24 Haziran 2011 Cuma

BULGAR EKSARHLIĞI ile İSTANBUL BULGAR ORTODOKS KİLİSESİ ve CEMAATİ'NİN TARİHİ

“PATRİKHANE ile MÜCADELEM 
BULGAR EKSARHLIĞI VAKFI’NDA 15 YIL” 
ADLI KİTABIN, GİRİŞ BÖLÜMÜ [1]


Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin Kısa Tarihi 

 Bulgar Ortodoks Cemaati’nin ve Kilisesi’nin kimliğini bulması, hatta Bulgaristan Devleti’nin temelleri dahi üzerinde bulunduğumuz bu coğrafyada, İstanbul’da ortaya çıkmıştır. Bulgar Kilise tarihinin, ilk papaz evi, ilk matbaası, ilk kilisesi, Eksarhlığın kurulması için ilk mücadele, kilisenin örgütlenmesi İstanbul’da başlar. Bulgar Ortodoks Cemaati’nin ve hatta Bulgaristan Devleti’nin tarihsel başlangıcı da buradadır.

Osmanlı Devleti’nin benimsediği millet sistemi ile ilk başlarda “Rum Milleti” içinde sayılan Bulgar Ortodoksların tarihi incelendiğinde, Rum-Bulgar çatışmasının daima ön planda olduğu gözlenir. Bu çatışmalar; Fener Rum Patrikhanesi ve ruhani hiyerarşisindeki din adamlarının nüfuz ve çıkar amaçları güden baskıları sonucunda ortaya çıkmıştır ve günümüzde de devam etmektedir.


Burada Doğu ve Batı Kiliseleri’nin yapısını konunun daha anlaşılabilmesi açısından bir kaç cümle ile kısaca açmak gerekir. Batı Kilisesi olarak tanımlanan Katolik Kilisesi ile daha yakın bir tarihsel geçmişi olan Protestan kiliseler; “Ümmetçi” bir davranış sergilerler. Dini öğretilerinde ve faaliyetlerinde ulusalcılık ve milliyetçilik ön planda değildir. Amaç olabildiğince insanı kendi kiliseleri çatısı altında sadece inanç yönünden toplamaktır ve bu da misyonerliğin temel felsefesini oluşturur.


Doğu Kilisesi’ndeki ise durum farklıdır. Çünkü burada ümmetçilik yoktur. Ulusalcılık ve milliyetçilik ön plandadır misyonerlik ve “Hıristiyanlaştırma” faaliyetleri de yoktur. Ortodoks mezhebine bağlı kiliselerde ön planda olan daima milliyetçiliktir. Ortodoks kiliseleri bir yandan otonomilerini, dini özgürlüklerini sağlamaya çalışırken öte yandan. Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümeniklik” iddiası ve “Tüm Ortodokslar Helen’dir” felsefesi ile kurmaya çalıştığı baskı ile uğraşırlar. Bu reddedilmesine karşın din adına milliyetçilik yani filetizmdir. Maalesef Bulgar Ortodoksların tarihi de din adına milliyetçilik ile uğraşmak ve Helenleşmemek için yapılan kavgalarla doludur.


Biraz evvel belirttiğimiz gibi; Osmanlı Yönetimi tarafından “Rum Milleti” içinde sayılan Bulgarlar, Rum din adamları tarafından sömürülmekte ve özellikle lisan ve kültürlerini öğrenme açısından zorluk çekmekteydiler. Millet sisteminin sadece ruhani yetkiler içermeyip cismani yetkiler, yani yargı, vergi ve daha birçok idari hususu da içerdiği göz önüne alındığında Bulgar Ortodoksların sıkıntıları; Osmanlı İdaresinden değil Rum Patrikhanesi despotlarından gelmekteydi.


Uyuşmuş kalmış olan Bulgar Milleti’nin ruhuna ilk iman kıvılcımını "Paisiy Hilendarski" adında bir Bulgar keşiş atmıştır.
[2] 1762 yılında Atos Dağı’nda, Hilendar Manastırı’nda yaşayan keşiş Paisiy “Slav Bulgar Tarihi” adlı bir el yazması kitap yazdı.[3]

Ey Bulgar ecdadını öğren dilini tanı... Ben bütün Bulgarlara bizim milletimizin de anlı şanlı bir millet olduğunu ortaya koymak için bu kitabı yazma zahmetine girdim ve buna devam edeceğim. Ben öyle Bulgarlar tanıyorum ki şaşkınlık içinde kendilerini Bulgar saymaktan son derece utanıyorlar... Tam aksine bunlar Yuna
nca öğreniyorlar... Ey akılsız millet neden öz dilinden utanç duyuyorsun... Neden öz dilinde düşünmek ve okumak istemiyorsun...” [4]

Şeklinde ateşleyici söylemler içeren bu yapıt süratle çoğaltılmaya ve halk tabakaları arasında okunmaya başlandı.
[5]

Paisiy’den sonra bu dava için çalışan ikinci önemli kişi Sofrani (Stoiko Vladislanof) adlı bir papaz oldu. Bu papaz da çeşitli kitaplar yazarak Bulgarların, Rumlara karşı harekete geçmelerini istemekteydi. Rum Patrikhanesi; 1767’de Bulgar kültürünün en son kalesi olan Ohrid Başpiskoposluğu’nu kapattırdı. Bu arada Bulgar kilise mektepleri de kapatıldı ve okullarda sadece Yunanca okutturulması için bir genelge bütün kiliselere ve mahalli despotlara yollandı. Tırnovo Katedrali’nde ise eski Bulgar patriklerine ait bütün kitaplar bir törenle yaktırıldı. Bulgarlar artık kendilerini Bulgar saymaktan utanır ve bunu gizler olmuşlardı. Kısa bir zaman içinde Rila ve Hilendar manastırları dışında bütün kiliseler tamamen Rumların boyunduruğu altına geçti.


Sarayda söz sahibi ve padişah ile yakın dost olan fakat öte yandan tamamen Rumlaşmış
[6] bir Bulgar olan Stefan Bogoridi [7] Rumların soydaşlarına yaptığı baskılardan artık rahatsız olmaktadır. Bogoridi, bu vicdan azabıyla Bulgarların lehine bir takım girişimlerde bulunmaya başladı ve nitekim 18 Eylül 1848’de padişaha bir mektup yazarak İstanbul’da yaşayan Bulgar Cemaati’ne mahsus bir papaz evi kurulması için müsaade istedi.

Stefan Bogoridi’nin mektubuna, 23 Eylül 1849 (6 Zilkade 1265) tarihli padişah iradesi ile izin verildi.
[8] Bogoridi, şu anda üzerinde Demir Kilise’nin (Sveti Stefan) bulunduğu, kendi mülkü olan ve üzerinde evi bulunan arsayı papaz evi yapımı için bağışladı. 9 Ekim 1849’da papaz evi ya da küçük kilise denilen ibadethane tamamlanarak 23 Ekim 1849’da yapılan bir törenle Arhidyakon Stefan (Aziz Stefan) adı ile takdis edildi.[9]

Kiliseye hemen bir mütevelli heyeti (yönetim kurulu) seçildi. Yönetim kurulu bir süre sonra kilisenin karşısına bu gün de “Metoh” olarak adlandırılan binayı inşa ettirmek için padişahtan izin aldı. Burası, İstanbul’dan geçen Bulgarların konuk edilebileceği 3 katlı ve 25 odalı bir bina olarak kısa sürede tamamlanmıştır. Bina üzerinde bu gün de muhafaza edilmiş, görülebilen ve binanın üst kısmını bir uçtan diğer uca saran, Slavca bir yazı ile padişaha teşekkür vardır.


1856 yılına gelindiğinde artık Rumlar ile Bulgarların arası fevkalade açık bir durumdadır. Tatar-Pazarcık’tan Rum Patriğine gönderilen bir yazıya göre Plovdiv (Filibe) Metropoliti Hrisant tüm papazlara hitaben çıkardığı bir yazı ile aidatların %40 oranında arttırılmasını emretmiştir.
[10] Bir başka habere göre Plovdiv Metropoliti Hrisant kendisine büyük bir çiftlik inşa etmeye başlamış ve masraflar için vergileri arttırmıştır.[11] Edirne esnafının bir şikâyet mektubuna göre ise 2 Şubat günü kiliselerde Bulgarca ayin yapılması yasaklanmıştır.[12] Bulgarca öğretim yaptığı için Üsküp Metropoliti Yoakim, öğretmen Yordan Konstantinof’u görevden almış ve şehirden kovdurmuştur.[13]

"Bizantis Gazetesi"nin 2 ve 8 Mart 1857 tarihli nüshalarında tanrıya ibadet için tek dilin Rum (Yunan) dili olduğu ve buna karşı gelenlerin halkı isyana teşvik ettikleri ve bambaşka bir ayin şekli istedikleri iddia olunmaktadır.
[14] Bulgarların bu dönemde milli duyguları uyanmakta, okulları için, milli ruhanilik için ve Bulgarca basılmış kitaplar için mücadele etmeye başladıkları izlenmektedir.[15] Rumca yayınlanan, Bosfor Telegraf Gazetesi’nden alıntı yapan Tsarigratski Vesnik Rum yazarların da Bulgarların kendi dillerinde ibadet yapmalarının sağlanmasını doğal karşıladıklarını yazmaktadır.[16]

Bulgarların patrikhanenin idaresinden kesinlikle ayrılma eğilimine girmeleri ve büyük bir kilise inşa etmek üzere padişaha bir dilekçe vermek üzere gerekli hazırlıkları yapmaları, Rum Patriği Kirilos’u harekete geçirir ve Bulgarları kazanmayı amaçlayan bir yaklaşımla bu istidayı bizzat kendisi saraya götürür.
[17] Eylül 1858’de verilen bir fermanla kilise inşaatı için izin alındı. Bir yıl sonra, 25 Ekim 1859’da yapılan bir törenle de bu günkü Demir Kilise’nin bulunduğu yere temel atıldı. Törene Fener, Kudüs, İskenderiye ve Antakya patrikleri de katılmışlardır. [18]

Bir süre sonra zeminin sağlam olmadığı ve kaydığı ortaya çıkacak ve inşaat işi duracaktır. Zemine Buharlı bir şahmerdan kullanılarak, birkaç yüz adet çam ve meşe kazık zemine çakılarak sağlamlaştırılma yoluna gidilir fakat bundan kesin bir sonuç alınamaz. Bu arada kilise yapımı için toplanan para da biter ve temelleri zemine kadar atılmış bir şekilde kilise inşaatı yarım kalır.
[19]

Bu durum Rum Patrikhanesi’nin işine gelmiş ve baskıları daha da arttırmıştır. Bu esnada Bulgarlar Rumlar tarafından ezilmiş, Aynoroz’da hapse atılmış eziyet görmüş bir din adamını kendilerine önder olarak görmeye başladılar. Bu kişi Metropolit İlarion Makariopolski’dir. Makariopolski’nin önderliğinde toplanan Bulgarlar Rum Patrikhanesi’nden kopma hazırlıkları sürdürmektedirler ve isyan nihayet başlar. 3 Nisan 1860’da yapılan Paskalya Ayini’nde, ayin esnasında Rum Patriği’nin adının anılması gereken kısma gelindiğinde halk bir ağızdan bağırmaya başladı “Patriği anma Sultanı an... Patriği anma Sultanı an ...” Bunun üzerine İlarion evvela Sultanı ve daha sonra patriğin yerine bütün eski Bulgar piskoposlarının adını andı ve bu hareket ile Fener Rum Patrikhanesi’ni artık tanımadığını ilan etti[20] ve bir daha ayin için izin almak gereği duymadı, patriğin adını da bundan böyle anmadı. Bu ayinden hemen sonra karşıda bulunan Metoh binasının balkonunda gençler Sultan Abdülmecit onuruna yazılan ve bestelenen bir şarkıyı okudular. İstanbul’da bulunan Bulgarlara ait 33 esnaf loncası da binlerce imzalı bir mazbatayı saraya yollayarak durumdan Osmanlı Hükümetini haberdar etti ve padişaha bağlılıklarını sundu. [21]

Yıllar geçtikçe Rum ve Bulgarlar arasındaki anlaşmazlıklar daha da arttı. 1869 yılına gelindiğinde; bu çok uzayan mücadeleden ve kilise kavgalarından artık rahatsızlık duyan Babıâli ve Ali Paşa meseleyi ele aldı ve önemli bir adım atarak 1869 yılında Rum ve Bulgarlardan itibarlı kişileri bir araya getiren bir komisyon kurdu. Ortaya çıkan mazbatanın maddelerine patrikhanenin itiraz etmesine rağmen bu mazbata Ali paşa tarafından 5 Mart 1870’de Babıâli’ye sunuldu.
[22] Meseleyi bir ferman ile çözmeye karar veren Sultan Abdülaziz de 6 Mart 1970’de Bulgarlara müstakil bir kilise kurulmasını, ruhani ve idari açıdan patrikhaneden ayrılmalarını kabul etti.[23]

Nihayet 11 Mart 1870’de (8 Zilhicce 1286) 11 maddeden oluşan “Bulgar Eksarhlığı Fermanı” kabul edildi.
[24] Buna karşı çıkan Rum Patrikhanesi; 5 Nisan 1870’de bir mazbata ile itiraz etti ve Padişah fermanına rağmen Bulgar Eksarhlığı’nın kurulmasına karşı çıktı ve uzun süren yazışmalar, itirazlar süreci yaşandı. Ferman bu süre içinde yürürlüğe giremedi. Sonunda Sultan Abdülaziz’in izniyle 6 Mart 1872’de (25 Zilhicce 1288) Vidin Metropoliti Antim Efendi ilk Bulgar Eksarhı olarak seçildi. Bütün illerde bulunan Bulgarlar padişaha şükran mektupları göndermeye başladılar. Rum Dini Meclisi 10-24 ve 28 Eylül 1872 tarihlerinde yaptıkları üç oturum neticesinde padişah fermanına rağmen tüm Bulgarları aforoz etti.[25]

1877’de, Rusya’nın Osmanlıya savaş ilan etmesi Eksarh Antim’in gözden düşmesine neden oldu. Şüpheli kişilerle görüştüğü saptandı ve azledildi. 6 Mayıs 1877’de yapılan seçimle ikinci Eksarh olarak sarayın itimat ettiği Lofça Metropoliti (Lazar Yovçev 1840 -1915) Yosif Eksarh seçildi ve kendisine Birinci Rütbe Mecidi Nişanı verildi.
[26]

Görkemli bir kilise inşa etme fikri ise bu geçen süre içinde düşünce bazında kalacak ve ancak 1877’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından sonra tekrar ivme kazanacaktır. Bulgar Prensliği’nin kuruluşundan sonra, 1878’de yarım kalan kilisenin bitirilmesi için ciddi girişimlere tekrar başlandı. Bu girişimler ancak Aralık 1887’de sonuçlandı ve prenslik kilise yapımına devam edilmesi için gereken izni verdi ayrıca inşaatın devamı için gereken kaynak da sağlandı. Rusya da yapılacak bu kilise için altı adet çan hediye etti.
[27]

Eksarh 1.Yosif, 20 Mayıs 1889’da (20 Ramazan 1306) saraya tekrar müracaat ederek kilisenin yapımına devam edilmesi için gereken izni aldı.
[28] Projeler ünlü Ermeni mimar Josef (Hovsep) Aznavur tarafından yapılmıştır. Uzun arayışlardan sonra varılan sonuca göre kilise Avusturya’da Vagner Firması’na yaptırılmış tamamen sökülebilir özelliği olan bu kilise evvela firmanın bahçesine kurulmuş ve bilahare sökülerek İstanbul’a nakledilerek bir kez daha burada monte edilmiştir. Haliç’te demirden inşa edilen Aziz Stefan (Sveti Stefan) Kilisesi birçok mimari özelliğinin yanı sıra Osmanlı toprakları üzerindeki ilk prefabrik yapı olma özelliğini de taşır.

Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne göre; Sveti Stefan Kilisesinin açılış günü 20 Eylül 1898’dir.
[29] Kilisenin açılış töreni ile ilgili olarak birçok Başbakanlık Arşiv Belgesi bulunmaktadır. Alınan istihbarat bilgilerine göre, açılış esnasında bazı Rumların taşkınlık yapabilecekleri ve bunun şehrin asayişini bozacağı ve bunun için önlem alınması defalarca saraya iletilmiştir. Bu nedenle Balkanlardan gelecek Bulgarların engellenmesi ve gelen kişi sayısının sınırlı tutulması için resmi görevlilerce saraya tavsiyelerde bulunulmuştur. Bu belgelerden birisi ise taşıdığı imzalar nedeniyle ayrı bir önem taşır. 7 Eylül 1898 tarihli bu belgenin altında Şurayı Devlet Reisi, tüm nazırlar ve Şeyhülislam ile müsteşarların imzaları bulunmaktadır. Belgeden bazı alıntılar şöyledir: [30]

Rumlarla Bulgarların mezhepçe olan ihtilafları malumdur. İnzibatı ihlal edebilecek bazı münasebetsizlikler vukuuna ihtimal vardır (...) Bulgarların nakline muvafakat olunmamasının şimendüfer kumpanyalarına tebliğine...




1945 Protokolü ve Shizmanın Kalkması

Biraz evvel de değinildiği gibi; Bulgarlar 1870 tarihli Padişah fermanına rağmen Fener Rum Patrikhanesi tarafından millet olarak aforoz (shizma) edilmişlerdir. Bulgar kaynaklarında sıkça rastlandığı üzere, aslında bu shizma işini pek ciddiye de almamışlardır.
[31] Bu durum 1944 yılına kadar devam eder. 9 Eylül 1944’de Bulgaristan’da Sovyet Rusya destekli komünist bir rejim başlamıştır. Bulgaristan Hükümeti dış dünya ile bağlarını tamamen koparmamak, hatta bazı ülkelere sempatik görünmek için Bulgar Ortodoks Kilisesi’ni destekler bir havaya girdi. Amaç kiliseyi devlete bağımlı/kukla bir idare olarak yönetmekti. Bir taraftan Fener Rum Patrikhanesi tarafından aforozlu (Shizmatik) ilan edilen, öte yandan uzun yıllar gerçek anlamda başsız kalan Bulgar Ortodoks Kilisesi politik açıdan kullanılmaya hazırdı.

Ortodoks dünyasının liderliğini ele geçirmek isteyen Rus Patrikhanesi ile Fener Rum Patrikhanesi arasında ezelden beri süre gelen –ve hala devam eden- rekabet ile o yılların Avrupa’sını paylaşan siyaset birleşti. Galip devletler siyasi etki alanlarını paylaşırken, Balkanları Sovyet Rusya’ya bırakmışlardı. Dış ülkeler ile olan ilişkilerinde bu ülkelere sempatik görünmek Rusya için de çok gerekliydi. Rusya’nın yöneticileri komünist idare altındaki -Bulgaristan gibi- diğer ülkelerin ulusal kiliselerini de kendi kiliselerine manevi açıdan bağımlı hale getirmeye çalışıyorlardı.


Ocak 1945’te, Moskova’da bir Ortodoks birliği toplantısı yapıldı. Fener Rum Patrikhanesi temsilcilerinin de katıldığı bu gibi toplantıya; Rum Patrikhanesi tarafından shizmatik ilan edilmiş, Bulgar Kilisesi temsilcileri katılmıyordu. Burada, Rus Patriği ”Kardeş Bulgaristan Kilisesi’nin de artık Ortodoks birliğine dâhil olması gerekir. Bu yolda her şeyin yapılması gerekmektedir.” fikrini ortaya attı. Bunun üzerine Rum Patriği; Bulgarların kendisine bir mektup yazarak 5 Mart 1870 tarihli padişah fermanı ile başlayıp 1872 yılında shizma (aforoz) ile noktalanan ayrılık için özür dilemesini istedi. Rus Patriği tarafından da benimsenen bu çözüm Bulgar Ortodoks Kilisesi’ne derhal bildirildi.Politik güçler tarafından organize edilen bu gelişmeler sürerken 21 Ocak 1945 tarihinde, Sofya’da acele olarak bir kilise genel kurulu toplandı ve Sofya Metropoliti Stefan Eksarh seçildi. Yine aynı kurulda komünist yöneticilerin dikte ettirdiği “Bulgar Ortodoks Kilisesi Tüzüğü” de onaylandı. Stefan, Eksarh seçilir seçilmez -aynı gün- Rum Patrikhanesi’ne aman dileyen uzun bir mektup yazdı.
[32] Eksarh Stefan bu mektup ile Bulgarların; Osmanlı Devleti’nin de destek ve hoşgörüsü sayesinde elde ettikleri dini özerkliği bir kenara atmaktaydı. Böylece 73 yıldır süregelen anlaşmazlıklar ile karşılıklı olarak birbirlerini reddeden bu iki kilise arasında tekrar bir yakınlaşma oldu. 3 Şubat 1945’de Nevrokopski Boris ve Tırnovski Sofroniy dini lakaplarıyla bilinen iki Bulgar metropoliti, İstanbul’a geldiler ve Şişli’de, içinde Sveti İvan Rilski kilisesinin de bulunduğu Eksarhlık binasına -ki o esnada sadece Eksarhlık Vekilliği- yerleştiler. 5 Şubat 1945’de o esnada İstanbul’da bulunan Bulgaristan uyruklu Arhimandrit [33]Andrey Veliçki ile birlikte Rum Patrikhanesi’ne giderek shizmanın kaldırılması ile ilgili görüşmelere başlanmasını rica ettiler. Şubat ayı içinde yapılan bir kaç görüşme sonucunda shizmanın kaldırılmasına karar verildi.19 Şubat 1945’da Rum Patrikhanesi ”Tomos” denilen bir belge yayınlayarak Bulgar Kilisesi’ni tanıdığını ve kucakladığını açıkladı. Bu belgede Fener Rum Patriği Benyamin ile beraber Rum Patrikhanesi Sen Sinodu’nu teşkil eden 12 metropolitin imzaları vardır. Rum tarafından verilmiş olup belgede Bulgar tarafının imzası yoktur. Bu hikâyede her iki tarafın müştereken imzalandığı bilinen tek belge; daha sonra bir anlaşmaya çevrilmemiş olan 19 Şubat 1945 tarihli ve tam olarak ne olduğu anlaşılamayan protokoldür. Protokolde, iki tarafı bağlayan hiçbir madde bulunmamaktadır. İstanbul Bulgar Ortodoks Cemaati’ni ilgilendiren tek madde olan “D” maddesi ise karşılıklı olarak papaz kutsanmasına yardımcı olunması ile ilgili bir paragraftır.[34]

Bahsi geçen protokolün aslının bulunamamış olduğu gibi “Tomos” denilen dini belgenin de aslı ortada yoktur. Burada bir hususu da ayrıca vurgulamak gerekir. Rum Patrikhanesi’nin bir yabancı kilise ilke arasında dini bir akit yapmasına Türkiye Cumhuriyeti müdahalede bulunmaz ve bu güne kadar da bulunmamıştır. 1945 yılında da günümüzde de aynıdır. Ancak Bu protokolü yapan taraflardan birisi olan Bulgar Kilisesi temsilcilerinin -ki bunlar 3 kişidirler- Türkiye’de yerleşik ve yaklaşık çoğu Türk Vatandaşı olan bir topluluğun, Türkiye’deki Bulgar Ortodoks Cemaati’nin dini haklarını bir başka kuruma nasıl devrettikleri tartışma konusudur. Çünkü bu yapılan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı bir davranıştır. Nitekim 1996 yılında bu husus tarafımdan açılan bir davada ortaya çıkacaktır.


1966 yılında ilk Bulgar Patriği olarak görevde bulunan "Kiril" bu konu üzerine özel bir çalışma yaparak bir gizli rapor hazırlamış ve Bulgar Kilisesi’nin üst düzey yöneticilerine dağıtmıştır. Elinde kilisenin tüm imkânlarını kullanmak, arşivini istediği gibi inceleme olanaklarına sahip olan Bulgar Patriği Kiril dahi bu anlaşmanın ya da protokolün aslını bulamamıştır. Rapordan bazı alıntılar şöyledir: [35]

(...) Maalesef Bulgar Sen Sinodu’nun arşivinde shizmanın kalkması için karma komisyonun bir protokolü bulunamamıştır. (Not: Bu kısmın altı çizilidir.) Bunun için İstanbul’daki Eksarhlık Vekilliği’nin geleceği hakkında bizi aydınlatacak bir bilgiye sahip olamadık. (...) Çünkü patrikhanenin kabul etmemesine rağmen, İstanbul’da Eksarhlık Vekilliği vardı ve varlığı Türk makamlarının hoş görüşü ile kabul edilmiştir.     Bulgar Patriği Kiril 9 Nisan 1966


5 Şubat 1945’de Fener Rum Patrikhanesi’nin içinde bulunan Aya Yorgi Kilisesi’nde; Bulgar, Yugoslav, Yunanistan, Sovyet Rusya, Polonya ve İngiliz başkonsoloslarının da bulunduğu bir ayin yapılarak aforozun kaldırılması için dua edildi. Fener Rum Patriği Benyamin aynı gün; “Bulgaristan Eksarhı ve Sofya Metropoliti Stefan’a” diye başlayan bir telgrafla yapılan töreni ve kutsamayı haber vererek kendisini tebrik etti. Bulgar Eksarhı Stefan da 28 Şubat 1945 tarihli bir telgrafla Rum Patriği’ne teşekkür etti. Bu olaya politikanın karışmış ve kilisenin bu işe alet olduğunun bir başka delili de; Bulgar Devleti’nin, Rum Patrikhanesi’ne teşekkürde dini otoriteden daha önce davranması ve 23 Şubat 1945 tarihinde Bulgar Dışişleri ve Dinişlerinden Sorumlu Bakan Stoyanof imzası ile Fener Rum Patriği’ne hitaben özetle; [36]

Bulgar Hükümeti adına çok mutluyum. Bu nedenle şahsınıza, büyük tatminimizi ve teşekkürlerimizi sunuyorum.” diye telgraf çekmesidir.

İstanbul’daki Bulgar Kiliselerinin de ruhani yönden, Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanmış gösterilmesi üzerine, Bulgar heyetinde olup İstanbul’da yaşayan (Bulgar uyruklu) Arhimandrit Andrey Veliçki’nin görevine devletçe son verdirilmiş ve 6 Aralık 1945’te ülkeyi terk etmesi istenmiştir.

Kitabın içindeki; 1994 “Dini Belgeler” krizi bölümünde, bu olay hakkındaki bazı çok önemli ve gizli belgeler ortaya konulmuştur.

Shizmanın kalkması, yeni bir kilise tüzüğünün yürürlüğe girmesi çok kısa bir süre içinde, Bulgaristan Devleti’nin de baskısı ile yeni Bulgar Eksarhı olarak seçilen Stefan’ın normal olarak Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret etmesi ve aman dilediği, Fener Rum Patriği ile görüşmesi gerekirken, tersine bir davranışla evvela Rusya’ya giderek Rus Patriği ile görüşmüş ve yardımları için kendisine teşekkür etmiştir.


Shizmanın kalkması ile birlikte İstanbul Bulgar Ortodoks Kiliseleri ile Rum Patrikhanesi arasında ciddi problemler yaşanmaya başlandı. Rum Patrikhanesi, Şubat ayından itibaren Bulgar Kiliselerinde kullanılan dini belgelerin Rumca olarak verilmelerini talep etti. O zaman Bulgar Ortodoks Kiliseleri’nde ruhani olan Protoirey [37] Yoakim Mustref ile Rum Patrikhanesi arasında zorlu bir mücadele başladı. Mustref 21 Mart 1946 tarihinde, Bulgar Eksarhı Stefan’a bir mektup yazarak durum hakkında bilgi verdi ve dini belgeler ile ilgili sıkıntıları dile getirdi.[38] Mustref, 18 Eylül 1946’da, Ankara’daki Bulgar Büyükelçisine de bir mektup yazarak patrikhanenin hiçbir dayanağı olmayan istekleri için destek istedi. Büyükelçi Angelof, Mustref’e bir cevap vererek şu ifadeyi kullandı: [39]

(...) gayet basit olarak onlara hiç önem vermeyiniz ve belgelerinizi şimdiye kadar yapmış olduğunuz gibi Bulgarca vermeye devam ediniz. Elçiliğimize, Bulgar Eksarhı’nın bu konu ile ilgili yazınıza verdiği cevabın bir nüshasını acele yollayınız. Ankara 24 Eylül 1946     Büyükelçi V. Angelof


Protokolün yapılış tarihinde hasta olduğu ya da başka bir gerekçeyle bu delegasyona iştirak etmeyen Bulgar Eksarhı Stefan protokolden 10 ay sonra İstanbul’a gelerek, Rum Patriği ile görüştü. Bu konuda Cumhuriyet Gazetesi’nde şu haber çıktı:[40]

Patrikhane ile Bulgar Kilisesi dün barıştılar. Şehrimize gelen Bulgar Eksarhı Patriğin elini öptü ve ona hediyeler verdi.

İlk başta politikanın oyuncağı olan Eksarh Stefan daha sonraki yıllarda komünistlerle anlaşmazlığa düştü ve 1948’de istifasını verdi. Bu istifayı verdikten hemen sonra Paisiy Vraçanski ve Kiril Plovdiski adındaki iki metropolit tarafından oyuna getirildiğini anladı ve istifayı geri almak için geri döndü. Fakat bu iki metropolit istifasının yürürlüğe konduğunu, kasaya kaldırıldığını ve bunun gibi mazeretlerle kendisini geri çevirerek isteğini yerine getirmediler. Eksarh Stefan daha sonra Bane Karlovsko Köyü’nde komünistlerce gözaltına alındı ve hayatının sonuna kadar orada bir evde yaşadı.[41] 


Bulgar Eksarhlığı’nın Patrikhane Olması

Yukarıda bahsi geçen metropolitlerden Kiril uysal biri olduğu için devletin de desteğiyle Sen Sinod Vekili oldu. Komünistler; 1950 yılı sonunda bir “Kilise Nizamnamesi” hazırlayarak bunu Bulgar Sen Sinodu’na kabul edilmesi için yolladılar. Tabi ki Bulgar Sen Sinod’u da bu nizamnameyi hemen kabul etti. Aslında kilise yasalarına (kanonlar) göre bu gayri kanonik bir hareket oldu. Çünkü bu gibi bir nizamnamenin kabul edilebilmesi için geniş katılımlı bir ”Ulusal Kilise Toplantısı” yapılması ve nizamnamenin bu toplantıda hazırlanması gerekirdi.


8 ila 10 Mayıs 1953 tarihinde yapılan “Ulusal Kilise Toplantısı” ile Bulgar Eksarhlığı’nın artık Bulgar Patrikhanesi’ne dönüştürülmesi kararı alındı. 11 Mayıs 1953’de Sen Sinod Vekili Metropolit Kiril de ilk Bulgar Patriği olarak seçildi. Patriklik törenine tüm kiliseler davet edildi. Rum Patrikhanesi bu törene katılmadı. 8 yıl sonra, 1961’de bir mektup yollayarak Bulgar Patrikhanesi’ni tanıdığını beyan etti. [42]

Bu dönemin en önemli olayı; protokolün yapılmasıyla birlikte ortaya çıkan “Dini Belgeler” krizidir ve Rum Patrikhanesi’nin derhal Türkiye’deki Bulgar Ortodoksları asimile etmeye kalkışmasıdır. 1994 yılında da tekrar hortlayacak olan bu dini belgeler sorunu; bir yandan Bulgar Cemaati’ni ruhani ve idari açıdan, Rum Patrikhanesi’ne bağlamak, diğer yandan ise (o zaman) dini belgelerden bir kazanç elde etmek olarak; iki farklı açıdan ele alınmalıdır. 1994’te yapılanlar; hadisenin kazanç yönüyle değil, ruhani bağımlılığın yanı sıra hiyerarşik olarak da Rum Patrikhanesi’nin üstünlüğünün Bulgarlarca tescil edilmesi ve Patrikhane’nin, Türkiye’de tescil ettirmeye çalıştığı sözde “Ekümenik” vasfının Bulgarları kullanarak “de facto” bir durum yaratılmak istenmesidir
 

İki Başlı Bulgar Patrikhanesi’ndeki İhtilafların Kronolojisi

10 Kasım 1989 tarihinde, Bulgaristan’da iktidardaki Todor Jifkov yönetimi kansız bir darbe ile indirildi ve “Büyük Demokrasi Dönemi” diye adlandırılan süreç başladı. Birdenbire ortaya çıkan büyük sermayeler; eski idareciler, mafya mensupları ve gizli servis elemanlarının elinde toplandı. Sonuçta ülkede gelir dağılımı bozuldu, işsizlik, pahalılık ve özellikle suç işleme oranı arttı.

Bulgar Kilisesi açısından da bu gelişmeler, pek olumlu sonuçlar vermedi. Komünist Parti zamanında kurulan Diyanet İşler Müdürlüğü; Bulgar Kilisesi’ni uluslararası platformda saygınlık kazanmak için günümüzde de olduğu gibi kullanmaya kalktı.

1990 yılında yapılan, “Ulusal Yuvarlak Masa Toplantısı”nda Bulgar Patriği Maksim; Komünist yönetimin adamı olmak, Eski ve Yeni Ahid’i dahi tam olarak okumamış olmak ve en önemlisi yasal bir şekilde seçilmemiş -komünistler tarafından bu göreve getirilmiş- olmakla ve daha buna benzer birçok şeyle itham edildi. Gelişen olaylarda bütün yüksek rütbeli din adamları şeytandan daha kara gösterildiler. Eski din adamlarının itibarları aşırı zedelenmiş olduğundan, yeni bir Sen Sinod’un ve patriğin seçilmesi için kilise ve halkın iştirak ettiği bir konsilin toplanması gerekirdi fakat bu da yapılmadı. İşler sürünceme kaldı ve Bulgar Kilisesi saygınlığını günden güne yitirdi.

S.D.S partisinin başkanı olan Filip Dimitrov’un iktidarında, o dönem milletvekili olan "Hristofor Zıbev" sahneye çıktı ve parlamentodaki “Diyanet İşleri Komisyonu”nun başına geçti. Kendisini Mesih de ilan eden Zıbev, kısa sürede birçok taraftar topladı. Diyanet İşleri Başkanlığına da yaşlı bir avukat olan "Metodi Spasov" tayin edildi. Metodi Spasov için Hristofor Zıbev’in adamı olduğu iddiaları ortaya atıldı. Bu arada, Zıbev yasal olmayan (Dini kanonlara göre) bir şekilde “Arhiepiskop” dini rütbesini aldı. Yeni idare tarafından uygun görünmeyen bazı metropolitler, Metodi Spasov’un idaresindeki Diyanet İşleri Müdürlüğü tarafından azledildiler. Patrik Maksim tarafında olanlar, bu gelişmeleri kilisenin otonomisine tecavüz olarak nitelendirdiler.

30 Mayıs 1992 günü Metodi Spasov, komünist ajanı olduğu gerekçesiyle, Patrik Maksim’in azli için emir verdi. Yine aynı emirle yeni bir Sen Sinod tayin etti ve bu ikinci Sen Sinod’un başına da başkan vekili olarak Metropolit Dimon’u getirdi.

Zıbev; 1 Haziran 1992 günü sabahın erken saatlerinde taraftarları ve fedaileri ile birlikte Sen Sinod merkezini işgal etti. Patrik Maksim, ruhbanlar ve sivil memurların binaya girmelerini kaba kuvvet kullanılarak önlendi. Korumalarla çıkan çatışma sonunda içeri giremeyen Patrik Maksim ve diğerleri, Sofya Metropolitliği’ne çekildiler ve uzun bir süre orayı Patrikhane merkezi olarak kullandılar. İşin garibi Bulgar Devleti bu işgalcilere, kapısında korumalar bekleyen ikinci Sen Sinod’a hiçbir müdahalede bulunmadı.

Bu arada, SDS Hükümeti yetkiler vaat ederek, Nevrokop Metropoliti Pimen, Vratza Metropoliti Kalinik, Stara Zagora Metropoliti Pankratiy, Episkopos Antoniy ve Episkopos Galaktion ile anlaştı. Bu ruhaniler, Nevrokop Metropoliti Pimen başkanlığında yeni bir sinod kurdular ve kısa bir zaman içinde yeni metropolitler seçtiler ve atadılar. Bu suretle Bulgaristan’daki metropolitlik bölgelerinde, Maksim’e bağlı olanlar ve Pimen’e bağlı olanlar olarak iki ayrı metropolit ortaya çıktı. Bazı bölgelerde din adamlarına yakışmayacak hadiseler oldu. Metropolitlik binalarına, kiliselere, manastırlara kapıları kırılarak girildi, binalar yağmalandı. Bir diğer tarafı içeri sokmak istemeyen ruhaniler dövüldü.

Bu arada Bulgar Sen Sinodu’na ait olan mum fabrikasına da el konuldu. İlienski Manastırı’nda (Sveti İliya) bulunan bu fabrikada Sinod’un tersi olarak yazılan “Donis” adlı bir şirket kurularak mum ve diğer dini malzeme satışları bu şirket üzerinden yürütüldü. 1992 yılında Sen Sinod binalarına el konulduktan bir süre sonra ele geçirilen bu fabrikaya; 1996 Mart’ında Patrik Maksim taraftarı bir grup ruhani, bir takım fedailer ile beraber bir müddet için tekrar el koydu. Fakat Paskalya Bayramı münasebeti ile dini görevlilerin esas görev yerlerine gitmeleri üzerine boş kalan mum fabrikası tekrar Maksim karşıtlarının eline geçti.

Bir süre sonra Pimen’in Sinodu’ndan Antoniy ve Galaktion af dilediler ve Patrik Maksim’e tekrar katıldılar. Patrik Maksim’den yazılı olarak af dilemek isteyen bazıları ise, tehdit edildi ve vazgeçirildi.

Tam iki yıl Sen Sinod binası, Pimen taraflarının elinde kaldı. Patrik Maksim’in itirazları sonuçsuz kaldı. Bir tarafta yasal Sen Sinod’un başı olduğunu iddia eden Maksim; diğer tarafta “Maksim komünist ajanıdır. O ve tarafları tayin ile gelmişlerdir. Biz gerçek Sen Sinoduz.” diyen Pimen taraftarları kavgalarını sürdürürken Bulgaristan Devleti hadiselere sadece seyirci kaldı. Belki dini konulara karışmak istemedi, belki işine geldiği için karışmadı. Ancak, bu olanlar, Fener Rum Patrikhanesi’nin işine yaradı. Bütün bunlar, demokratik değişimler yaptığını ilan eden, Avrupa Birliği’ne aday bir ülkede cereyan etmekteydi.

1 Haziran 1994 tarihinde Metropolit Neofit kalabalık bir fedai gurubuyla ve karşı tarafı şaşırtarak Sen Sinod binasına girdi ve binayı tekrar ele geçirdi. Böylece eski Sen Sinod ve Patrik Maksim, binaya yeniden yerleşebildiler.

Tüm bu olaylarda başı çeken Hristofor Zıbev, bir sonraki seçimlerde kazanamadı ve tekrar milletvekili olamadı. Daha sonraları, Amerika’ya giden Zıbev; bir tavernada şarkıcılık yapmaya ve “Ne için bu işi yapıyorsun?” diye soranlara da şarkıcılıktan kazanacağı para ile Bulgaristan’da bir kilise yaptıracağını söylemeye başladı.


İki Başlı Kilise ve İki Patrik

4 Temmuz 1996 tarihinde, tarihte örneği görülmemiş bir uygulamayla; Bulgaristan’da, isyancı taraf olarak bilinen Metropolit Pimen ikinci Patrik seçildi. Birkaç gün süren bir kilise konsülü toplantısı tertipleyen Pimen grubu bu toplantılar içinde ikinci Bulgar Patriğini seçeceklerini zaten basın yolu ile kamuoyuna duyurmuşlardı. Yasal patrik olarak bilinen Maksim ve Sen Sinodu, bu toplantıların yapılmaması için devlete baskı yaptılar fakat toplantıların yapılmasını engelleyemediler. Kilise kanonlarına göre konsül toplantısını patrik veya vekili toplayabilir. Bu nedenle seçimin yasal olmayacağı tezini savundular.

Kilise konsülü yapılırken Metropolit Pimen’e, Kiev Patriği Filaret, Makedonya Kilisesi’nden bir teolog da katılarak destek verdiler. Bu arada eski başbakan Filip Dimitrov ile Başsavcı İvan Tataçev de bu toplantılara katıldılar. Bu iki kişi için, Maksim taraftarları; ”Kilisenin parçalanmasına sebep olanlar.” demektedirler ve dış kaynaklarca desteklendikleri iddia edilmektedir.

Bu konsülde yeni bir kilise tüzüğü de kabul edilmedi. Maksim taraftarları buna karşı grubun fikir adamlarının (İdeologları) zayıf olmasını gerekçe gösterdiler. Bu kişiler Prof. Radko Poptodorof ve Papaz Anatoliy Balaçef’tir. Eski isyancılardan Metropolit Kalinik’in konsüle iştirak etmemesi ise dikkat çeken bir durumdur. 91 yaşındaki Pimen, Bulgaristan’a ikinci patrik oldu. Başsavcı İvan Tataçev de Pimen’i tescil edeceğini ve yasal olduğunu savundu.

İkinci Patrik Pimen vefat etmiştir. İkinci Bulgar Sen Sinod’u; varlığını, Metropolit İnokentiy’in Sen Sinod vekilliğinde halen sürdürmektedir. Bulgaristan’da şu anda iki başlı kilise vardır ve daha uzun süre bu ayrılığın devam edeceği sanılmaktadır. Bulgaristan’da vuku bulan bu hadiseler; tarihte sayısız örneklerine tanık olduğumuz, dinin, din adamları tarafından istismar edilmesine çarpıcı bir örnektir. [43
]

 Bartholomeos Döneminde Bulgar Kilisesi ile Rum Patrikhanesi’nin İlişkileri
 
"Dimitri Arhondoni"nin 1991’de “Bartholomeos” dini adı ile patrik oluşunu takip eden dönemde; Bulgar Ortodoks Kiliseleri üzerinde aşırıya kaçan bir heves gözlenmiştir. Bu tarihten sonra yapılan tüm önemli bayram ayinlerinde Bartholomeos ya da görevlendirdiği bir metropolit Bulgar Kiliseleri’ne gelerek ayinleri yönetmişlerdir.


Bütün büyük bayramlarda ayinlerin Rumca icra edilmesi ile yetinmeyen Rum Patriği Bartholomeos, 12 Şubat 1994’te Bulgar Kiliseleri Başrahibi "Konstantin Kostoff"u çağırtarak

Bundan böyle Bulgar Kiliseleri’nde kullandığınız dini belgeleri Rumca ve Bulgarca yazarak vereceksiniz. İşte size İstanbul Rus Kilisesi’nin kullandığı Rumca ve Rusça belgeler. Bu örneklere uygun olarak derhal belgelerinizi tanzim ediniz.” Şeklinde bir yaklaşım sergilemiştir. Bu belgelerin antedinde “Ekumenikon Patriarhion” yazılması isteniyordu. Konstantin Kostoff Bulgar Kiliseleri Vakfı Yönetim Kurulu’nu acilen toplantıya çağırarak bu talebi yönetime iletti ve çok büyük bir skandal koptu. Bulgar gazetelerinde bu konu manşetlere taşındı. Bir gazetede şu manşet çıktı “Fener bizi tekrar Rumlaştırmak istiyor.” [44]

Bulgar gazetecisi Diana Petrova bu yazısında şöyle demektedir:

(...) Patrik Maksim, kilisemizdeki ihtilafta, Pimen’e karşı verdiği mücadelede, Patrik Bartholomeos’un desteğini almıştır. Hatta Patrik Bartholomeos, geçen yıl memleketimizi ziyaretinde bunu şahsen beyan etmişti. Bartholomeos, herhalde şimdi Patrik Maksim’den bu davranışının karşılığını beklemektedir. Fakat istenen ücret çok yüksektir ve bizim ruhaniler yeniden Rumlaştırılmamıza herhalde müsaade etmeyeceklerdir.

Gazetelerden bunalan patrikhane bu yazıları Bulgar Patrikhanesine gönderdiği bir mektupla tekzip ettirmek istemiş ve Bulgar Patrikhanesi de bir basın bülteni ile bu isteğe cevap vermiştir. Daha sonra bu istek reddedilecek ve hatta bir Bulgar gazetesinde böyle bir istekte bulunulmadığı ve bunları Konstantin Kostoff’un uydurduğu söylenecektir. Fakat bunları teyit eden bir röportaj bu hızlı medya trafiğinde unutulacak ve Bulgar “Standart Gazetesi”nde çıkan ve bizzat Rum Patriği ile yapılan bir röportaja göre bu talepler teyit edilecek, patrik “Ekümenik” olduğunu ve bu isteklerin doğal hakkı olduğunu şöyle savunacaktır: [45]

Peder Konstantin’e Rus Kilisesi’nin kullandığı Rusça–Rumca belgeleri kullanmasını tavsiye ettim. Bu Ekümenik Patrik olarak benim için çok önemlidir...


------------------------------------
PATRİKHANE ile MÜCADELEM – BULGAR EKSARHLIĞI VAKFI’NDA 15 YIL KİTABI 656 Sayfadır ve içeriğinde 220 belge ile 110 Görsel bulunmaktadır.
------------------------------------
[1]
- Bu bölüm; “PATRİKHANE ile MÜCADELEM – BULGAR EKSARHLIĞI VAKFI’NDA 15 YIL” adlı kitabın “GİRİŞ” kısmı ve 15-34. Sayfalarıdır.

[2]- Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara 1943, s.20 Türk Tarih Kurumu Basımevi

[3]
- Aynoroz’daki Hilendar Manastırı, günümüzde artık bir Sırp manastırıdır. Bulgarların yönetiminde sadece Aziz Zoğraf Manastırı (Sveti Georgi Zoğraf) kalmıştır.

[4]
- Bulgar Ortodoks Kiliseleri Papazı Konstantin Kostoff’un adı geçen el yazmasından tercümesi. Halil İnalcık da “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” adlı basılmış doktora tezinde yaklaşık aynı kelimeler ile ve N.Stanef’in “Geschicte der Bulgaren” 1917 tarihli eserinden alıntı yaparak bu bölümü vermiştir.

[5]
- Bu el yazması kitap 13 Eylül 1996’da kimliği belirsiz bir kişi tarafından çalınarak, Bulgar Ulusal Müzesi’ne verildi. Bunun üzerine Zoğraf Manastırı’nda kütüphane görevlisi keşiş Pahomiy yargılanmaya başladı. Bulgar Ulusal Müzesi bu kitabı hiçbir surette geri vermeyeceğini açıkladı. Yunanistan’da çıkan “Yeni Makedonya Gazetesi” bu kitap duruşmadan evvel geri gelmezse tüm Bulgar keşişlerin kovulabileceğini ve mahkûm olabileceklerini yazdı. Rum Patriği Bartholomeos’un keşişleri sürgün edebileceğini haberleri çıktı. Bulgar Sen Sinodu kitabı geri vermek üzere harekete geçti ve çok tepki aldı. (16 Aralık 1996 Trud Gazetesi Sofya) Sonunda kitap geri verildi. Bu arada kitabın elimizde de bulunan kopyaları alınabildi. Bir duyuma göre kitabın aslının geri verilmeyip çok iyi bir taklidinin verildiği ve aslının Sofya’da bir kasada saklandığı şeklindedir. Kitabın mikro filmleri Bojidar Çipof arşivinde mevcuttur.

[6]
- Grekofil, (Bulgarca söylemi=Gırkoman)

[7]- Osmanlı Tarihi sürecinde; Stefanaki Paşa ya da Aleko Paşa diye bilinir. 


[8]- Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Bulgaristan İradeleri, No:18, Lef 1. Eksarh Yosif 1889 yılında aynı yere yeni bir kilise yapımı için müsaade için Babıâli’ye müracaatta, bu müsaadenin 8-17 Ekim 1849’da (Evahir-i Zilkade 1265) verildiğini belirtmektedir.

[9]
- Pars Tuğlacı, Bulgaristan ve Türk Bulgar İlişkileri, İstanbul 1984 s.67

[10]
-Tsarigratski Vesnik (İstanbul Gazetesi) 24 Kasım 1856 Sayı:304 Fener’de, Metoh binasının altında basılan ilk Bulgar gazetelerinden biri. Bu matbaanın kalıntıları halen Metoh binasının altındadır. Fakat yol asfaltının birçok defa üst üste atılması sebebiyle bu bölümün kapısı artık kapanmıştır ve içeriye girilememektedir. Yoldan eğilerek bakıldığında matbaanın kalıntıları görülmektedir.

[11]
- Tsarigratski Vesnik, 24 Aralık 1856, Sayı:309

[12]- Tsarigratski Vesnik, 16 Şubat 1857, Sayı:316

[13]
- Tsarigratski Vesnik, 16 Şubat 1857, Sayı:316

[14]
- Tsarigratski Vesnik, 23 Mart 1857, Sayı:321

[15]
- Tsarigratski Vesnik, 30 Mart 1857, Sayı:322

[16]
- Tsarigratski Vesnik, 13 Nisan 1857, Sayı:324

[17]
- BOA, Bİ, No:876, Lef 7.

[18]
- Hasan Kuruyazıcı, Mete Tapan, Sveti Stefan Bulgar Kilisesi, İstanbul 1998, s. 21 Yapı Kredi Yayınları

[19]
- Hasan Kuruyazıcı, Mete Tapan, a.g.e., s. 23

[20]
- Pars Tuğlacı, , a.g.e., s.70

[21]
- Aşkın Koyuncu, Bulgar Eksarhlığı Çanakkale 1998, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. S.74

[22]
- Aşkın Koyuncu, , a.g.e. BOA, Düvel-i Ecnebi Defteri, Bulgaristan Berat Defteri, sayfa 1 hüküm 1 ve BOA, Bİ, No:104’den naklen.

[23]
- Aşkın Koyuncu, , a.g.e. BOA, Bİ, No:104’den naklen.

[24]
- Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 14 Kasım 1996 tarihli Bojidar Çipof’a hitaben verilen cevabi mektuptan alıntı.

[25]
- Bulgar Patrikhanesi Arşivi Müdürü Dr. Hristo Temelski’nin, 1870 shizması ve Bulgar Eksarhlığı’nın kuruluşu ile ilgili olarak Bojidar Çipof’a hazırladığı çalışmadan alıntı.

[26]
- Aşkın Koyuncu, , a.g.e. BOA İrade-Hariciye, No:16616 ve 166637’den naklen.

[27]
- Bulgar Eksarhı 1. Yosif’in günlüğü (Eksarh Yosif 1, Dnevnik) Günlüğün tıpkıbasımı ve güncel Bulgarca ile tercümesi birlikte basılmıştır. Sofya 1992, s.216

[28]
- BOA, Bİ, No:876, Lef 13

[29]
- BOA, Bİ, No:1290

[30]
- BOA, Bİ, No:1290, Lef 1/b

[31]
- Bulgaristan’da yayınlanan Novvek (Yeni Asır) Gazetesi’nde 20 Mayıs 1901’de bu hususta çıkan bir haber şöyledir: “Aforozlu olalım veya olmayalım biz böyle iyiyiz. (...) Fener papazları bizi cennete götüremeyeceği gibi Rum Patriğinin aforozu da bizi cehenneme göndermez.” (1901’de aforoz (shizma) devam etmekteydi.)

[32]- Bulgar Patrikhanesi Arşivi, Tarih: 21 Ocak 1945, protokol no: 360, Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı, s. 54-55-56-57 Bahsi geçen mektupta 21 Ocakta toplanan kurul ve kurulda alınan kararlar hakkında da ayrıntılı bilgi verilmektedir.

[33]- Bir dini rütbe.

[34]- Protokolün Rumca ve Bulgarca yazıldığı söylenen aslı ortada yoktur. İlk Bulgar patriği olan Kiril dahi yazımızda bahsi geçtiği gibi gizli raporunda protokolün aslını bulamamaktan bahseder. Bilinen protokol suretleri veya tercümeleri ise şunlardır: 1/ Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı’nda çıkan Rumcası, 2/ Bulgar Patrikhanesi arşivinden gelen suret ki üzerinde “Prepis ot prepis = suretten suret” yazmaktadır, 3/1996 yılında “Paskalya Davası” sürecinde Fatih Asliye Ceza Mahkemesi’ne verilen ve Rum Patrikhanesi arşivinden alınmış olduğu belirtilen Rumca ve ekindeki yeminli Türkçe tercümesi, 4/ 1945 yılında Bulgar Eksarhlığı İstanbul Temsilciliği’nin evrakları arasından bulunan Bulgarca bir kopya (Aslı Bojidar Çipof arşivindedir.) Elde bulunan tüm kopyalar tercüme edilmiş ve tamamen birbirlerinin motomot tercümeleri olduğu görülmüştür. Burada İstanbul Bulgar Ortodoks Cemaati’ni ilgilendiren tek madde olan “D” maddesidir ve her iki tarafın karşılıklı olarak papaz kutsanmasına yardımcı olmaları ile ilgili bir paragraftır. Bunun dışında Bulgar tarafını bağlayıcı hiçbir ibare bulunmamaktadır.

[35]
- Bulgar Patrikhanesi Arşivi, Bulgar Patriği Kiril’in 9 Nisan 1966 tarihli gizli raporu. (Mikrofilmi Bojidar Çipof arşivinde mevcuttur.)

[36]
- Ortodoksia Dergisi 1945 Şubat Özel Protokol Sayısı, s. 81

[37]
- Dini bir rütbe

[38]- Bulgar Eksarhlık Vekilliği’nin 21 Mart 1946 tarihli mektubu. (Sureti Bojidar Çipof arşivindedir.)

[39]
- Bulgar Büyükelçisi’nin 24 Eylül 1946 tarih ve 923 sayılı mektubu. (Orijinali Bojidar Çipof arşivindedir.)

[40]
- Cumhuriyet 26 Ekim 1945

[41]
- Bu kısım, Bulgar Patrikhanesi Arşivi Müdürü Dr. Hristo Temelski’nin, Eksarh Stefan ile ilgili olarak Bojidar Çipof’a hazırladığı çalışmadan derlenmiştir.

[42]
- Dr. Hristo Temelski, a.g.çalışmadan

[43]- Halen İki Başlı Olan Bulgar Patrikhanesi’ndeki İhtilafların Kronolojisi ve İki Başlı Kiliseye İki Patrik bölümleri; çeşitli Bulgar gazetelerinden derlenmiştir. Gazetelerin çokluğu nedeniyle burada tek tek ad ve tarihleri zikredilmemiştir.

[44]
- Trud Gazetesi Sofya 2 Mart 1994

[45]
- Standart Gazetesi Sofya 14 Nisan 1994

22 Haziran 2011 Çarşamba

YUNANİSTAN’DA EKONOMİK KRİZ, AVRUPA BİRLİĞİ ve MEGALİ İDEA’NIN SÜREGENLİĞİ

Yunanistan’ın iflasın eşiğinde olduğu haberleri bir müddettir süregelmekte ve bununla bağlantılı olarak ülkedeki kaotik durum ile halkın tepkisi de sıkça haberlerde yer almaktadır. Bir yandan sanayisi birçok Dünya ülkesi arasında sözünü ettiren Türkiye gibi bir ülkeyi 1963’ten bu yana oyalayan, öte yandan ise Yunanistan ve düne kadar Varşova Paktı üyesi olan, zayıf ekonomiye sahip ülkeleri bünyesine katan AB için “Oh olsun” demek çok da yanlış olmaz.

Türkiye’nin Avrupa süreci 31 Temmuz 1959’da yapılan başvuru ile başlamış ve 4 yıl sonra 12 Eylül 1963’te; Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile imzalanan anlaşmadan sonra esas ivmesini kazanmıştır. 1987 yılındaki “Tam Üyelik” başvurumuz; 12 yıl sonra, 1999’da “Aday Üye” olarak kabul edilmemiz, 2005 yılından sonra da süregelen “Tam Üyelik Müzakereleri” ile devam etmektedir. 

Ve herkes biliyor ki bir nevi “Hıristiyan Kulübü” olan Avrupa Birliği; Türkiye’yi bünyesine almayacaktır.
 
Sürekli taviz almak, sürekli bizden bir şeyler koparmak tabi ki çok hoşlarına gitmektedir. Bizim ise “Aman Avrupa’yı kızdırmayalım, bakarsın bizi de aralarına alırlar” şeklindeki “saf” bakış açımız var oldukça -görünüyor ki- daha çok tavizler koparmaya devam edeceklerdir. 

Yukarıda da belirttiğimiz gibi; ekonomik açıdan tabana vurmuş çok ülke, mevcut durumları ile bu süreçte birliğe dâhil edildiler. Bunlardan bazıları şu an itibariyle ya da ileriye yönelik mali yapılarının istikrarsızlığından ötürü potansiyel tehlikedirler. Yunanistan da bunlardan biridir. Avrupa’da, Fransız İhtilali’nden sonra esas ivmesini kazanmış olan “Yunancılık” ya da “Helenizm” aşkı olmasaydı Yunanistan’ın bu birlikte hiçbir suretle yer almazdı/almaması gerekirdi. Yunanistan’ın bugünkü durumunu bir kenara bıraksak ve birliğe dâhil olduğu 1981 yılı itibariyle ekonomisine ve ülkedeki sosyal yapıya bakarsak; o tarihte Türkiye’yi birlik kapısında “kriterler” diye süründürenlerin, adil olmaları durumunda zaten Yunanistan’ı kesinlikle aralarına almamaları gerekirdi.

Yunanistan’da kayda değer bir sanayi yoktur. En önemli gelir kaynağı turizmdir ve turizmin önemli bir ayağı ise “din” turizmidir. Yunanistan’da din turizmi kadar, dînî obje ve malzeme imalâtı da bir sektördür. Yunanistan için “fundamentalist/köktendinci” bir ülkedir demek haksızlık olmaz. Meclis açılışı, spor müsabakaları, çeşitli resmi ve sivil toplum örgütü etkinlikleri ve akla gelecek her türlü sosyal faaliyette evvelâ bir papaz dua eder. Burada; kişilerin ya da bir ulusun dînî inançları ile bu konudaki davranışlarını yargılama durumunda olmadığımızı da ifade edelim. Ancak bunu bir de Türkiye açısından karşılaştırmak gereği yok mudur? Her ne kadar Türkiye’nin Müslümanlığının bir ölçüt olarak ortada olmadığını ve bu konuda “adil” oldukları ifade edilse de, bunun böyle olmadığını bilmekteyiz. AB bir “Hıristiyan Kulübü”dür ve Türkiye’yi birliğe almayacaklardır.

Yunanistan krizdedir, iflasın eşiğindedir ama Türkiye toprakları üzerindeki bilinen “Megali İdea” ülküsü bu krizin neresindedir ya da ne durumdadır?  Şimdi bu hususları biraz irdeleyelim.

Yunanistan; ne koşulda olursa olsun “Büyük Ülkü”sünden yani “Megali İdea”sından vazgeçmez. Kriz büyüktür, hükümet düşmek üzeredir, halk ayaklanmıştır ama “İdea” da yerinde durmaktadır. “Megali İdea”nın Türkiye ayağı olan Fener Rum Patrikhanesi ile Yunanistan Devleti -her zaman olduğu gibi- yine elbirliği içindedirler. “Megali İdea”nın gerçekleşmesi için baş aktör olan Patrikhane’nin “ihya” edilmesi için gerekirse ”” kalınır ama ”İdea” için para bulunur. Zaten Papandreu’nun Başbakan olduğundaki ilk icraatı, “8 Milyon Euro” olan yıllık “Rum Patrikhanesi’ne Örtülü Yardım”ı “10 Milyon Euro”ya çıkartmak olmuştur. 4 taksitte gönderilen bu yardım; krize rağmen düzenli olarak yapılmaktadır.

Yunanistan/Patrikhane ikilisi müşterek hareket ederek ve arkalarına ABD ile AB desteğini de alarak son 2 yılda elde ettiği edinimler/kazanımlar alt alta yazıldığında ürkütmeye başlamıştır. Burada bunların bir kez daha tekrarını yapmayacağız. Ancak bu sitedeki eski yazılarımızda ortaya koyduğumuz, araştırmalarımız sonucu elde ettiğimiz ve paylaştığımız tüm bulgular ne yazık ki bir zaman sonra gerçekleşmiş ve bu ikilinin “kâr” hanesine yazılmıştır.

Şimdi, seçim sonrasında önümüzde “Anayasa” çalışmaları vardır ve bu çalışmalarda Fener Rum Patrikhanesi’ne menfaat sağlayacak bir düzenlemenin yapılmaması hususunda çok dikkatli olunması gereği de vardır.

Temel iki sorun; Patrikhane’ye “Ekümenik Statüsü” verilmesi ile ”Heybeliada Ruhban Okulu”nun –onların talepleri doğrultusunda- açılmasıdır. Bu hususlarda, patrikhane hukukçularının çok ince manevralarla adımlar attığını biliyoruz. Hatta bu konuda bir profesörün bir kanun taslağı –öneri şeklinde- hazırladığını da biliyoruz. Bu konuda tamamen iyi niyetlerle ama ABD ile AB baskısını da arkalarına alarak ve “sözde” Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne alınması sürecindeki “sosyalleşme/çağdaşlaşma” adı altında bir “gol” yenmemesine dikkat etmemiz gerekir.

Ekümenik statüsü “Laiklik” açısından, Ruhban Okulu ise başta “Tevhid-i Tedrisat” ve “YÖK” olmak üzere tüm dengeleri alt üst eder. Yukarıda; Heybeliada Ruhban Okulu’nun, onların talepleri doğrultusunda açılması ile kast ettiğimiz ise Ruhban Okulu’nun aslında Türkiye tarafında değil, YÖK’e bağlanmak istemedikleri ve kılık kıyafet ile müfredat açısından uymak istemedikleri hususlar olduğundan ötürü kendileri tarafından kapanmış olduğudur. Bu bağlamda, eğer yürürlükte olan, yasa, mevzuat ve yönetmeliklere uyulduğu takdirde Ruhban Okulu’nun açılmasına bir mani bulunmamaktadır ve bu açıdan bizim de kendi kanaatimiz olarak, açılmasında bir mani görmediğimizi belirtmek isteriz.

Fakat ne yazık ki adım adım ilerleyen bir süreci, ağır çekim bir film şeridi gibi ve duyarsızca izlemekteyiz! ABD ve AB ile Yunanistan bu sürecin arkasındadır.  

Bizim şu AB’ye girme hevesimiz/iştahımız o kadar yüksektir ki, ağzımıza o kadar enfes bir “tad” sürülmektedir ki zevkten dört köşe bir durumda, çok kısa bir süre sonra “midemize oturacak” bu ağır yemeği iştahla yiyoruz.

Önümüzde çok dikkat edilmesi gereken bir tarih de var ve bu tarih kriz falan dinlenmeden şu an organize edilmektedir.

15 Ağustos 2010’da Sümela Manastırı’nda; Fatih Sultan Mehmed’in rövanşını almışlardı ve Trabzon Rum İmparatorluğu’nun yıkılışının yıldönümünde ayin Sümela’da ayin yapmışlardı. 

Önümüzdeki 15 Ağustos’ta Sümela “Kurtarılmış Bölge” görünümünde olacaktır. Bu konudaki geçmiş yazılarımızı lütfen okuyunuz! 

Bize “Komplo Teorisyeni” diyenler oldu ama bizim de her “olacak” dediğimiz üzülerek gerçekleşti ve kazık üzerine kazık yedik. Şimdi yine 15 Ağustos’ta çok büyük bir “kazık” yiyeceğimizi ve geçen sene Sümela’da ve Trabzon sokaklarında yaşanan kepazeliğin devede kulak kalacağını söylüyoruz. Önlem alınmazsa 16 Ağustos’ta utanacağımızı dahi iddia ediyoruz. Ziyaretçilerin turistik obje alış verişinden bıraktığı, birkaç gün Trabzon’daki otellerde yaşanacak berekete ve bundan nemalanmaya odaklananlar; bu gerçekleri göz ardı etmektedirler.

“İdea” ekonomik kriz dinlemektedir. Yunanistan ve Yunan sivil toplum örgütleri kriz dinlememektedir. Haklarını vermeliyiz adamların çalışıyorlar/hazırlanıyorlar. AB’nin de hakkını vermeliyiz... Bu adamlar çok güzel cımbız kullanıyor! Biz “Başka kılımız kalmadı” da desek adamlar koparacak “kıl” bulmakta son derece usta… 

http://www.21yyte.org/tr