hıristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hıristiyanlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2013 Pazartesi

GAZETECİ, YAZAR VE ARAŞTIRMACI AYTUNÇ ALTINDAL VEFAT ETTİ


BİR DOST DAHA EBEDİYETE İNTİKAL ETTİ... TOPRAĞIN BOL OLSUN "AYTUNÇ ALTINDAL"

Aytunç Altındal’ın ölümünün ardından ailesi tarafından birkaç hafta içinde ortaya çıkan kanser hastalığının bir suikast olduğu yönünde iddialar ortaya atıldı ve konu Adli Tıp Kurumu’na intikal etti.

Bu paylaşımımızda, Aytunç Altındal ile ilgili olarak Hürriyet’in web sitesinde yayınlanan Anadolu Ajansı kaynaklı haberi fazlaca bir yorum yapmadan paylaşıyoruz (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25144675.asp)


(Aytunç Altındal ve Bojidar Çipof; (22 Şubat 2011) Nişantaşı'nda kitaplarımızı karşılıklı istişare etmiştik.)





http://bojidarhaber.files.wordpress.com/2013/11/aytunc3a7.pdf (A.A.) Gazeteci, yazar ve araştırmacı Aytunç Altındal, bir süredir kanser tedavisi gördüğü hastanede vefat etti. Aytunç Altındal'ın yakınları ünlü yazarın kanserden ölmediğini, zehirlenerek öldürüldüğünü öne sürdü. Altındal’ın eşi Dr. Naciye Selin Şenocak Altındal, “Aytunç bey çok cesurdu. Canı pahasına memleketi için tüm bilgileri aktarmaktan kesinlikle çekinmedi. Bundan dolayı susturmak istediler" iddiasında bulundu.

Araştırmacı - Yazar Aytunç Altındal (68), tedavi gördüğü hastanede gece hayatını kaybetti. Altındal'ın ölümü ailesini ve sevenlerini yasa boğdu. Yazarın hayatını kaybettiği hastaneye akın eden yakınları, Altındal'ın zehirlenerek öldürüldüğünü iddia etti.

Eşinin zehirlenmesinde farklı sebeplerin olduğunu belirten Aytunç Altındal’ın eşi Dr. Naciye Selin Şenocak Altındal, “Doktorlar eşimin ölümünün altında başka bir şeyler olduğunu hatta büyük ihtimalle de zehirlenme söz konusu bile olabileceğini söyledi. Biz de buna istinaden tüm bulguları Adli Tıp Kurumu'na gönderdik. Adli Tıp’ta gerekli açıklamaları yapacaktır” dedi.

“ONUN VERDİĞİ BİLGİLERDEN RAHATSIZ OLAN ÇOK BÜYÜK BİR ÇEVRE VARDI”

2 hafta önce kanser olmayan bir kişinin biyopsi ve kan örneklerine rağmen son evrede kanser aşamasına gelmesinin tıp dünyasında mümkün olmayacağını belirten Dr. Naciye Selin Şenocak Altındal, “Sadece ben değil, doktorları bile öldürüldüğünü iddia ediyor. Eşim Aytunç beyin çok seveni vardır. Fakat onun bilgilerini kıskanıp, onun verdiği bilgilerden rahatsız olan çok büyük bir çevrede vardı. Özellikle de dış güçler. Aytunç bey çok cesurdu. Canı pahasına memleketi için tüm bilgileri aktarmaktan kesinlikle çekinmedi. Son zamanlarda çok önemli açıklamalarda bulundu. Faali meçhul cinayetler konusunda. Tabi bu da bir takım çevreleri rahatsız etti. Çünkü çok büyük bilgilere sahipti. Bundan dolayı susturmak istediler. Ama şunu da bilsinler Aytunç hocanın yüzlerce, binlerce yetiştirdiği öğrencisi var. Onun yetiştirdiği gençler bu bilgileri devam ettirecekler” diye konuştu.

Altındal’ın kızı Yonca Bayrak, “Aytunç hocanın çok ani şekilde gelişen ve ilerleyen bir kanser olayıyla karşı karşıya kaldık. Tedavi süreci içerisinde doktorlar, bu kadar çabuk gelişen kanser olayının normal olmadığı konusunda bilgilendirdiler. Zehirlendiği kanısında biz süreç içerisinde olduğumuz için doktorlarıyla birlikte hem fikiriz” ifadelerini kullandı.
Gece saatlerinde yaşamını yitiren Altındal'ın cenazesi, yarın öğle vakti Şakirin Camisi'nde kılınacak namazın ardından Karacaahmet Mezarlığında toprağa verilecek.

AYTUNÇ ALTINDAL KİMDİR?

İstanbul'da 1945'te dünyaya gelen Altındal, 1983'te İsviçre'de Modus Vivendi Kültür Merkezi'ni kurarak 10 yıl yönetti. 1989 yılında Rusya'da Kültür Danışmanlığı görevini yaptı.

Altındal, 1992'de İngiltere Edinburg'taki Akademik Proje İdari Heyeti üyeliğine seçildi, 1993'te Uluslararası Avrupa Düşünce Çalışmaları Topluluğu Bilimsel Kuruluna üye oldu. Gazeteci yazar Altındal, aynı yıl Avusturya'nın Graz şehrindeki Karl-Franz Üniversitesi tarafından düzenlenen Avrupa'nın Laik Vasiyeti adlı uluslararası konferansta oturum ve bölüm başkanlığına seçildi.

Ünlü Fizikçi Isaac Newton'un bugüne kadar hiç bilinmeyen bir kitabını da yayınlayan Altındal, Uğur Mumcu'nun "Sakıncasız" adlı eserinin de yapımcılığını üstlendi.

Altındal'ın, 1992'de İngitere'de yayınlanan “Three Faces of Jesus(Üç İsa) adlı kitabı dünyada büyük ilgi görmüştü.


8 Ekim 2013 Salı

MİLANO FERMANI’NIN 1700. YILI SIRBİSTAN’DA KUTLANDI


Hıristiyanlık Tarihi açısından en önemli belgelerden biri olan, Milano Fermanı’nın 1700. Yılını kutlamak için 5/6 Ekim tarihleri arasında Roma İmparatoru 1.Konstantin'in doğduğu yer olan Sırbistan’ın Niş kentinde törenler düzenlendi.

Törenlere şu siyasetçiler katıldı: Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç, Sırbistan Başbakanı İvica Daçiç, Başbakan Yardımcısı Aleksandır Vuçiç, Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vuyanoviç, Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Milorad Dodik. Ayrıca; Moskova Patriği Kiril, Kudüs Patriği 3.Teofil, Sırp Ortodoks Kilisesi Patriği İriney ve çok sayıda din adamları ile Fener Rum Patriği Bartholomeos da bu törenlere katıldı.

Milano Fermanı, M.S. 313 yılında 1.Konstantin ile Licinius arasında, Milano'da imzalanmış, Roma İmparatorluğu'nda, Hıristiyanlığa karşı hoşgörüyü sağlayan bir fermandır ve bir anlamda, Hıristiyanlığın ileride resmi dil olmasını sağlayacak ilk belgedir.

Bu törenler çerçevesinde Niş kentinde, Milano Fermanı’nın oluşmasında ve dolayısı ile Hıristiyanlığın bu gün var olmasının belki de tek sebebi olan 1.Konstantin ve annesi Elena anısına yapılmış anıtta bir tören düzenlendi. 1.Konstantin, aynı zamanda Bizans’ın kurucusu İmparator olarak da anılır.

Bizans tarihi için, “Roma Tarihi’nin yeni bir devresidir” ya da “Bizans, eski Roma İmparatorluğu'nun (İmperium Romanum) bir deva­mıdır” şeklinde niteleme de yapabiliriz. Bizanslılar kendilerini daima Romalı anlamına gelen "Romario" olarak adlandırmışlardır. Bazı Bizans tarihçileri bu varsayımı daha da ileriye götürerek, Konstantinopolis’ten önceki yerleşim alanının adı olan Bizans’ın “Yeni Roma” ya da “Yakın Roma” olarak tanımlanan o süreçte kendilerince kullanılmadığını ortaya koyarlar ve Bizans adının yakın dönem tarihçileri tarafından kullanıldığında ısrar ederler. Rum kelimesinin kökü de zaten “Romario”dur. Bu gün Yunan diline de “Rumega” (Roma Dili) denilmek­tedir. (YN: Yazımızın devamında Bizans adını kullanmaya devam edeceğiz.)

Roma adı daima Bizanslıları büyülemiş ve Roma devlet geleneği onların siyasi düşünce ve iradelerine sonuna kadar hâkim olmuştur. Her daim Roma İmparatorluğu'nun mirasçısı olarak hare­ket eden Bizans; daima bütün Dünya üzerindeki yegâne imparatorluk olmak istemiş, Hıristiyan olan bütün ülkelerin üzerinde egemen­lik iddiasında bulunmuştur. Ancak Bizans, eski Roma'nın mi­rasçısı olmak düşüncesinde olmasına karşın, zamanın akışı içinde Romalı temellerinden gittikçe uzaklaşmış, kültür ve dil bakımından Grekleşmiş ve Bizans hayatı kiliseleşmiştir.

M.S. 3.Yüzyıl’daki Roma İmparator'u Diokletinus, yeni uy­gulamalar ile İtalya'nın özel statüsüne son verdi. Eyaletlerin yönetimini tek başına üzerine alan Diokletinus, İtalya’yı ve diğer büyük eyaletleri daha küçük idari birimler haline dönüştürdü ve böyle­ce, devlet arazisi 12 dioeceseye ayrılmış oldu. Diokletinus, im­paratorluğu yönetmek için, iki “Avgustus” ve iki “Sezar” seçti. Böyle­ce dört başı olan bir nevi şûra oluştu ve devletin Doğu ve Batı’sını bu iki Avgustus yönetmeye başladı. O dönemde Doğu Roma Avgustus'u olan 1.Konstantinos (Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus ), Batı Roma'nın Avgustus'u Licinus'u kanlı hesaplaşmalardan sonra yendi ve Büyük Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetini eline geçirdi.

Milano Fermanı, M.S. 313 yılında, çatışmalardan evvel bu iki Avgustus arasında imzalanmış ve bu suretle Hıristiyanlığa karşı hoşgörü ortamı yaratılmıştır. Şüphesiz bu fermanın oluşmasında en önemli rol, 1.Konstantinos’tadır. 1.Konstantinos’un, Hıristiyanlığa olan hoşgörüsü ise Hıristiyanlığa inanmış olan annesi Elena’nın yoğun etkisi ile oluşmuştur.

1.Konstantinos, tüm Roma İmparatorluğu’nun hâkimi olduk­tan sonra, bugünkü Boğaziçi'nin kenarındaki eski bir Grek kolonisi olan Byzantion'u, "Konstantinopolis" adıyla başşehir yaptı ve imparatorluğa “Yeni Roma” adını verdi. (Şehrin inşası: M.S. 324)

Konstantinopolis; 11 Mayıs 330'da törenle açıldı. İmparator, bu yeni başşehrin parlaklığını ve zenginliğini arttır­mak hususunda da elinden gelen hiç bir şeyi esirgemedi ve özel­likle kiliseler inşaatına büyük gayret sarf etti. Daha başlangıcından itibaren İstanbul’da Hristiyanlık havasına girildi ve ahalinin bü­yük bir kısmı da dil bakımından Grekleşti.

Doğu’da Boğaziçi, Kuzey’de Haliç, Güney’de Marmara Denizi’nin sularıyla yıkanan, kara cihetinden sadece bir tarafından ulaşılması kabil bu yeni başşehir emsalsiz bir stratejik mevkide bulunuyordu. Zaman içinde Bizans İmparatorluğu adını alan bu devlet, Büyük Roma'nın bitişinden itibaren, Fatih Sultan Mehmed'in, 1453’te İstanbul’u alarak bu imparatorluğa son vermesine kadar, ayakta kalmıştır.

Bu devrede, devlet ile kilisenin ittifakı her iki tarafa da bü­yük kazanç sağlamış, Bizans Devleti, Hıristiyanlığı, kuvvetli bir ruhi birleştirici, kudret ve imparatorluk için güçlü manevi bir destek olarak değerlendirmiştir. Kilise ise bu ilişkiden sonsuz maddi çıkarlar elde etmiş ve mevcut nizamlara karşı olan her türlü hareket için “Din Karşıtı” denmiştir. İmparator bir yandan dini kullanarak halk üzerinde baskı sağlamakta, öte yandan kilisenin hamisi rolünü oy­namaktadır. Kilise yöneticileri, papazlar ve devlet memurları kendi maddi çıkarları için tarihsel süreçte daima halkı ezmişlerdir.

Annesi Elena’nın baskısı ve telkinleriyle Hıristiyanlığı artık imparatorluğun da kabul ettiği din haline getiren İmparator Konstantinos'un Hıristiyan olup olmadığı tartışması ise günümüzde hâlâ devam etmektedir. Bazı tarihçilere göre 1.Kontantinos din ile ilgisiz olup Hıristiyanlığı sadece siyasi ne­denlerle himaye etmiştir. 1.Konstantinos'un ölüm döşeğinde iken vaftiz olduğu bilinmektedir ve o esnada bilinçli olup olmadığı da hâlâ tartışılan bir konudur. 1.Konstantinos'un, sağlığında, kili­senin fiili başkanı olması ve de Hıristiyanlık tarihi içinde en önemli hadise olan M.S. 325, İznik 1.Genel Konsili’ni yönetirken henüz Hıristi­yan olmaması ise çok çelişkili ve asırlardır Hıristiyan teolojistlerinin tartıştığı bir husustur.

O devir, aynı za­manda çok muhtelif külte birden inanmanın pek tabii sayıldığı bir inanç devresidir. 1.Konstantinos'un putperest inanç adetlerine de yardım etmekten vazgeçmediği, hatta bizzat bu adetlerden biri olan “Güneş Kültü”ne ısrarla bağlı olduğu, bugün en önemli Bizans tarihçileri arasında kabul edilen Prof. Georg 0strogorsk tarafından da ortaya konulmaktadır. İmparator 1. Konstantin ve annesi Elena, daha sonra aziz olarak ilan edilmişlerdir. (Aziz Konstantin ve Elena olarak birlikte anılmaktadırlar)

1.Konstantin’in Hıristiyanlığı serbest bırakmasındaki en büyük etken; kitlelerin inanç ile baskı altına alınması ve yönetilmesindeki kolaylıktır. Ancak İznik 1.Genel Konsili’nden önce bu kolaylık bir şekilde kaybolmaya başlamıştı.  İskenderiye’den yükselen bir akım imparatoru ve tabi Hıristiyan din adamlarını rahatsız etmeye başladı. İskenderiyeli din bilgini “Arius” Hazreti İsa’nın varlığı ile ilgili olarak savunduğu ve çok fazla taraftar bulan bir akım yaratmıştı. Kısaca “Ariusçuluk” denilen bu kavram, kitleleri dalga dalga sarmaya başlamıştı. İmparator Konstantin, kitlelerin manevi yönetimini elden kaçıracağını anladı ve bir genel konsil toplanmasını istedi. İşte bu toplantı, tarihte “İznik 1.Genel Konsili” olarak adlandırılan ve Hıristiyanlığın ilk büyük toplantısıydı.

Hıristiyanlar arasında asırlardır tartışılan ve hâlâ karşıtları olan “Baba Oğul ve Kutsal Ruh” bu konsilde kabul edilmiştir. (Bir Hıristiyan, günümüzde bu kavrama karşıysa; sapkın ya da heretik kabul edilir. Heretik=din dışı) 

M.S. 325 İznik 1.Genel Konsili’nde alınan önemli bir karar da “Arius Doktiri”nin mahkûm edilmesi ve reddedilmesidir. Ariusçuluk dışında, Nasturizm ve Monofizizim de bu konsilde reddedilmiştir.

Tabi ki M.S. 313’teki Milano Fermanı olmasaydı belki de M.S. 325 İznik Konsili de olmayacaktı ve Hıristiyanlık da bugünkü yerinde olmayacaktı.  Milano Fermanı, daha çok 1.Konstantin'e mal edilir ve Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde dini barışı sağladığı savunulur.

Hıristiyanlığın yayılmasında en büyük rolü oynamış olan misyonu; daha önce Kıbrıs, Küçük Asya ve kadim Yunanistan üzerinden Roma’ya varmış ve Roma’da buluştuğu Aziz Petrus ile (öldürülene kadar) birlikte hareket ederek gerçekleşmiştir.

Aziz Pavlus’un Küçük Asya ve Yunanistan’daki çalışmaları her ne kadar önemli olsa da Hıristiyanlık adına ilk ve önemli ivme Roma’da başlar.  Zira o süreçte Roma; Doğu ve Batı olarak ayrılmamıştır ve Dünya’daki en büyük imparatorluktur. Bizantium Kasabası’nın bir İmparatorluk kentine dönüşmesi ve Doğu ile Batı Roma’nın ortaya çıkışının ardından ise İstanbul Kilisesi önem kazanır ve Roma Kilisesi için zor günler başlar. İlk İncil’in dilinin Grek olması ve artık Yeni Roma olarak anılmaya başlayan Bizans’ın da bu alfabeyi kullanıyor olması İstanbul Kilisesi’nin kendini dinin başı olarak addetmesi sonucunda, Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki çatlak büyüdü.

Konstantinopolis’ten önce küçük bir kasaba olan Bizantium, sadece bir papazlıktı ve Heraklia Metropolitliği’ne (Marmara Ereğlisi) bağlıydı. İstanbul Kilisesi, M.S. 325 İznik Konsili’nde başpiskoposluğa yükseltilmiştir. O zamana kadar Hıristiyanlık Tarihi açısından daha önemli rol oynayan Roma, bu nedenle hep üstünlük peşinde olmuştur. İstanbul Kilisesi ise imparatorluk gücünü de arkasına alarak hareket ederek dinin başı rolünü kapmaya çalıştı. İstanbul ile Roma Kiliseleri arasındaki bu rekabet, M.S. 451’de yapılan “Kadıköy Konsili”nde ayrılıkla sonuçlanmıştır.

Yazımızın ilk iki paragrafında ayrıntısını verdiğimiz Milano Fermanı’nın 1700. Yılını kutlamak için Sırbistan’ın Niş kentinde sadece Ortodoks din önderlerinin bir araya gelmesi, davetliler arasında Batı Kilisesi yani Katoliklerin üst düzey temsil edilmemesi, iki bin yıl süren Doğu ve Batı kiliselerinin rekabetinin günümüzde hâlâ devam eden tezahürüdür.