:6) Yitik İncillerden biri olduğu var sayılan, Basilides’e atfedilen bir başka söylem ise şöyledir: "Kilise tarafından korunan inanç temelleri ve mesajların bazılarına yazılı öğretiler vasıtasıyla sahibiz ve diğerlerini bize sırlarla aktarılan havarilerin geleneğinden aldık.” Bu konuda çok fazla örnekleme yapılabilir. Görünen tek ortak payda; ”İncil’de papazlar evlenemez ya da evlenmemelidir” şeklinde bir ifadenin yer almadığı ama kilise çevrelerince savunulduğudur.

Ortodokslukta ise Katoliklikten farklı olarak papazların evlenirler ancak bu farklı bir yöntemle gerçekleşir. Hıristiyanlıkta; ruhban olmayan dini tören yönetemez. Papaz olmak için evvela papaz yardımcılığı ya da yamağı (Dyakos) olmak gerekir. Dyakosluk; dini bir törenle verilir ve papaz adayı ruhban sınıfına dâhil olur. Dyakos; artık kilisede yanında bir papaz olması koşuluyla İncil okuma hakkını elde eder. Bağlı olduğu kilise tarafından “layık” görülünce de papaz sıfatını alır. Bu “layık” ifadesi de öyle sıradan bir söylem değildir ve dyakosluktan patrikliğe kadar giden her rütbe töreninde orada bulunanlarca törenin bir anında yüksek sesle söylenir, birkaç kez tekrarlanır. (Yunanca= Aksios. Slavca= Dostoyen)

Ortodoks papaz adayı; dyakos olmadan evvel evlenmişse ve ancak törenden evvel eşinin rızası yazılı ve sözlü olarak alınmışsa ruhban olabilmektedir. Evli bir papazın alabileceği rütbelerin ise sınırı vardır. Evli olmadan ruhban olan ve artık bir daha evlenemeyecek olan Ortodoks papaz; papazlık rütbelerinden sonra, kurmay sınıfı denebilecek episkoposluk ve metropolitlik rütbelerini ve metropolit rütbesindeki bir papaz da kendi sen sinodunun kararı ile patrik olabilmektedir. Ve son olarak kısaca şöyle de tanımlayalım: Katolik papazlar evlenemez, Ortodoks papazlar ise ruhban olmadan evvel evlenirse papaz olabilir ama kurmay sınıfa yükselemez.

Papazların sapık davranışları; çok eskiye dayansa gerek ki bu husus Kuranı Kerim’de de yer almıştır.  57. Sûre olan“Hadid”de (27) şöyle der: “Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır. “ 

Bu son cümle; “İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.“ gerçekten çok doğru bir tespit olarak ve aşikâr görünmektedir. Papazlıkta; mademki bir anlamda Allah ile kul arasında, dinin gereklerini yerine getirme, dini ritüellerin uygulanması açısından bir görev ve iman eden bireyin dini gereksinimlerine yol gösterici bir mahiyet olması gerekir, o halde papazların “erdemsel” ve “ahlakî” açıdan da yol gösterici olmaları gerekmez mi? 

(Y.N.: Bir Hıristiyan birey olarak 56 yıllık ömrümde ve 15 yıl sürdürdüğüm Bulgar Kiliseleri Vakfı yöneticiliğim esnasında şu hususu çok net tespit ettim ve her fırsatta vurguluyorum: Yobazlık; hangi dinde olursa olsun, günümüz koşullarında yadsınması gereken bir husustur. Bu bağlamda da Hıristiyan yobazlarının, Müslüman yobazlarını “mumla aratacak” kadar çok daha yobaz ve bağnaz olduklarına işaret etmek istiyorum. Sadece yobazlıkla da kalınsa ne âlâ diyeceğim, ama maalesef öyle değil. Prensip gereği kitaplarımda ve yazılarımda “özel”e girmemeye özen gösteriyorum. Yazmadıklarımın ise bende “iğrenme” mertebesinde bir duygu oluşturduğunu da burada vurgulamak isterim.) 

Tabiatın insana bahşettiği ve bunun çok doğal neticesi olan cinsellik; dikkatle bakıldığında daima “yobaz” görüntüde olanların kafalarında, belki de tabu olarak yer aldığından çok kötü ve çirkin sonuçlar ortaya koymaktadır. Kişinin evli ya da bekâr olması, bu konuda tabi ki tek etken değildir ya da yeterli değildir. Ama Hıristiyanlıkta kişinin bir de evlenmesini men ettiyseniz ve bu bir yaşam sürecini kapsayacaksa o zaman ortaya farklı tepkiler çıkması da son derece olasıdır.  Evlenmemiş papazlarda; ya eşcinsellik, ya fazlaca kadın düşkünlüğü ya da çocuk istismarı (pedofilllik) şeklinde ortaya çıkan hadiselerin sayısı, çıkmayanların içinde çok az bir yüzdedir. Vatikan; bu güne değin milyar dolarlarla ifade edilen tazminat bedellerini, ortaya çıkan vakalarda resmi kanallardan ya da el atından vererek bir anlamda sözde “kilisenin saygınlığını” korumaya çalıştı.  

Boston Globe’da yayınlanan bir haberden sonra Vatikan temelden sarsılmıştı. Boston Kardinali Bernard; tutuklamaya ramak kala Boston’dan kaçtı ama mağdurlara verilen tazminatlar; yüz milyon dolarlarla telaffuz edildi. New York Times da deşifre ettiği bir papaz nedeniyle Vatikan’ın çok büyük tazminatlar ödemesine neden oldu. 

Bu genel tabloya şimdi bir de Ortodoks Kilisesi açısından bakalım! Zira şimdi de telaş sırası, Amerika Yunan Kilisesi’nde patlak veren olaylardan dolayı ona bağlı olan Rum Patrikhanesi’nde. Her ne kadar Patrikhane’nin maddi kaynaklarının –ki bunlar Türkiye açısından denetim dışı kalmaktadır- çok fazla olduğu bilinse de son dönemde Patrikhane maddi sıkıntı içinde olup eskisi kadar bol keseden harcama yapamamaktadır. Yunanistan’daki büyük kriz de bağışların/kaynakların eskisi kadar olmaması açısından büyük bir etkendir ve yine aynı bağlamda; Amerikalı zenginlerin de eli eskisi kadar açık değildir. Son dönemde; Patrikhane’nin mülkiyetini, Büyükada Yetimhanesi örneğinde olduğu gibi, üzerine alması olası mülklerin işe yaramayacak olanlarını elden çıkarmaya iştahlı ve bu konuda araştırma içinde bulunduğunu da biliyoruz. 

Tabi ki Yunanistan’ın devlet bütçesinin, Heybeliada Ruhban Okulu, Ekümeniklik gibi temel istekler karşısında; en büyük önceliği Patrikhaneye vereceği şüphesizdir. Ancak, Amerika’da vuku bulan bu son olay büyük bir skandaldır ve böyle bir durumda Yunanistan’ın keseyi açması zordur. 

New Jersey’de bulunan Saint (Aya) İrene (İrini) Chrysovalantou Manastırı sorumlusu Vikentios Malamatenios ve bir başka papaz hakkında başta çocuk istismarı olmak üzere çok büyük iddialar ortaya atıldı. Bu manastırın;1980’lerde başlayan bir süreçle ABD Yasaları’na göre bir şirket gibi yapılandırıldığını elimizdeki 2008 tarihli bir belgeden ve ambleminden anlıyoruz.

Burada görev yapan bir papazın cinsel istismar olayını, Ortodoks Kilisesi içinden çıkmasını pek önemsemeden, yazının başında da belirttiğimiz gibi kanıksayarak geçiştirebilirdik. Fakat burada Fener Rum Patrikhanesi’nin olaya müdahale ediş biçimi ile Amerikan polisi üzerinde Patrikhane’nin görülen etkisi hadiseyi bizim açımızdan önemli kılmıştır. 

Papaz, görevinden alınınca; Etnikos Kiriako Gazetesi’ne beyanat vererek kendini savunan ifadeler kullanmış ki bu Patrikhane’nin emrindeki kişilere karşı en fazla acımasız olduğu bir konudur. Zira Patrikhane ve onun emri altında olan kiliselerde oturmuş bir gelenek vardır. Yetkili sözcüler ya da bir konu için görevlendirilmiş olanlar dışında kimse konuşamaz. Düşünce özgürlüğü kısıtlama altındadır. Vikentios Malamatenios da bu bağlamda gitmiş bir gazeteye beyanat vermiştir. Vikentios Malamatenios özel eşyalarını almak üzere, Chrysovalantou Manastırı’na gelince; karşısında bundan haberdar olarak oraya gelen Amerikan Polisi’ni buldu. Manastır erken saatte polis çemberine alınmıştı ve geçici olarak New Jersey Metropoliti olarak atanan Evangelos da orada bekliyordu. Vikentios; uzun görüşmeden sonra kilisenin içine alında ama makam odasına girmesine izin verilmedi. Kendisi gibi suçlanarak uzaklaştırılan Paisios’tan sonra burada Konya Metropoliti Teoliptos ile birlikte ikinci adam olarak kaldığını vurguladı bu da fayda etmedi. 

Bu nokta da çok önemlidir: Patrikhanece görevlendirilen ve dini yetki bölgesi olarak “Konya Metropolitliği” sanı verilen bir kişiden bahsediliyor. Konya’da görevli bir Rum Metropoliti! 

Geçici olarak görevlendirilen Evangelos’un o esnada Patrikhane Genel Sekreteri Elpidophoros Lambriniyadis’i arayarak ne yapması gerektiğini ve onun da Patriği bilgilendirerek odadan süratle eşyalarını aldıktan sonra manastırdan çıkarılması yönünde talimat aldığı hakkında da bilgimiz var! 

Vikentios; eşyalarını alarak çıktıktan sonra (6 Aralık 2010) Etnikos Kiriako Gazetesi’ne bir beyanat daha vererek şunları söyledi: “Bana güdümlü bir tuzak kurulmuştur. Patriğin bana karşı yaptığı suçlamalar bende hayal kırıklığı yarattı. Karara saygı duymak zorundayım. Ama suçlamalar kabule dilemez boyuttadır. Sorgulama yapılmadan acele karar verilmiştir. Suçsuz bulunursan Patrikhane’nin adaletini istiyorum...” 

Ortada hiç de basit olmayan bir görüntü var! Amerikan Polisi bir olay yerine gitmişse, oraya talimat alarak gitmiştir. Fakat görünüyor ki çark böyle çalışmıyor. ABD Polisi, Patrikhane’ye karşı özel bir tutum içindedir. Okyanus ötesinden gelen bir telefon onun oradan çekilmesine yeterlidir...  “Tamam, bırakın girsin” dendiğinde de polis hemen kenara çekiliyor.

Çok sık tekrarladığımız gibi: Patrikhane’nin ekümenikliğini kabul etmemizin, topraklarımız üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurmakla eşdeğer olduğunu burada bir kez daha vurgulayalım. Ruhban Okulu’nun açılması, Patrikhane’ye “tüzel kişilik” verilmesi ve bir sonraki aşamada da “Ekümenikliğin” kabul edilmesi bize çok pahalıya patlar.

Karşımızda; arkasında ABD desteği olan ve söylemlerinde olduğu gibi dini ihtiyaçların giderilmesi, papaz kadrosunun artması v.s.  taleplerin hiç biri “dînî” maksatla olmayan Rum patrikhanesi var ve Fener Rum Patrikhanesi; tamamen “politize” bir kurumdur... 

24 Aralık 2010 Cuma

7 Aralık 2010 Salı

BOJİDAR ÇİPOF 26 KASIM 2010 MELTEM TV (19.30 HABER)




Bojidar Çipof; 26 Kasım 2010'da MELTEM TV (19.30 Haberleri'nde) Büyükada Rum Yetimhanesi'nin tapusunun Rum Patrikhanesi'ne devrini ve Patrikhane'nin "Tüzel Kişilik" iddia ve çabaları üzerine açıklamalar yapıyor

BOJİDAR ÇİPOF 26 KASIM 2010 BENGÜTÜRK TV (17.00 HABERLERİ)



Bojidar Çipof; 26 Kasım 2010'da Bengütürk TV (17.00 Haberleri'nde "Günün konuğu" olarak) Büyükada Rum Yetimhanesi'nin tapusunun Rum Patrikhanesi'ne devrini ve Patrikhane'nin "Tüzel Kişilik" iddia ve bunu sağlama çabaları üzerine açıklamalar yapıyor

BOJİDAR ÇİPOF 8 KASIM 2010 BENGÜTÜRK TV (17.00 HABERLERİ) BÖL. 2




BÖLÜM 2
Bojidar Çipof; 8 Kasım 2010'da Bengütürk TV'de (17.00 Haberleri'nde "Günün konuğu" olarak) Büyükada Rum Yetimhanesi'nin tapusunun Rum Patrikhanesi'ne devrini ve vatandaş yapılan 13 papaz hakkında görüşlerini açıklıyor.

BOJİDAR ÇİPOF 8 KASIM 2010 BENGÜTÜRK TV (17.00 HABERLERİ) BÖL. 1



BÖLÜM 1
Bojidar Çipof; 8 Kasım 2010'da Bengütürk TV'de (17.00 Haberleri'nde "Günün konuğu" olarak) Büyükada Rum Yetimhanesi'nin tapusunun Rum Patrikhanesi'ne devrini ve vatandaş yapılan 13 papaz hakkında görüşlerini açıklıyor.

BÜYÜKADA RUM YETİMHANESİ’NİN TAPUSUNUN PATRİKHANE’YE DEVRİNİN ARDINDAN


Ve sonunda Rum Patrikhanesi, AİHM kararı ile 29 Kasım’da Büyükada Rum Yetimhanesi’nin tapusunu aldı. Patrikhanenin avukatı Cem Murat Sofuoğlu elinde tapu belgesi ile Yetimhanenin önünde “zafer” fotoğrafı çektirdi ve bu kare medyada yer aldı. 

Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olduğu belirtilen, Büyükada Yetimhanesi; Türkiye ile Patrikhane arasında olan sorunlar sıralamasında üçüncü sıradaydı ve bu “sorun” biraz da siyasi bir kararla artık Patrikhane açısından “sorun” olmaktan çıktı. Ama bu önümüzdeki günlerde adım adım esas Türkiye için büyük bir “sorun” olan ve gerçekleşmesi durumunda topraklarımız üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurmakla eşdeğer bir anlam ifade eden “Ekümeniklik” yolunda Patrikhanenin kazandığı bir “zafer” olarak görülmelidir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (bize göre) “yanlı” bir tutumu neticesinde, ortaya “siyasi” bir karar olarak çıkmıştır ve bu mülkün bina değerinden maada simgesel olarak Rum Patrikhanesi’ne “Tüzel Kişilik” kazandırma amacını taşıyan bir karar niteliğindedir.

AİHM’de açılan davada; tapunun Patrikhane adına tescil edilmesi talep edilmiş, Türkiye bu mülkü vermekten imtina etmemiş ama Rum Yetimhanesi Vakfı adına tapu tescili yapılması için direnmişti. Zira Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişiliği yoktur ve tüzel kişiliği olmadan bu şekilde bir tapu sahibi olunması ile Rum Patrikhanesi tarihimizde bir ilk olarak yerini aldı. 

Keza Patrikhane’nin avukatı Sofuoğlu geçen Cuma günü bunu şöyle bir cümle ile ifade etti: “Belki kimse farkında değil ama bu müthiş bir şey. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez böyle bir şeye tanık oluyoruz.” 

Türk Hukuk sistemine ve bağlı olarak Tapu Kanunu m. 2'ye göre; tüzel kişiliği olmayan bir kurumun mülkiyet hakkı sahibi olması mümkün değildir.   Böyle bir tapu intikalini almak yönünde hak sahibi olmak için “hukuk süjesi” olma gereği vardır ve ancak gerçek kişiler ya da tüzel kişiler hukuk süjesidir ve şahıs adlarına ya da tüzel kişiliği olan bir kurum adına ancak tapu alınabilir.

Tapu Kanunu m. 2'ye göre Hükmi şahısların tapu işlerinde merkez veya şubelerinin bulundukları yerin en büyük mülkiye amirinden nizamnamelerine göre gayrimenkul tasarrufuna izinli olduklarına ve tescil işini yapacak mümessilin salahiyetine dair alınacak belgenin verilmesini mecburi kılmaktadır. Bu; çok açık olarak ancak tüzel kişilerin gayrimenkul edinebileceklerini ortaya koyan bir maddedir.

Bu mülkün devri ile maalesef “Hukuk Tarihi”mizde gerçekten bir ilk yaşandı ve tüzel kişiliği olmayan Rum Patrikhanesi adına bir tapu intikali gerçekleşti. “Bu karar ile Patrikhane tüzel kişilik kazanır mı ya da bunun yolu açılır mı?”  Bu cümleyi bu sitedeki bir önceki yazımızda vurguladık. Bu tapu ile birlikte “de facto” bir durum oluşması ve Rum Patrikhanesi’nin tüzel kişilik kazanması tabi ki mümkün değildir. Ancak bu Türkiye’nin başını ağrıtacaktır ve emsal gösterilmek suretiyle “Ekümenizm”in yolunun açılması sağlanmak istenecektir.

Hadiseyi AİHM açısından irdelersek, ortaya bir hukuk cinayeti çıkmaktadır. Çünkü AİHM bu konudaki reyini baştan ihdas etmiş ve davayı olmayan Ekümenik sanı ile açmış ya da bu şekilde kabul etmiştir. Bu elbette ki zaten tüm AB ülkelerinin ve ABD’nin Rum Patrikhanesi için sürekli olarak bizden istediği, sürekli talep ettiği bir husustur ve AB ile ABD her fırsatta Patriğin “Ecumenical Show” yapması için zemin ve fırsat yaratmaktadırlar.

Bu ülkelerin;  evvel emirde Ortodoksları ilgilendiren Rum Patrikhanesi’nin Ekümenikliğini neden sahiplendikleri düşündürücüdür. Zira Dünya’daki Ortodoks nüfusun yüzde doksanına neredeyse sahip olan Rusya’nın da düz mantıkla bakıldığında bu doğrultuda davranmasını beklemek gerekir. Ancak Rusya’nın tavrı böyle değildir ve çok açık bir analizle Rusya’nın Ortodokslar üzerinde “egemen” olmasını istemeyen ya da bunu çıkarlarına ters gören başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne destek olmaktadırlar. 

AB’nin bir organı olan AİHM de reyini baştan belli edip Büyükada Yetimhanesi’nin, Rum Patrikhanesi adına tescil edilmesi yönünde karara bağladığı davayı zaten “Affaire Rum Patrikliği (Patriarchat Ecumenique) Turkey, Application No. 14340/05” dosya numarası ile açmıştır. Bu dava ile ilgili olarak; 8 Eylül 2008 ve 15 Haziran 2010 tarihli kararlardaki yazış şekli de aynen böyledir. 

Bu tür davranışlarla tabi ki Patrikhane’ye Türkiye toprakları üzerinde “tüzel kişilik” ve “Ekümeniklik” kazanamaz. AİHM’de açılan davaların da bir “hak zayi” sonucunda açılması gerekir. Patrikhane ne Osmanlı Hukuku içinde ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren böyle bir “hak” elde etmemiştir. Lozan Anlaşması’nın içinde Rum Patrikhanesi lehinde bir madde olmadığı gibi tüm maddelerde adı dahi zikredilmez. Patrikhane Lozan Zabıtları’nda sadece tartışma tutanaklarında yer almış ama Murahhas Heyet’in bastırmasıyla hiçbir maddede adı geçmemiştir. 

Yasalarımıza göre Rum Patriği; Türkiye’de yaşayan Rum asıllı vatandaşlarımızın sadece dini lideri konumundadır ve Patrikhane’nin tüzel kişiliği de yoktur. Adım adım gidilen bir sürecin içindeyiz. Hukuken olmayan bir hakkı “siyasi baskı” ile sağlamaya çalışan çok büyük bir “blok” karşımızdadır. Karşılıklı onlarca, yüzlerce sorun, madde, konu ne derseniz deyiniz, Tüm AB ülkelerinin ve ABD’nin bu sürekli baskısı çok manidardır. Bu yolda bazı büyük fonlar da ülkemizde kesenin ağzını açmışlar ve akademik çevrelerde, birkaç özel üniversite ve buralarda görevli (seçilmiş) akademisyenler ile medyadan seçtikleri “kalemşör”leri fonlamaktadırlar.

Rum Patrikhanesi’nin statüsü, Ekümenikliği, tüzel kişilik kazanması ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması taleplerine ya da bu yöndeki baskılara dikkatle bakıldığında; Türkiye’den istenen çok fazla husus arasında daima bunlar ilk öncelikler arasındadır ve bu durum düşündürücü olmaktan da öte “ürkütücü”dür.

Bu tapu davası neticesinde Rum Patrikhanesi, Ekümeniklik açısından yol almış mıdır ve Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada,  ile Gökçeada’da çok değerli mülklere sahip 23 vakfın gayrimenkullerinin devrinin önü de açılır mı? Bu noktalara da dikkat edilmelidir.

Burada; ileride bu davayı emsal göstererek başka mülkleri de Rum patrikhanesi adına tescil ettirerek tüzel kişiliği “de facto”  yaratma çabaları başlayacaktır.  Patrikhane’nin bir başka avukatı olan Kezban Hatemi’nin bu hususta verdiği şu mülakat da bu bağlamda düşündürücüdür: “Patrikhane’nin tüzel kişiliğinin olmadığı iddiası yıllardır derin devletin zihinlerimize yerleştirmeye çalıştığı bir şey. Tüzel kişiliği olmayan bir yerle nasıl yazışırsınız, nasıl resmi muhatap olarak alırsınız? Yetimhanenin iadesi kararı var olan ama görmezlikten gelinen tüzel kişiliğinin bir kez daha tasdiki anlamına gelir.”

Türk Hukuku dışında hiçbir hukuk sistemi Patrikhaneye tüzel kişilik veremez. Onun için Türkiye Cumhuriyeti'nden Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik vermesi beklenmektedir. Bu işi Türkiye’ye ve siyasi baskı ile yaptırmaya çalışılıyorlar. Başta AİHM olma üzere hiçbir dış hukuk sistemi bu hakkı Patrikhane’ye sağlayamaz, sağlayamayacaktır. Bu itibarla “ihale” Türkiye’ye verilmiştir ve sonuçlandırması için ne gerekiyorsa yapılmaktadır. 

Yarınlar adına bu çok büyük bir tehlike arz eden durumdur. Son zamanlarda sıkça telaffuz edilen “Lozan”ın delinmesi ya da değiştirilmesi ile esas Türkiye “Tapu Senedi”ni elden çıkartma tehlikesi altındadır. 

Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişiliği ancak Türkiye Cumhuriyeti verebilir ve “özel” bir yasa tasarısı hazırlanıp bir takım taşlar yerinden oynatılmadan -ki Anayasa üzerinde değişiklik de gerekir- şu an geçerli hukuk kurallarıyla “siyasi” olarak da bunun gerçekleşmesi mümkün değildir.

 Neden AİHM’de “Ekümenikliğimizi verin.” diye bir dava açamıyorlar? Böyle bir  “san” AİHM tarafından kullanılsa da AİHM’nin bu “san”ı vermeye hiçbir şekilde hakkı bulunmamaktadır. Bu kazanılarak kaybedilmiş bir hak değildir, işte bu noktada “Bizans Entrikaları” ile bunu sağlama cihetine gidilmektedir.

 Bu gün basında yer alan ve Rum Patriği Bartholomes’un ağzında ifade edilen, “Bizden giden tapu geri geldi.” şeklindeki sevinç söylemi; alınan tapu ile ilgili olmaktan öte bu suretle açılan gedikten içeri dalarak, mücadeleye devam edeceklerinin işaretidir ve artık bunları görmemiz ve bu hususta çok dikkatli olmamız gerekir.





AB’nin 2010 Türkiye İlerleme Raporu ile Rum Patrikhanesi’ne Ekümenizm Sağlanmaya Çalışılıyor

Avrupa Birliği her sene olduğu gibi karnemizi (2010 İlerleme Raporu) verdi. Bu sene diğer senelerden biraz daha ılımlı ve biraz daha kırıcı olmayan bir karneyi evimize getirdik. Genelde üslup dışında yine bilinen hususlar vurgulandı, süreç içinde yapılanlara (verdiğimiz tavizlere) alkış tutar mahiyette söylemler bu raporda yer aldı. 2007 yılında itibaren 4. Yıl olarak da gelenekselleşmiş bir şekilde bu raporda yer aldım. 2007 yılında tarafımdan açılan bir davanın Yargıtay’ca verilen kararı Dünya’da yankı bulmuş ve ilk olarak Türkiye’nin 2007 AB İlerleme Raporu’na girmişti.

2010 İlerleme Raporu’nda konumuzla ilgili neler var irdelemeden evvel AB 2007 İlerleme Raporu’na nasıl girdiğimizi kısaca anımsatalım.

2002 yılında Rum Patriği Bartholomeos ve Patrikhane’nin 12 kişilik dini meclisi üyelerine (Sen Sinod) açtığım ceza davasının sonucu; 13 Haziran 2007’de Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2007/5603 Karar no.su onaylandı ve bu kararın; 26 Haziran’da Anadolu Ajansına düşmesi ile birlikte uzun bir haber maratonu ve uluslararası baskılar başladı.

Bu karar hakkında Yunanistan’da ve Dünya Basını’nda çok haber çıktı. Kararın açıklanmasından bir gün sonra da Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın tepkisi geldi. Yunan özel ALPHA Radyosu’na demeç veren Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yorgo Kumuçakos; Yargıtay’ın aldığı, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik niteliği iddiasının yasal temeli bulunmadığını belirten kararıyla ilgili açıklamalar yaptı. Yorgo Kumuçakos’un bu tepkisinin ardından; Avrupa Birliği Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Oli Rehn bir basın açıklamasıyla kararı kınadı. Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyanni ise AB Dışişleri bakanları Toplantısı’nı ardından bir basın toplantısı ile kararı kınadı. 19 Eylül’de ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Nicolas Burns; Rum Patrikhanesi’ne geldi ve Patrikhane hukuk danışmanları tarafından ABD Başkanı’na verilmek üzere hazırlanan bir dosyayı aldı.

Türkiye’nin Avrupa Birliği 2007 İlerleme Raporu’na bu Yargıtay kararı şöyle girmiştir:

Ekümenik Patrik, dini “Ekümenik” unvanını her vesileyle kullanma özgürlüğüne sahip değildir. Haziran 2007’de, Yargıtay, Ekümenik Patrikhane’nin Sen Sinod Meclisine karşı açılan dava hakkında karar vermiştir. Mahkeme, sanığın beraatına hükmetmiştir. Bununla birlikte, kararda, Türk mevzuatında Patrikhaneyi Ekümenik kılan hiçbir dayanağın bulunmadığına, Patrikhanenin tüzel kişiliği bulunmayan bir dini kurum olduğuna, Patrikhanede yapılan dini seçimlere katılanların ve seçilenlerin Türk vatandaşları olmaları ve seçim tarihinde Türkiye’de çalışıyor olmaları gerektiğine hükmedilmektedir. Bu kararın; Patrikhanenin ve diğer gayrimüslim dini toplulukların, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından teminat altına alınan haklarını kullanmalarında ilave sorunlara yol açma potansiyeli vardır. (Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın tercümesi 16. sayfa)

Aslında Patrik ve 12 din adamı için talep edilen hapis cezalarını mahkeme onamamıştı ve suç unsurundan ötürü beraat kararı vermiş ancak Patrikhane’nin Ekümenik olmadığına da gerekçeli kararda yer vermişti. Çıkan karar; gerçekte beraat ettikleri halde hiç hoşlarına gitmedi. Çok sayıda “dost”umuz araya girerek beraat noktasından yola çıkarak “tashihi karar” müracaatı yapmamız için bize “telkin” yaptılar. Amaç; insanları hapse atmak değildi. Amaç; Patrikhane’nin böyle bir sıfatı ve hakkı olup olmadığı yönündeydi ve buna ulaşılmıştı. Bu nedenle bir başka yargı sürecinin başlaması belki de kararın değişmesine neden olacaktı. Bu nedenle yargı sürecini 2007’deki Yargıtay kararı ile sonladık! Fakat bu konuda gerçekten çok “telkin” aldık.

Tashihi karar müracaatı yapılsaydı, kanımızca yine aynı karar çıkacaktı. İşte bu noktada araya giren “dost”lar da zaten AİHM yolu da var diyerek telkin etmişlerdi! AİHM’nin tarafsızlığı o gün şüpheliydi, bu gün de aynı olduğu ortaya çıktı.

Bu sitede; 8 Kasım tarihli ve AİHM’nin Büyükada Rum Yetimhanesi hakkındaki kararı ile vatandaş yapılan 13 Rum Papaz ile ilgili eleştirel makalemiz; 9 Kasım’da açıklanan İlerleme Raporu ile ne kadar doğru öngörüde bulunduğumuzu ve araştırmalarımızın gerçekliğini bir kez daha ortaya koydu!

AB Rum Patrikhanesi için yanlıdır ve onlardan yana taraftır! Burada bizim yargı sistemimizi daima eleştiren ve “bağımsız yargı” talep eden ama bir Yargıtay kararının ayaklarına basmış olması ya da işlerine çomak sokmuş olması nedeniyle yukarıda açıklandığı gibi Dünya’yı ayağa kaldırabilen bir AB’den bahsediyoruz. Bizim yargımızı tenkit ederken onların yargısı da (AİHM) nasıl yanlıdır ve reyini nasıl baştan ihdas etmiştir, 8 Kasım tarihli bu sitede çıkan makalemizde ayrıntılı bir şekilde irdelenmiştik.

2010 İlerleme Raporu’nun Türkçe metninde; Rum Patrikhanesi ile ilgili yanlı söylemler “2.2. İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması” üst başlığı ile 22. Sayfada başlamaktadır. Evvela 15 Ağustos’ta, Trabzon Sümela Manastırı’nda yapılan ayin hakkındaki memnuniyet şöyle ortaya konmaktadır:

Din özgürlüğü konusunda, ibadet özgürlüğüne genel olarak saygı duyulmaktadır. “Ekümenik” Patrik Bartholomeos, yaklaşık doksan yıl sonra 15 Ağustos tarihinde Karadeniz’in Trabzon ilindeki Sümela Manastırı’nda ayin (Theotokos’un Ölümü Kutsal Litürjisini) gerçekleştirmiştir…

Raporun bu sayfasından itibaren Rum Patriği için olmayan “Ekümenik” sanı defalarca tekrarlanmaktadır. Paragrafın devamında; vatandaş yapılan Rum papazları için de şu memnuniyet ifadesi vardır:

Türk makamları, 14 Rum Ortodoks din adamına Türk vatandaşlığı vermiştir. Bu, Patrikhane ve Kutsal Sinod’un işleyişini kolaylaştırmaktadır.”

Burada manidar bir nokta vardır! Vatandaş yapılan papazlarla ilgili olarak medyada hiç haber yapılmaması…

Bizim bu konuda ve ayrıntılı bir şekilde bu sitede 20 Ekim’de yazdığımız makale ve katıldığımız iki televizyon kanalı dışında hiçbir yerde bu haber çıkmamıştır. Oysaki makalemizde bu şahısların kimlikleri ve görev yerleri ayrıntılı bir şekilde belirtilmişti. AB’nin bu konudaki memnuniyeti raporunda da vurgulaması üzerine umarız ki makalemizin haber olma niteliği ortaya çıkmıştır.

Raporun 23. Sayfasında devamla şu ifadeler yer almaktadır:

Din adamı eğitimine ilişkin kısıtlamalar sürmektedir. Türk mevzuatı bu topluluklar için dini özel yüksek öğrenime müsaade etmemekte ve kamu eğitim sisteminde de bu imkân tanınmamaktadır. Yüksek düzeyli devlet yetkililerinin tekrar açılabilmesine yönelik olumlu beyanları olmakla birlikte, Heybeliada Ruhban Okulu kapalı kalmaya devam etmektedir.”

Aynı sayfanın sonunda ise Ekümeniklik vurgusu bir kez daha şu şekilde yapılmıştır:

Ekümenik Patrikhane ‘Ekümenik’ unvanını her zaman kullanma konusunda serbest değildir. Mart ayında Venedik Komisyonu bu hakka müdahale edilmesinin AİHS’nin 9. Maddesine göre Ortodoks Kilisesi’nin özerkliğini ihlal ettiği sonucuna varmıştır.

24. sayfada da tarafımızdan açılan dava ile ilgili yine Yargıtay’a sataşma içeren şu ifadeler yer almıştır:

Temmuz 2007’de Yargıtay, Patrikhanede yapılan dini seçimlerde yer alan ve seçilen kişilerin Türk vatandaşı olması ve seçim sırasında Türkiye’de istihdam ediliyor olması gerektiğine hükmetmiştir. Bununla birlikte, AİHS ve AİHM içtihadı uyarınca Türklerin ve yabancı uyrukluların örgütlenmiş dini topluluklara katılarak din özgürlüğü hakkını kullanma ehliyeti konusunda eşit tutulması gerekmektedir.

Burada vurgulanan husus; Patrikhane’de görev yapacak din adamlarının TC vatandaşı olma şartını sağlayan 1923 tarihli Valilik kararı ile ilgilidir. Çünkü 2007 Yargıtay kararı Rum Patrikhanesi’nin, Türkiye’de bulunan diğer Ortodoks kiliseler yetkili olmadığını vurgularken Patrikhane’de görev yapacak din adamlarının da TC vatandaşı olması şartına bahsi geçen Valilik kararına istinaden dikkat çekmişti.

Bir noktaya da dikkat çekme gereği vardır. AİHM; genelde kaybedilmiş haklarla ilgili davalara bakmaktadır. Ekümeniklik; Rum Patrikhanesi’nin, bu konudaki ABD ve Avrupa devletlerinin yoğun desteğine karşın hiçbir zaman Türkiye nezdinde kazanılmış bir hak değildir. Bu bağlamda; AB’nin Türkiye raporlarında ve AİHM’nin kayıtlarında; “Patriarchat Ecumenique” yazmış olması bir şeyi değiştirmez ya da kazandırmaz. AİHM’de açılacak bir dava için kaybedilmiş bir hak üzerinden yola çıkmak gerekmektedir. Bu bağlamda ne Osmanlı Hukuku ne de TC Hukuku bu kuruma tüzel kişilik vermemiştir. Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişiliğin verilmesi hukuksal olarak ülkemizde mümkün değildir. Politik baskı ile bunun sağlanması da zordur ve ortaya bir “hukuk katli” çıkar. Ekümenik sanını AİHM’ye yapılacak bir müracaatla alamayacaklarını kendileri de çok iyi bilmektedirler ve bu nedenle Türkiye’yi ağır politik baskı altında tutarak bunu halletme çabası içindedirler.

AİHS’nin 9. Maddesine göre Ortodoks Kilisesi’nin özerkliğinin ihlal edildiği de gerçek dışıdır çünkü Rum Patrikhanesi üzerinde bulunduğu ülkenin, yani Türkiye’nin yasalarına ve geçerli mevzuatlarına göre sadece ülkedeki Rum vatandaşların dini lideridir.

Geçen yazımızda vurguladığımız AİHM’de yapılan Büyükada Rum Yetimhanesi ile ilgili mahkeme hakkında da 31. Sayfada şu söylem vardır:

Ekümenik Patrik-Türkiye davası ve adil tazmin meselesi ile ilgili olarak, 15 Haziran 2010 tarihli AİHM kararı, Türkiye’nin, davalı adına kayıtlı bahse konu mülkü başvuran adına tescil etmesi gerektiğine hüküm kılmıştır.” Büyükada Asliye Hukuk Mahkemesi, AİHM’in kararını ve Vakıflar Meclisi’nin tutumunu yansıtacak şekilde, “Ekümenik” Patrikhane lehine karar vermiştir.

Aynı paragrafla ilgili olarak sayfada 27. Dipnot olarak yer alan ifade de şöyledir:

8 Temmuz 2008 tarihinde, AİHM, 1902 yılında elde ettiği ve 1903 yılında Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı vasıtasıyla özel kullanıma tahsis edilen malvarlığından yoksun bırakılan Ekümenik Patrikhane’nin başvurusuna ilişkin kararını vermiştir. Davacı, özellikle gayrimenkulünün kaydının Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetiminde olan Yetimhane adına düzenlenmesi kararını vermek suretiyle yerel mahkemelerin mülkiyet dokunulmazlığı hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, Türk makamlarının mal sahibini uygun tazminat sağlamaksızın mülkünden mahrum etmeye yetkili olmadığı ve AİHS’nin ihlal edildiği hükmünü vermiştir. 28 2009 yılının Mart ayında, AİHM, Türkiye’nin Bozcaada’daki (Tenedos) bir Rum Ortodoks kilisesinin mülkiyet haklarını ihlal ettiğine hüküm vermiştir. Mahkeme oybirliğiyle, başvuru sahibi vakfın kendisine ait arazi üzerindeki taşınmaz malları adına tapuya kaydettirmesinin Türk yargı organları tarafından reddinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 1. Protokolünün 1. Maddesine (mülkiyet dokunulmazlığı) aykırı bulmuştur.

Yanlı AB ve yanlı AİHM görüyor ki sopayı istediği yöne tevcih eden söylemlerle Rum Patrikhanesi lehine elinden geleni yapmaktadır. Türkiye bir hukuk devletidir ve mevcut yasalarla Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenik” sanını alması mümkün değildir. Bunu politik dış baskı ile sağlamak için ellerinden gelen yapılmaktadır.

Ortodoks nüfusun genel nüfusa orantısının çok az olduğu, ABD’nin ve AB ülkelerinin neden bu kadar çok Rum Patrikhanesi’ne destek verdikleri ve Dünya Ortodoks nüfusunun yüzde doksanına sahip Rusya’nın neden bu konuda hiçbir adım atmadığı üzerinde çok düşünülmelidir. Zira Rusya bu güne değin bu ülkeler gibi Türkiye’ye Rum patrikhanesi lehine hiçbir politik baskı yapmamıştır.

Rum Patrikhanesi’ne verilen destek gerçekte din adına değildir ve tamamen politiktir. Dünya Ortodokslarının en fazla olduğu Rusya’nın, Ortodokslar üzerinde egemen olmaması en büyük etkenlerden biridir.

Türkiye’nin 2010 AB İlerleme Raporu bu bağlamda tamamen politik bir şekilde kaleme alınmıştır. Dikkat edilmesi gereken nokta ise; Rum Patrikhanesi’ne eğer yasal olarak Ekümenik sıfatını verebilseler zaten AB olarak verecekleridir. Bunu kabul etmiş görünmeleri ve Patriğe Ekümenik demeleri bunu sağlamaz. Bunu sağlayamadıkları için; işte bir gün raporla, bir başka gün AİHM kayıtlarıyla kapıyı aralamaya çalışmalarıdır.

Umarız ki Türkiye bir yanlışlık sonucu, bir gün bu kapıyı açmaz!


BOJİDAR ÇİPOF (29.10.2010) MELTEM TV'DE BÖLÜM 6



BÖLÜM 6
Bojidar Çipof, 29 Ekim 2010'da Meltem Tv'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu "DİYALOG" adlı programın konuğu oldu. Fener Rum Patrikhanesi'nin son faaliyetleri, Sümela'da 15 Ağustos'ta yapılan ayin ile Ayasofya'da yapılmak istenen korsan ayin ve TC vatandaşı yapılan Rum papazları ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca Bojidar Çipof'un Ağustos ayında çıkan "PATRİKHANE ile MÜCADELEM "adlı kitabı tanıtıldı.


Programın tümü 6 video parçası olarak internete yüklenmiştir.

BOJİDAR ÇİPOF (29.10.2010) MELTEM TV'DE BÖLÜM 5



BÖLÜM 5
Bojidar Çipof, 29 Ekim 2010'da Meltem Tv'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu "DİYALOG" adlı programın konuğu oldu. Fener Rum Patrikhanesi'nin son faaliyetleri, Sümela'da 15 Ağustos'ta yapılan ayin ile Ayasofya'da yapılmak istenen korsan ayin ve TC vatandaşı yapılan Rum papazları ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca Bojidar Çipof'un Ağustos ayında çıkan "PATRİKHANE ile MÜCADELEM "adlı kitabı tanıtıldı.




Programın tümü 6 video parçası olarak internete yüklenmiştir.

BOJİDAR ÇİPOF (29.10.2010) MELTEM TV'DE BÖLÜM 4



BÖLÜM 4
Bojidar Çipof, 29 Ekim 2010'da Meltem Tv'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu "DİYALOG" adlı programın konuğu oldu. Fener Rum Patrikhanesi'nin son faaliyetleri, Sümela'da 15 Ağustos'ta yapılan ayin ile Ayasofya'da yapılmak istenen korsan ayin ve TC vatandaşı yapılan Rum papazları ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca Bojidar Çipof'un Ağustos ayında çıkan "PATRİKHANE ile MÜCADELEM "adlı kitabı tanıtıldı.




Programın tümü 6 video parçası olarak internete yüklenmiştir.

BOJİDAR ÇİPOF (29.10.2010) MELTEM TV'DE BÖLÜM 3



BÖLÜM 3
Bojidar Çipof, 29 Ekim 2010'da Meltem Tv'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu "DİYALOG" adlı programın konuğu oldu. Fener Rum Patrikhanesi'nin son faaliyetleri, Sümela'da 15 Ağustos'ta yapılan ayin ile Ayasofya'da yapılmak istenen korsan ayin ve TC vatandaşı yapılan Rum papazları ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca Bojidar Çipof'un Ağustos ayında çıkan "PATRİKHANE ile MÜCADELEM "adlı kitabı tanıtıldı.


Programın tümü 6 video parçası olarak internete yüklenmiştir.

BOJİDAR ÇİPOF (29.10.2010) MELTEM TV'DE BÖLÜM 2



BÖLÜM 2
Bojidar Çipof, 29 Ekim 2010'da Meltem Tv'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu "DİYALOG" adlı programın konuğu oldu. Fener Rum Patrikhanesi'nin son faaliyetleri, Sümela'da 15 Ağustos'ta yapılan ayin ile Ayasofya'da yapılmak istenen korsan ayin ve TC vatandaşı yapılan Rum papazları ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca Bojidar Çipof'un Ağustos ayında çıkan "PATRİKHANE ile MÜCADELEM "adlı kitabı tanıtıldı.

Programın tümü 6 video parçası olarak internete yüklenmiştir.

BOJİDAR ÇİPOF (29.10.2010) MELTEM TV'DE BÖLÜM 1




BÖLÜM 1
Bojidar Çipof, 29 Ekim 2010'da Meltem Tv'de Muharrem Bayraktar'ın hazırlayıp sunduğu "DİYALOG" adlı programın konuğu oldu. Fener Rum Patrikhanesi'nin son faaliyetleri, Sümela'da 15 Ağustos'ta yapılan ayin ile Ayasofya'da yapılmak istenen korsan ayin ve TC vatandaşı yapılan Rum papazları ile ilgili bilgiler kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıca Bojidar Çipof'un Ağustos ayında çıkan "PATRİKHANE ile MÜCADELEM "adlı kitabı tanıtıldı.

Programın tümü 6 video parçası olarak internete yüklenmiştir.

BÜYÜKADA YETİMHANESİ ile VATANDAŞLIĞA ALINAN PAPAZLAR


Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü (3 Kasım 2010) Büyükada Rum Yetimhanesi ile ilgili dava Adalar Adliye’sinde görüldü ve beklenen karar verildi. Beklenen karardı çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, Rum Patrikhanesi’nin açtığı dava neticesinde Türkiye Cumhuriyeti bu mülkün tapusunu vermesi yönünde mahkûm olmuştu. Aslında Türkiye için çok önemli olan bu dava ile ilgili medyamızda çok cılız haberler aralıklı olarak çıktı ama bir kaza haberi kadar dahi önemsenmedi.

Patrikhane ve Türkiye arasında, önem açısından sırasıyla bakıldığında birinci sırada olan Patrikhane’nin Ekümenikliğidir zira bu Türkiye toprakları üzerinde “Ortodoks Halifeliği” kurulması ile eşdeğer bir husustur. İkinci sırada ise Heybeliada Ruhban Okulu meselesi vardır. Bu okul; 1971 yılında çıkan YÖK Yasası’na bağlı olmak istemedikleri için kendilerince kapatılmış, ancak “Türkiye Ruhban Okulu’nu kapattı” şeklinde yanlış bilgileri Dünya’ya yaymışlardır. Öyle ki bu “yalan” bilgiye bizim ülkemizdeki çoğu çevreler de inanmaktadır.

Büyükada Yetimhanesi; Türkiye ile Patrikhane arasında olan sorunlar sıralamasında üçüncü sıradadır ve düz bir mantıkla bakıldığında aslında bir tapu devrinden ibarettir. Avrupa’nın en büyük ahşap yapısı olduğu da iddia edilen ve çok büyük bir restorasyon bedeli gerektiren, Büyükada’nın arkalarında ulaşım açısından da zor bir konumda olan bu yapıyı önemli kılan sadece tapunun kime tescil edileceği hususudur. AİHM’de açılan davada talep edilen; tapunun Patrikhane adına tescil edilmesidir ama Patrikhane’nin tüzel kişiliği yoktur ve tüzel ya da gerçek kişi olmayanların adına tapu tescil edilemez. İşte bu karar ile Patrikhane tüzel kişilik kazanır mı ya da bunun yolu açılır mı? Tüzel kişilik olmayan bir kurum adına tapu tescili yapılabilir mi? İşte Büyükada Yetimhane’sini önemli kılan faktör budur!

Evvela hadiseyi AİHM açısından irdeleyelim. Her fırsatta ülkemizdeki yargı için bağımsızlık ve tarafsızlık talep eden AB ve AİHM kanadı “tarafsız” değildir ve “yanlıdır”. Bunu da çok basit bir şekilde ortaya koyabiliriz. Varsayalım ki Rum Patrikhanesi AİHM nezdinde, Türkiye’nin kendilerine “Ekümenik” statüsü kullandırmadığı yolunda bir dava açsın! Ülkemiz yasalarına göre; Türkiye’de yaşayan Rum asıllı vatandaşlarımızın dini lideri konumunda olan ve de tüzel kişiliği de olmayan Rum Patrikhanesi bu doğrultuda bir dava açarsa -ki açabilir- karşımızda reyini baştan ihdas etmiş ve “yanlı” bir AİHM olacaktır.

Yetimhane davası ile ilgili olarak kararlarında/evraklarında “Affaire Rum Patrikliği (Patriarchat Ecumenique) Turkey, Application No. 14340/05” yazan AİHM, daha baştan “Patriarchat Ecumenique” yazarak Patrikhaneyi karşısında Ekümenik olarak almakta ve kararlarında da bunu göz önüne almaktadır. Bu dava ile ilgili olarak; 8 Eylül 2008 ve 15 Haziran 2010 tarihli kararlardaki yazış şekli de budur!

Vakıflar Genel Müdürlüğü Meclisi de Büyükada Rum Yetimhanesi’nin AİHM kararına uygun olarak devri için bu şekilde karar almıştı. Ancak Meclis kararında; AİHM’nin Türkiye aleyhindeki kararını açıklamasının ardından, devrin Rum Patrikhanesi’ne değil de Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı’na yapılması için direndi. AİHM ilk kez böyle bir karar vermiştir. Bu suretle; ilk kez bir vakıf yerine, dini bir cemaate tapu devri yapılması için karar alınmıştır. 3 Kasım’daki kararın ardından da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde Büyükada Yetimhanesi’nin, Rum Patrikhanesi adına tapu tescili yapılması için müracaat hakkı artık kesinleşmiştir. Aslında on beş gün içinde bir itiraz yapılma hakkı bu tür davalarda olmakla birlikte; AİHM kararı nedeniyle bu tür müracaatın Türkiye adına yapılması da bir anlam ifade etmeyecektir. Sonuç olarak; artık Büyükada Yetimhanesi’nin tapusu Rum Patrikhanesi adınadır.

Bu tapu davası neticesinde Rum Patrikhanesi, Ekümeniklik sevdasında önemli bir yol almış mıdır ve Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada,  ile Gökçeada’da çok değerli mülklere sahip 23 vakfın gayrimenkullerinin devrinin önü de açılır mı? Bunlar da sorulması gereken sorulardır.

Tapu Kanunu m. 2'ye göre Hükmi şahısların tapu işlerinde merkez veya şubelerinin bulundukları yerin en büyük mülkiye amirinden nizamnamelerine göre gayrimenkul tasarrufuna izinli olduklarına ve tescil işini yapacak mümessilin salahiyetine dair alınacak belgenin verilmesi mecburidir. Madde; çok açık olarak ancak tüzel kişilerin gayrimenkul edinebileceklerini de ortaya koymaktadır.

Türk Hukuk sistemine göre tüzel kişiliği olmayan bir kurumun mülkiyet hakkı sahibi olması mümkün değildir. Hak sahibi olmak için hukuk süjesi olmak gerekmektedir. Gerçek kişiler ve tüzel kişiler hukuk süjesidir. Bir kuruma tüzel kişilik, hangi hukuk sistemi içinde kurulursa, o hukuk sistemi tarafından verilmektedir. Dolayısıyla Türk Hukuku dışında hiçbir hukuk sistemi Patrikhaneye tüzel kişilik veremez. Onun için Türkiye Cumhuriyeti'nden Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik vermesi istenmektedir. Zira AİHM’nin dahi Türkiye’nin böyle bir kişiliği Rum Patrikhanesi’ne vermesi hususunda karar vermesi ile tüzel kişiliğin kazanılması mümkün değildir. ABD’nin ve AB’nin bu konuda bilinen dayatmalarıyla da bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişiliği ancak Türkiye Cumhuriyeti verebilir ve “özel” bir yasa tasarısı hazırlanıp birtakım taşlar yerinden oynamadıkça, başta Anayasa olmak üzere şu anda mevcut hiçbir kanunla bu tür bir hakkın verilmesi sağlanamaz.

AİHM’nin kayıtlarında; “Patriarchat Ecumenique” yazmış olması da aslında bir şeyi değiştirmez. Yukarıda AİHM’de açılacak bir “Ekümenizm” davası için yazılan senaryo ise karşımızdaki kişilerin görüşünü ve oylarını nasıl baştan ihdas ettikleri belirtmek açısından yaratıldı. Yoksa böyle bir  “san” vermeye AİHM’nin de hakkı yoktur. AİHM’de açılacak bir dava için kaybedilmiş bir hak üzerinden gitmek gerekmektedir. Bu bağlamda ise ne Osmanlı Hukuku ne de TC Hukuku bu kuruma tüzel kişilik vermemiştir. Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişiliğin verilmesi için Türkiye açısından “iyimser” bakış açısının değişmesi, devreye “politik” güçlerin girmesi ve bu durumda da ortada bir “hukuk katli” çıkacağından, ağır adımlarla yol almaya devam ederek, süreci kendi açılarından uzatmaya gayret edeceklerdir. Tabi ki bu yolda ilerlerken bu güne değin ülkemize yapılan dış baskılar da aynen devam edecektir.

Büyükada Yetimhanesi tapusunun Rum Patrikhanesi’ne devredilmesi bir dizi hukuk kavramının alt üst olmasına sebep olacaktır/olmuştur.

Ancak bu Rum Patrikhanesi’ne tüzel kişilik sağlamaz ama yol açılmasına sebeptir ve bundan böyle açık vermemek adına dikkat edilmesi şarttır!

Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığımız “Vatandaş yapılan Rum Papazları” ile ilgili de şu birkaç noktayı burada vurgulamak gerekmektedir: 

Yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığının kazanılması; Türk Vatandaşlığı Kanunu m. 11'deki şartların varlığını zorunlu kılmaktadır. Bu şartlardan biri başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz 5 yıl ikamet etmektir.

29 Mayıs 2009 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan, 5901 sayılı Vatandaşlık Kanunu m.12’ne göre “istisnai” olarak vatandaşlığın kazanılması da mümkündür. Bu imkândan yararlanacak kişilerde 5 yıl ikamet şartı ya da Türkçe konuşma şartı aranmadan Bakanlar Kurulu kararıyla Türk vatandaşlığını kazanabilirler. Birçok ülke bir kişiyi vatandaş yaparken dil ve ülke tarihi hakkında bir imtihana tabi tutmaktadır.
5901 sayılı Vatandaşlık Kanunu m.12 şöyledir.

a) Türkiye'ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler.

b) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler.

c) Göçmen olarak  kabul edilen kişiler.

Türk vatandaşlığı verilen 13 papaz Vatandaşlık Kanunu’nun m.12'e göre Türk vatandaşı olmuşsa “a” ya da “b” bendine göre vatandaş olmuş demektir. Bu konuda makalemiz ve çıktığımız iki televizyon programı dışında henüz medyada bir haber henüz çıkmadı. Şu anda bu 13 papazla ilgili olarak Vatandaşlık ve Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü nezdinde; alınan Bakanlar Kurulu çerçevesinde işlemler sürmektedir. Umarız bu taze vatandaşlar TC hüviyetlerini ellerine aldıklarında medyamızda haber olacaklardır.

Şimdi dikkat edilmesi gereken “Vatandaş Yapılan Rum Papazları” adlı makalemizde ayrıntılı olarak belirttiğimiz gibi; bunun arkası gelecektir, daha birçok papaz vatandaş olmak için sıradadır, geçmişte yaşananları “Tarih Tekerrürden İbarettir” mantığıyla ne olacak vatandaş oluversinler diyerek geçiştirmemek gerekmektedir.